İlk defa yok olma tehlikesi sezinliyorum: Hemen söyleyeyim, sadece Türkiye’ye özgü, bu ülkede yaşanan bir yok olma tehlikesi değil bu. Dünyada bütün sınırlar ortadan kalktıkça,
hız, haz ve ayartıyı eksene alan dromokratik postmodern popüler kültür
bütün dünyayı hızla kasıp kavuracak şekilde yaygınlaştıkça, bütün kültürler aşınıyor, toplumlar aidiyet biçimlerini, kendine özgü özelliklerini ve özgürlüklerini yitiriyorlar.
Dromokratik kültürün bu yıkıcı, düzleştirici ve mankurtlaştırıcı saldırısından
en fazla etkilenen ülkelerin başında bizim gibi iki asırdır yok olma tehlikesi yaşayan ülkeler geliyor.
Bütün dünyanın böyle bir sorunu var.
Ama Türkiye’nin buna ilaveten bir de içeriden çözülmesi, zihnen yok olma tehlikesi var: Türkiye, iki asır önce raydan çıktı ama seçimini yapmış değil henüz. Siyasî seçimlerden değil, kültürel seçimden söz ediyorum öncelikle.
Bütün Batı medyası, Türkiye’deki siyasî seçimlerin bu yıl dünyada yapılacak en önemli seçimler olduğunu vurguluyor.
Batılıların gözü de, umutlarını Türkiye’ye bağlayan mazlumların gözü de Türkiye’deki seçimlere kilitlenmiş durumda.
Özellikle
Batılı ülkeler Türkiye’deki seçimleri endişe ile izliyorlar: Erdoğan’ın yeniden seçilmesini istemiyorlar.
Hatta
ABD Başkanı Biden, Erdoğan’ı “demokratik yollarla” (nasıl oluyorsa artık?) devirme çağrısı yaptı
açık açık yıllar öncesinden!
İyi de, Batılılar Türkiye’den neden korkarlar ki? Şundan: Türkiye, resmen laik olduğunu dünya âleme ilan etse de, Batılılar Türkiye’nin fiilen İslâm dünyasının lideri olduğunu, İslâm âleminin de bunu böyle kabul ettiğini hem biliyorlar hem de açıkça görüyorlar.
TÜRKİYE’NİN SOSYOLOJİSİ HIZLA DÖNÜŞÜYOR…
Türkiye, laik bir devlete, Müslüman bir topluma sahip.
Elbette ki, şizofrenidir. Yani çift kimlikliliktir.
Türkiye, tam olarak seçimini yapabilmiş değil henüz.
Türkiye, bir süre daha seçimini tam olarak yapamayacak gibi görünüyor ama dünya da, toplumlar da hızla değişiyor. Türk toplumu da bu hızlı değişimden nasibini alıyor ve
sosyolojisi büyük bir değişim geçiriyor toplumun: Toplum, hızla sekülerleşiyor.
Yani? Yanisi şu: Toplumun hızla sekülerleşmesi, bu toplumu var kılan temel sâbitelerinin aşınması, toplumun değerlerinin buharlaşması sonucunu doğruyor. Toplumun sekülerleşmesinin nihâî neticesi, toplumun İslâm’dan uzaklaşmasıdır. Toplumun İslâm’dan uzaklaşması, tarihten de uzaklaşması anlamına gelir.
Eğer bu süreç durdurulamaz ve tersine çevrilemezse, bu toplum tarihten silinme tehlikesi ile karşı karşıya kalkmaktan kurtulamaz Allah muhafaza.
YOK OLUŞ SÜRECİNE DİKKAT!
Toplum kentleştikçe sekülerleşiyor, sekülerleştikçe İslâmî duyarlıklarını yitiriyor. Bu da toplumun sosyolojisinde büyük kırılmaların, dönüşümlerin yaşanmasına yol açıyor…
Kentleşme-sekülerleşme-İslâmî duyarlıkların yitirilmesi döngüsü,
toplumun toplum olma özelliklerini yitirmesiyle sonuçlanacaktır.
Toplumu toplum yapan, ayakta tutan dinamik, İslâmî derinliği, kökleri, ruhu.
Bu toplumun İslâmî derinliğini, duyarlığını, köklerini ve ruhunu yitirmesi, aidiyet bilincini, tarih bilincini, mekân / tarih duygusunu, zaman / ruh dinamizmini yitirmesiyle, bu da tarihten çekilmesiyle sonuçlanacaktır kaçınılmaz olarak.
Bu toplumun varlık sebebi İslâm’dır.
Bu toplumu Asya’nın içlerinden Avrupa’nın içlerine kadar getiren ruh, İslâm’ın ölü ruhları diriltici ruhudur.
Bu toplumun Müslüman olmasından itibaren, yaklaşık bin yıl dünya tarihini yapmasını mümkün kılan ruh, İslâm’ın kazandırdığı benzersiz adalet, hakkaniyet ve kardeşlik ruhudur.
Bu toplumun,
Tanzimat’la başlayan modernleşme / Batılılaşma projesi, İslâmî bağlarından, ruh köklerinden uzaklaşma sürecini tetikledi:
İslâmî bağları koptukça, ufku daraldı; İslâmî duyarlıkları aşındıkça sosyal bağları çözüldü; İslâmî değerleri çözüldükçe yozlaştı, bütün aidiyet bilincini kaybetti ve bu toprakları fethetmeye, insanlığa insanca ve hakça cihanşümûl bir dünya armağan etmeye gelen insanların çocukları bu toprakları da, bu topraklara ruh üfleyen İslâmî inançlarını, değerlerini ve derinliğini de yitirme ve tarihten silinme tehlikesinin eşiğine sürüklenme tehlikesi ile boğuşuyor iki asırdır…
RUH ATILIMI YAPAMAZSAK, YOK OLURUZ…
Bir de madalyonun diğer yüzü var, elbette ki:
Bu iki asırlık savrulma ve yok oluş süreci aynı zamanda direniş, toparlanış ve diriliş süreci.
Zorlu bir süreç bu: Dün dışarıdan saldırılara karşı fiilî bir direniş mücadelesi vardı; bugünse içerden ülkeyi, insanını içten içe çürüten, zihnen sömürgeleştiren yıkımlara karşı zihnî / kültürel bir direniş ve diriliş mücadelesi vermek zorundayız.
Türkiye’nin fiilen sömürgeleştirilemediğini iyi biliyoruz ama zihnen sömürgeleştirilme tehlikesinin pençesinde kıvrandığını, içerden bitirilmeye çalışıldığını, eğitimde, kültürde, sanatta, medyada ürpertici bir mankurtlaştırılma tehlikesiyle boğuştuğunu göremiyoruz. Göremiyoruz çünkü genç kuşaklar celladına aşık edilerek tasmalı çekirgelere dönüştürülüyor hızla…
Bir taraftan dışarıdan bir saldırı var bu ülkenin İslâmî ruh köklerinden beslenen aktörlere karşı. Öbür taraftan da İslâmî aktörlerin ülkenin maddî kalkınmayla düzlüğe çıkacağına dair büyük yanılgısı.
Şunu aslâ unutmayalım: Yönünü ve yörüngesini yitirmiş bir ülkede maddî refah üzerinde yoğunlaşmak toplumun felahına değil, iflah olmaz bir yok oluşun eşiğine sürüklenmesine yol açar.
Türkiye, manevî gücüne kavuşamazsa, bu maddî kalkınma bizim altımızı oyar, kuyumuzu kazar Allah muhafaza.
Türkiye, bundan sonraki süreçte,
yapmalı; kültür, düşünce, sanat ve medyada önümüzü açacak
büyük ruh atılımına hazırlanmalı.
Bizi dışarıdan saldırılar yok edemedi. Bizi, bizden uzaklaştıran, bizi bize yabancılaştıran mankurtlaştırıcı içerden yapılan saldırılar yok etme tehlikesi taşıyor.
O yüzden yeniden ruh atılımına ihtiyacı var bu ülkenin; bu ruh atılımını gerçekleştirecek, hem kendini hem de dünyayı iyi tanıyan fedakâr, vefakâr ve cefakâr öncü kuşaklara…
Bu öncü kuşakların gelişini görüyorum… Fikir ve oluş çilesi çekerek geliyorlar onlar… kozalarını örüyorlar…
Hem o öncü kuşakları iyi yetiştirememiz hem de ülkeyi kurda kuşa yem edecek büyük hatalar yapmamaya özen göstermemiz şart.
Bu ülkeyi korursak, geleceği biz kurarız yeniden. Bu ülkeyi korumanın yegâne şartı, bu ülkeyi bize yurt yapan İslâmî ülkülere ve sarsılmaz evrensel ilkelerine sımsıkı sarılmak.
Sözün özü: Türkiye’yi aslâ yok edemeyecekler: Biz küllerimizden doğmasını bileceğiz ve kültürel / zihnî seçimimizi yaparak dünyanın kaderinin belirlenmesinde yine kilit, tarihî bir rol oynamaya devam edeceğiz biiznillah.
Vesselâm.