İnsan, âlemin ruhudur. Şehirse, büyük âlem’le küçük âlem’in -yani insan’ın- buluşma ufku; ötelere, ötelerin ötesine ulaşma umudu...
O yüzden şehir, insanın aynasıdır; insan şehir’de, şehir de insan’da yansır: Birbirinden ilham alır ve umut devşirir ikisi de: Medeniyetin ufuk haritalarını her dâim yenilerler böylelikle -birbirlerine bakarak ve birbirlerine akarak...
İnsan şehirle konuşabildiği zaman, şehir şehrâyin yerine döner. Bir mevlevî gibi ellerini göğe yükselterek semâ eder, döner de döner ve Rabbine şükreder.
İnsan şehirle konuştukça, şehir yerinde duramaz; zevkten dört köşe olur ve insana bütün meyvelerini sunar cömertçe.
İstanbul’la konuşmaya devam ediyoruz…
Daha önceki bir yazımı hafifçe tozunu alarak paylaşıyorum bu kez.
Her şehrin bir kalbi, bir ruhu ve bir de canı vardır elbette. İstanbul’un kalbi, Ayasofya; ruhu Süleymaniye; canı da Sultanahmet’tir.
İstanbul’un kalbi Ayasofya durdu; İstanbul kıyıya vurdu: Kan kusuyor o yüzden İstanbul.
İstanbul’un ruhu Süleymaniye durdu; İstanbul kan ağlıyor o yüzden.
İstanbul’un canı ve nefesi Sultanahmet durdu; İstanbul can çekişiyor o yüzden.
İstanbul: Mekke ve Medine’nin hâsılası. İstanbul’un Mekke’si, Ayasofya; Medine’si Süleymaniye; meyvesi de Sultanahmet.
Hakikat şiarı, İstanbul’da, Ayasofya’yla hayat buldu; hakikat şuuru, Süleymaniye’yle hayat oldu; hakikat şiiri, Sultanahmet’le meyveye durdu, herkese ve her şeye ruh üfleyen aziz, leziz ve asil bir hayat sundu.
İstanbul, medeniyetimizin gökkubesiydi: Mekke ve Medine’de özetlenen medeniyetimizin koruyucu meleği.
Şam’ın, Kahire’nin, Saraybosna’nın, Üsküp’ün, Kudüs’ün, Herat’ın, Basra’nın, Halep’in, Yemen’in, Kırım’ın, Bağdat’ın koruyup kollayıcı gönül payitahtı.
Bursevî Hazretleri, İstanbul’un, Rabbimizin “el-Câmi’” ism-i şerîfinin sembolü,mazhargâhı olduğunu söyler.
İstanbul, bütün yolların kendine çıktığı, bütün yönlerin kendisine yöneldiği, bütün umutların kendisinde toplandığı, hakikat medeniyetinin hem kurucu, hem de koruyucu merkez üssü/ydü. İstanbul düştüğünde, gökkubbemizin çökmesi de mukadderdi o yüzden.
İstanbul, Mekke’sini yitirdiği zaman kalbi durdu; Medine’sini yitirdiği zaman ruhu çekildi; o yüzden meyve veremez oldu; o yüzden hakikat şiirinin şarkısını besteleyemez oldu.
İstanbul düştüğü için hayallerimiz suya düştü.
İstanbul düştüğü için iddialarımızı yitirdik.
İstanbul düştüğü için rüya göremez olduk. Kaç kuşak, İstanbul rüyası gör/e/meden yaşıyor!
İstanbul düştüğü için hayatımız soldu; nefesimiz dondu; tarih durdu; hakikat yolculuğumuz son buldu.
İşte o yüzden İstanbul’un gökkubbesi çöktü ve o yüzden İstanbul, rüya göremez oldu.
İstanbul gitti. Şiir bitti.
Belki de şiir bitince, İstanbul da çekti gitti...
Oysa İstanbul olmadan, İstanbul asil ruhuna yeniden kavuşmadan, İstanbul toparlanmadan ve ayağa kalkmadan kendimize gelebileceğimizi düşünmeyelim bile.
Ama biz kendimize gelemediğimiz sürece, İstanbul’un kendine gelemeyeceğini de iyi bilelim. Biz olmadığımız için, biz burada olamadığımız için İstanbul yok.
İstanbul, “fâtih”ini arıyor: İstanbul’u yeniden diriltecek, İstanbul’u yeniden gül bahçesine, lâle bahçesine, bir şehrâyine çevirecek “fâtih”ini arıyor İstanbul.
Evet İstanbul, can çekişiyor: Ölümlerden ölüm beğeniyor her geçen gün!
Ama İstanbul, ölmeyecek. Atlılar, İstanbul’u kurtarmaya gelecek; “koşu bittikten sonra da koşmasını bilen atlılar...”
İstanbul’un diriltici bir soluğa, hayat bahşedici bir ses’e ihtiyacı var: İsrafil’in kalk borusu gibi diriltici, silkeleyici, ruh üfleyici, derinlerden, tâ derinlerden, ötelerden, ötelerin ötesinden gelecek, yeniden diriliş muştusunu getirecek ve İstanbul’u yeniden kendine getirerek ayağa kaldıracak gür bir “ses”e ve “nefes”e...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.