At izi it izine karıştı yine.
Bu kez içerde değil, dışarda, uluslararası ilişkilerde: Rusya, Ukrayna’dan kopup Rusya’ya ilhak kararı alan dört eyaleti resmen Rus Federasyonu’na bağladı.
Rusya Devlet Başkanı
, Kızıl Meydan’da popülist bir söylemle, federasyona bağlı bütün eyaletlerin başındaki kişilerin de katıldığı bir toplantıda, dört eyaletin ilhakını kutladı.
Rusya’nın ilhak kararının ardından
Ukrayna, resmen NATO’ya üyelik başvurusu yaptı.
Bölgede değil, küre genelinde sıcak gelişmelere gebe
bunlar!
“Yeni bir Dünya Savaşı’nın ayak sesleri mi?” diye soruyor herkes her yerde!
Ama at izi, it izi sorunu,
Rusya-Ukrayna arasında gözlenen sinir harbi’nde
değil, Ege’de adaların vahşîce silahlandırılması,
Kıbrıs’ta Rumlara uygulanan silah ambargosunun kaldırılmasıyla
da Kıbrıs’ta yaşanıyor.
TÜRKİYE NİÇİN KUŞATILIYOR?
Yaşananlar, Türkiye’nin karadan ve denizden, kuzeyden ve güneyden, batıdan ve doğudan kuşatılması!
Neden Türkiye’yi kuşatıyorlar? Ve kimler kuşatıyor Türkiye’yi aslında?
Şunu hiçbir zaman aklınızın köşesinden çıkarmayacaksınız:
ABD demek, Yahudi gücü, Yahudi hegemonyası demek.
Türkiye Ege’de, Kıbrıs’ta ve güney sınırımızda hem Irak’ta hem de Suriye’de ABD tarafından kuşatılıyor.
Güneyimizdeki kuşatma, bütün uluslararası anlaşmaları hiçe sayan, terör örgütlerine açıkça çok ağır, sofistike askerî yardım yapan bir kuşatma.
Buradaki paradoks gibi gözüken hikâye mutlaka kayda geçirilmeli:
Birincisi, ABD hem terörizmle savaştığını iddia ediyor hem de bütün dünyanın gözünün içine baka baka azılı terör örgütlerini destekliyor, finanse ediyor ve silahlandırıyor.
İkincisi de, Batı ittifakının bütün belli başlı kurumlarının üyesi Türkiye’ye karşı terör örgütlerinden yana tavır alıyor ve silahlandırıyor bu örgütleri ABD!
Eğer dünyadaki ilişkiler normal, ilkeli ilişkiler olmuş olsaydı, anlaşılması, izahı zor bir durum olarak görülebilirdi bu ili grotesk facia da!
Ama dünyaya iki dünya savaşından sonra
kapitalist Batı küreselleşmecileri
çeki düzen veriyor! Kendi kurumlarını ve düzenlerini kurdular ve dünyaya dayatıyorlar.
Türkiye, Batı’dan gelecek saldırılardan korunmak için Batılı kurumlara katıldı ilkin
ama sonra ne olduysa oldu,
hiç olmadığı kadar
uyguladı,
Türkiye resmen medeniyet iddialarından vazgeçtiğini ilan etti!
Tarih yapan bir aktörden tarihte tatil yapan bir figüran’a dönüştüğünü gösterdi bütün dünyaya.
İstenen de buydu.
Batılılar, başlarda, Türkiye’nin yaşadığı bu “deri değişimi”ni alkışlamışlardı ama
Türkiye gibi insanlık tarihinin yapılmasında kilit rol oynayan dünya güçlerinden birinin tarihî iddialarından vazgeçmesinin mümkün olmayacağını
çok iyi biliyorlardı.
Çok iyi biliyorlardı;
çünkü tarihin nasıl yapıldığını iyi biliyorlardı
: Dolayısıyla
Türkiye’nin er ya da geç medeniyet iddialarını hatırlayacağını,
ardından da sahipleneceğini düşünüyorlardı.
Türkiye, devlet olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte ilk kez medeniyet iddialarından söz etmeye, daha önemlisi de medeniyet coğrafyasına iyi kötü çeki düzen vermeye kalkışınca Batılılar külahlarını değiştirmeye ve açıkça Türkiye’ye husûmet beslemeye, Türkiye’yi kuşatmaya başladılar. Son on yıldır Türkiye başına ne geldiğini ve aslında ne olduğunu hatırladı, ruh köklerini harekete geçirmeye karar verdi.
Aslan düştüğü yerden kalkar’dı. Ancak
Türkiye’nin laikleri veya Batıcıları, Türkiye’nin İslâmî ruh köklerini inkâr etme, tarih bilincini yok etme girişimlerini fazla ciddiye aldılar!
Türkiye’nin medeniyet birikiminin reddedilecek, inkâr edilecek ya da reddedilince veya inkâr edilince kolayca unutulacak bir birikim olmadığını idrak edemeyecek kadar sığ, saplantılı, epistemik körleşme yaşayan bir entelijansiyaydı!
Ancak insanlık tarihinin en köklü, en asil medeniyet tecrübelerinden biri bu topraklarda geliştirilmişti. Bu topraklar, değiştirilemediği, metamorfoz yemediği sürece bir gün yaşadıklarını hatırlayacak ve üzerinde yaşayan insanlara o muazzam ve muazzez medeniyet tecrübesini hatırlatacaktı.
Er ya da geç olacaktı, kaçınılmazdı bu!
Tarihin ve toplumun işleyiş mantığı bunu gerektirirdi.
TÜRKİYE, NE’Yİ YİTİRDİĞİNİ HATIRLAYINCA…
Türkiye ne olduğunu ama başına ne geldiğini hatırlayıp da
medeniyet iddialarıyla donanmaya
ve ona göre hareket etmeye başlayınca,
Ve Türkiye’nin yeniden gelişinin mutlaka durdurulması gerektiğine hükmettiler!
O yüzden kuşatılıyor Türkiye dört bir taraftan!
Ama artık “ses duvarı” aşıldı, deyim yerindeyse:
Türkiye, ruh kökleri çerçevesinde düşüncede, sanatta, eğitimde, kültürde büyük bir atılım gerçekleştirebilirse, dünya tarihinin akışının şekillendirilmesinde yine biz belirleyici rol oynayabiliriz.
Elbette ki, ayaklarımızın yere basması şart. Şu şartlarda böyle bir şey imkânsız.
Şu an
bilfiil bir küresel güç değil Türkiye ama bilkuvve küresel bir güç
: Başta bölgeniz olmak üzere
yerkürenin teo-politik, teo-stratejik dengeleri Türkiye’den bağımsız belirlenemez ve değiştirilemez!
Şunun farkına varalım:
Dünyanın ruhu, bu topraklarda gizli.
Dünyayı kendine getirecek ruh Batı’da da, Doğu’da da yok, kalmadı!
saldırganlaştı ve seçenek olma ihtimalini yitiriyor.
yaklaşık bir asır önce bitmişti.
İngilizlerin ise hiçbir zaman ruhu olmamıştı.
Gizil güç olarak varlığını sürdüren, sabırla yatağından fışkıracağı anı bekleyen
herkese, bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyan medeniyet ufku, yeniden dünyanın ruhu olabilir ya da dünyaya ruh üfleyebilir.
Dün olan, yarın olacak olanın -en azından- işareti ve ispatıdır.
Tel şartı var bunun: Türkiye,
savunma sanayisinde yaptığı devrimi eğitimde, düşünce, kültür ve sanat hayatında da gerçekleştirebilirse, dünyanın ruhu olduğunu gösterecek
muazzam bir medeniyet yolculuğuna öncülük edebilir…
İşte o zaman önümüzdeki yüzyıl Türkiye Yüzyılı olabilir Allah'ın yardımıyla…