Ontolojik felaketi aşmanın yolu: Sünnet-i Seniyye

04:004/12/2022, Pazar
G: 4/12/2022, Pazar
Yusuf Kaplan

Yeni Şafak·Yusuf Kaplan - Ontolojik felaketi aşmanın yolu: Sünnet-i Seniyyeİçinde yaşadığımız çağı iyi kavramadan, çağrı›mızın çağ›ını kurması yolculuğuna çıkamayız. Kendimizi anlamadan da çağı anlayamayız. Kendimizi anlamanın yolu, fıtratı iyi kavramaktan ve fıtratın nasıl metamorfoza uğratıldığını görebilmekten geçer.SOCRATES’İN SEVABI VE GÜNAHIÇağımızın en parlak düşünürüHeidegger, “felsefenin / ‘düşünme’nin Socrates’le birlikte bittiğini” söylemiş, 2500 yıllık bir ezberi bozmuştu.Oysa bize anlatılan

İçinde yaşadığımız çağı iyi kavramadan, çağrı›mızın çağ›ını kurması yolculuğuna çıkamayız. Kendimizi anlamadan da çağı anlayamayız. Kendimizi anlamanın yolu, fıtratı iyi kavramaktan ve fıtratın nasıl metamorfoza uğratıldığını görebilmekten geçer.

SOCRATES’İN SEVABI VE GÜNAHI

Çağımızın en parlak düşünürü
Heidegger
, “
felsefenin / ‘düşünme’nin Socrates’le birlikte bittiğini
” söylemiş, 2500 yıllık bir ezberi bozmuştu.

Oysa bize anlatılan hikâye neydi, şimdiye kadar?

Felsefeyi, dolayısıyla düşünmeyi
Socrates, Eflatun ve Aristo
’yla
başlatmaktı.
Bugün yaşadığımız temel
v
aroluşsal sorunların gerisinde Socrates’in imzası vardır
, dersem bir ezbere de bendeniz bozmuş olur muyum, bilemiyorum!
Socrates’in bir günahı var, bir de sevabı.
Socrates’in sevabı, Grek putlarını yıkması.

Socrates’in günahı ise, iki bin küsur yıldır insanlığa pahalıya malolan, insanın tanrılaştırılması (antroposantrizm) yolculuğunun temellerini atması.

Birinci sınıf felsefe tarihçileri bize,
Socrates’in
yaptığı işi / işlediği “
metafizik cinayet
”i, tek bir kavramla anlatırlar:
Disconnection
. Yani
irtibatın-kopması
.

Socrates, insanın gök’le irtibatını kopardı, yer’e mahkûm etti insanı.

ONTOLOJİK FELÂKET: İNSANIN TANRILAŞTIRILMASI

İnsanın beşerüstüyle, tabiatüstüyle, ilâhî olan’la irtibatının kopması ve tanrılaşması, insanın Tanrı’ya, Tabiata, İnsana hâkim olma güdüsü tarafından güdülmesine yol açtı.

Yani
Socrates’le birlikte, Batı uygarlığı, ontolojisini yitirdi; yolculuğunu yalnızca epistemoloji / bilme çabası
üzerinden sürdürdü...

O yüzden, Greklerin insanı tanrılaştırması, Kilise çağlarında Hıristiyanların Tanrı’yı insanlaştırmaları şaşırtıcı değildir.

Hümanizm, Rönesans ve Reformasyon yolculuklarıyla gerçekleştirilen modern meydan okuma, yeniden insanın-tanrılaştırılmasıyla sonuçlandı.

İçinden geçtiğimiz postmodern süreç ise, insan’sız (post-hümanizm) ve Tanrı’sız (post-teistik) bir dünya. Hakikat fikrinin reddedildiği, her şeyin izafileştirildiği, yarı-insan, yarı-makina (cynorg) ruhsuz bir tür’ün hayata çeki düzen verdiği
ontolojik felâketler çağı.
Descartes, “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız” demişti
: İnsanın tanrılaştırılmasının ürpertici bir örneğiydi bu.
Modernler, tabiatın nasıl efendileri ve hâkimleri olacaktı? Bu sorunun cevabını,
Bacon, “bilgi güçtür”, diyerek vermiş, gücü, güç elde etme güdüsünü kutsamıştı.

İnsanın tanrılaştırılması, insanın ontolojik güvensizlik sorunu yaşamasına yol açacaktı. İnsanın böyle bir sorunla varlığını bile sürdürebilmesi mümkün değildi.

Çıkış yolu bulunmuştu:
Ontolojik güvensizlik sorunu, güç üreten araçların kontrol edilmesini sağlayan epistemolojik güvenlik alanlarının genişletilmesiyle aşılacaktı.
Modernler, bilgi’yi güç olarak konumlandırdılar
; bilgiye sahip olarak güç üreten araçlara (tabiata, bilime, teknolojiye) sahip oldular: Sahte ama muazzam bir aşırı özgüven duygusu icat ettiler: İnsan artık her şeyi bilebilirdi, her şeyi kontrol edebilirdi, her şeye çeki düzen verebilirdi.

Nedir bu? İnsanın tanrılaştırılması elbette.

Bilgi üzerinden güç üreten araçlara sahip olunması, zamanla araçlara sahip olma güdüsünün amaç hâline gelmesiyle, bu da her şeyin yerle bir olmasıyla sonuçlandı.

Sema’dan Arz’a düşen, hayatı yalnızca Arz’dan ibaret gören modern / seküler insan, arzın, arizîliklerinin yol açtığı maraziliklerin taarruzlarına maruz kalmaktan kurtulamayacaktı.

Yalnızca bilgilenme / epistemoloji üzerinden bir dünya kuramazsınız. Bütün dünyaları da yıkarsınız. Yapılan da bu oldu.

Ontolojisi olmayan bir uygarlık, dünyayı cehenneme çevirecekti; bu kaçınılmazdı.

Melekûtî âlemle
irtibatını koparan, dünyayı / hayatı yalnızca
mülk alemine kilitleyen bir uygarlık
, melekûtî âlemden süt ememediği için insanın meleksi melekelerini yok edecek ve yalnızca mülk âlemine mâlik / sâhip olma, mülk âleminde meliklik taslama / hegemonya kurma kaygısıyla yaşayacaktı.

ONTOLOJİK FELÂKETİ GÖRME’NİN VE AŞMA’NIN YOLU: SÜNNET-İ SENİYYE

Peygamberlik fikri ve hakikati olmadığı için, insan tanrılaştırılmıştı
: Araçlar, amaçların yerine yerleştirilmiş, güç kutsanmış, epistemolojinin / bilginin güç üreten araçları (bilim, teknoloji, hız, haz vs) çoğaltarak bu araçlara sahip olma güdüsünün insanın amaçlarını yitirmesine yol açması engellenememişti.
İşte
Sünnet-i Seniyye’nin hayatî rolü, ontolojik bir imkân sunması
: İki bin küsur yıllık pagan Batı uygarlığı tarihinin ürpertici serüveni, Kitab’ın sadece okunarak / bilgilenerek insanca bir dünya kurabilmenin peygambersiz imkânsız olduğunu gözler önüne sermeye yetiyor.

SÜNNET-İ SENİYYE: İNSANIN FITRATINI KORUMASININ TEK SİGORTASI

Oysa
Sünnet-i Seniyye, bilgi’nin hayat hâline nasıl dönüştürülebileceğinin yegâne anahtarı.
Çünkü Sünnet-i Seniyye, hakikatin doğrudan hayat olmasının, insanın fıtratını korumasının tek sigortası.

Hakikate, bilme yolculuğuna çıkarak değil, olma yolculuğuna çıkarak ulaşabilirsiniz.

“Ben Kitabı okurum, anlarım” diyen kişi, ne dediğinin farkında bile olmayan zavallının tekidir.
Çünkü
aslolan Kur’ân’dır ama Kur’ân’ı hayat hâline getirecek yol, Sünnet-i Seniyye’dir.
Yani Kur’an asıldır; Sünnet usûl. Amaç hakikate vusûl’dür / ulaşmak. Ama usûl olmadan vusûl olmaz. Fusûl / sapma, savrulma olur ancak.

Peygamber’in olmadığı bir yerde bilgi hayata değemez, aksine kör bilinç üretir, hayatı da, hakikati de linç eder.

Peygamber’in olmadığı bir yerde, hakikatle doğrudan, dolayısıyla doğurgan bir irtibat kurulamaz.

SÜNNET-İ SENİYYE VE MEZHEPLERİN HAYATÎ ONTOLOJİK FONKSİYONU

Mezhepler, Sünnet-i Seniyye’nin fonksiyonunu icra eder. Mezhepler, usûl yolculuklarıdır çünkü.

Sünnet-i Seniyye, dolayısıyla mezhepler hem sâbitelerin değişkenler (kültür) tarafından yutulmasını önler; hem değişkenlerin (kültür’ün) sâbite katına yükseltilmesinin önüne set çeker; hem de değişkenlerin (kültür’ün) sâbiteler ışığında sonsuz bir şekilde yorumlanmasının yolunu açar.

Çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız.
Müslüman zihnini ve Müslümanca yaşama zeminini yitirdiğimiz için tanıyamadığımız,
sürekli tanımlandığımız bir ç/ağ’da zihnimiz, çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşüyor ama bunu göremiyoruz
bile.

Sünnet-i Seniyye, bize ontolojik bir alan açıyor: Bizim hem ümmîleşmemizi (çağın ağlarından, bağlarından ve dünyasından arınmamızı) hem de hakikati her hayat hâline getirme, fıtratı yitirmeme kaygısı ile hareket etmemizi sağladığı için ontolojik felâketi önleyecek yegâne kaynaktır.

Şimdi insanın fıtratını korumasının yolunun nereden geçtiğini ve Batılıların çeyrek asırdır neden hadislere, Hz. Peygambere (sav) ve mezheplere saldırdıklarını daha iyi anlıyor olmalısınız.

Vesselâm.

#Sünnet-i Seniyye
#Kur'an
#Descartes
#Felsefe