Saraybosna’da Batılıların desteğiyle yapılan ürpertici kültür katliamı!

04:004/02/2024, Pazar
G: 4/02/2024, Pazar
Yusuf Kaplan

Büyük Balkan Seyahati’mizin son durağındayız. Seyfullah Yiğit kardeşimiz nehir gibi akan kalemiyle etkileyici tadımlık bir Saraybosna portresi sunuyor. Güzel bir pazar yazısı. İyi okumalar… *** Saraybosna yolundayız hâlâ… ve yazıya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yemek için yol üstünde güzel bir yerde durduk. Nehir kenarında güzel bir mekân. Yemekten sonra yolumuza devam ettik. Yolda bir cami gördük. Akşam namazı vakti de girmişti. Kılalım mı devam mı edelim derken durduk namaz için. İyi ki de

Büyük Balkan Seyahati’mizin son durağındayız. Seyfullah Yiğit kardeşimiz nehir gibi akan kalemiyle etkileyici tadımlık bir Saraybosna portresi sunuyor. Güzel bir pazar yazısı. İyi okumalar…

***

Saraybosna yolundayız hâlâ… ve yazıya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yemek için yol üstünde güzel bir yerde durduk. Nehir kenarında güzel bir mekân. Yemekten sonra yolumuza devam ettik. Yolda bir cami gördük. Akşam namazı vakti de girmişti. Kılalım mı devam mı edelim derken durduk namaz için. İyi ki de durmuşuz. Çok güzel bir akşam namazı eda ettik o şirin ve küçük camide. Cemaati üç beş kişiydi caminin. Bizimle şenlendi camii. Cami cemaatinin de çok hoşuna gitti. Tesbihattan sonra sohbet ettik ayaküstü. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince gözlerinin içi güldü cemaatin. Çok memnun oldular. Sanki bir Bayram Namazı buluşmasıydı. Herkes heyecanlı ve neşeliydi. Caminin duvarları da iyi ki geldiniz der gibiydi. Bu garipliğimizi bir an olsun bile giderdiğiniz için teşekkür ederiz der gibiydi camii duvarları… işlemeleri… avlusu ve minaresi… uzun bir süredir içimiz bu kadar huzurla dolmuş muydu bilmiyorum ama bu şirin camide kıldığımız namazın verdiği huzurun tarifi yok, bunu biliyorum…

Gece Saraybosna’ya vardık. Hotelimiz şehir merkezine yakın bir yerde. Eşyalarımızı odalarımıza bırakıp aşağıya indik. Yemekten sonra çay sohbetinde çok güzel bir kardeşlik tesis etti aramızda baş mihmandarımız Yusuf Hoca. Daha önce tanışmayıp bu seyahat vesilesiyle tanışanlar kardeş oldu. Birbirlerinin numaralarını aldılar. Yeri geldiği zaman birbirlerinin sıkıntısıyla ilgilenecektiler. Yusuf Hocamız bu güzel uygulamayı uygun zamanlarda yapar ve çok da güzel olur. Bu kardeşlik muhabbetiyle aramızda ekilen kardeşlik tohumu bir anda büyüyüp yeşerdi, elhamdülillah…

18 Kasım Cumartesi’ye Saraybosna’dan merhaba dedik. Şehrin tarihi çarşısına otobüsümüzle giderken Mihmandarımız Süleyman’dan öğrendik. Osmanlı döneminde sarayın mutfak ihtiyaçları, Sarajevo/Saraybosna’dan karşılanıyormuş. Çok bereketli ovaları olduğu için sarayın ihtiyaçları buradan karşılanırmış. Buradaki meyve ve sebzelerin tadı da çok güzel olduğu için özellikle tercih edilirmiş saray eşrafı tarafından. Bereketli bir şehir olduğu her halinden belli. Şehrin ortasından akan nehir, bu bereketin sembolü adeta. Saraybosna’yı çok sevdim. Biranda aramızda bir muhabbet oluştu. Balkan seyahatimizde en çok sevdiğim şehir Saraybosna oldu diyebilirim. Süleyman kardeş anlatıyor. Şehrin bizden olduğunu ve nasıl bizden koptuğunu göreceksiniz. Tarihi çarşıya varmadan bizi önbilgilerle hazırlıyor mihmandarımız her zamanki gibi. Şehirde hem Osmanlı tarafı hem de Avusturya tarafı var. Her iki imparatorluğun izlerini şehirdeki eserlerden görmek mümkün. Şehri ortadan bölen nehir, Milaçka nehri, bu da Neretva Nehri gibi zümrüt yeşili renginde akıyor…

Birinci Cihan harbinden önce şehir Avusturya İmparatorluğu’nun eline geçer. Prens Ferdinand şehre ziyaret için gelir. Bombalı suikast düzenlenir prense. Prens, kurtulur ancak ölüm vakti yaklaşmıştır. Adeta ölümüne kendisi gider. Yapılan uyarılara rağmen ziyareti yarıda bırakmaz. Yola devam eder. Suikast ekibinden ayrılanlar prensi biranda önlerinde görürler ve öldürürler. Son Veliaht Prens Ferdinand’la birlikte Avusturya’nın geleceği de öldürülmüştür. Avusturya, Sırplara savaş açar ve ateş büyüyüp cihan harbine dönüşür. İşte birinci cihan harbinin görünürdeki sebebi bu olaydır.

Her tarafta heykeller var. Ruhsuzluğun sembolleri… Batı uygarlığı zahire önem verir. Aslında zahirede önem veremez çünkü batından uzaklaşan zahirden de uzaklaşır. İç ve dış birdir. İkisini birbirinden ayıran, insandaki, yaratılıştaki o muazzam uyumu da bozmuş olur. Batı uygarlığının barbarlığının altında bu uyumun bozulması gelmektedir. Heykelcilik mesela. Zahirperestliğin dışa vurumudur. Batı uygarlığı için görünen vardır. Görünen de nefsin gördüğüdür! Kalbin gördüğü değildir. Kalple gören, surete takılı kalmaz. Batı uygarlığı, sureti aşamamıştır diyeceğiz ama aslında sureti dahi yakalayamamıştır. Heykelle yaptıkları şey, kötülükleri dile getiren nefsin cisimleşmesinden başka bir şey değildir. Hakikatten kopukturlar yani. Fıtrata aykırı yollarla hakikat bulunamaz. Hakikat, cisimlere hapsedilemez. Saraybosna’da bunu görmek mümkün. İslâm medeniyetinin üstünlüğü, Tevhid-Nübüvvet esaslarına dikkat etmesinden geliyor. Yeri geldiğinde değineceğiz. Osmanlı çarşısıyla Avusturya çarşısı, ak ve kara gibi… birinde nur diğerinde kir… inanın bunu yerinde müşahede ettik. Ruh ve ruhsuzluk… bu her yerde böyle. Bu sebeple sürekli şunu haykırıyoruz: İslâm medeniyeti, hakikat medeniyetidir. Buna bütün insanlığın ihtiyacı var hem de hava, ekmek ve su gibi… Gazze’deki müminlerin ekmeğe nasıl ihtiyacı varsa ondan daha şedit bir şekilde bütün insanlığın, hakikat medeniyeti olan İslâm medeniyetine ihtiyacı var.

Yine uzattık. Ne yapalım. Saraybosna gibi insanı hakikat medeniyetine kamçılayan bir şuur şehrinde tefekkür etmeden yapamıyor insan. Doğal olarak uzatılıyor meseleler… neyse devam ediyoruz. Hac Camii varmış Osmanlı döneminde. Hacı adayları bu camide toplanır ve helalleşirmiş insanlarla. Borçlar ödenir, küslükler giderilir tam bir helalleşme yapılır yani. Bugün hacca hâlâ buradan gidilir. Ne kadar güzel bir uygulama. Bakar mısınız bu güzelliklere… insanın yazarken bile içi ısınıyor…

Büyük kütüphanenin önündeyiz. Osmanlı döneminde şimdiki adıyla belediye binasıymış. İdari işlere buradan bakılıyormuş. Daha sonra kütüphane oluyor. Buranın hazin hikayesini Yusuf Hoca’da Süleyman kardeşe dahil olarak anlattı. İçinin yandığı çok belliydi Yusuf Hoca’nın. İnsan kafayı yiyor, bu kadar zulüm karşısında çıldırmamak elde değil. Üç milyona yakın eser varmış burada. Bunlardan 25 bin eserin hiç kopyası yok. Nadide eserler yani! Bosna savaşında burası da bombalanıyor. Tam bir kültür katliamı gerçekleştiriliyor. Yüzyıllarca yıl geçse de bu barbar Moğol zihniyeti devam ediyor maalesef zalimlerce. Gazze’de camii, okul, kilise, üniversite bombalayan zalim İsrail, barbar Moğol zihniyetini, Moğolları aratacak şekilde devam ettiriyor on yıllardır… ancak tarih yıkanları değil, gönüllere dokunarak inşa edenleri yazıyor…

Baş çarşıdayız. İsa Bey döneminde inşa edilen ruh dolu bir çarşı, baş çarşı… devam edeceğiz inşâallah.

#Saraybosna
#Aktüel
#Kültür
#Tarih
#Toplum
#Yusuf Kaplan