Bilimci, kuru bilgi verir sadece: Olan’ı açıklar, açıklamaya çalışır: Olan’a bakar sadece, kabuğa.
Oysa
âlim, kuru bilgi veren kişi değildir. Olan’ı açıklamakla yetinmez, olan’ın anlamını açıklar,
anlamlandırır, yorumlar. Kabuk’la, dış yüzeyle, görünen’le ilgilenmez; aksine öz’le, iç yüzey’le, görünmeyenle ilgilenir.
Bir hâdisenin anlamını çözmek için köklerine kadar gider, bütün açılardan inceler.
Bilimci, hayatın işleyişini aktarır bize. İşleyişin ne anlam ifade ettiğini açıklayamaz. Mekaniği çözer yalnızca.
Âlim, hayatın ruhuna nüfûz eder, anlamını çözer hayatın.
Hayatın anlamı, varlığın varediliş sırrının çözülmesinde gizlidir.
Bir şeyin anlamını o şeye bakarak değil, o şeyin ötesine taşarak, o şeyin diğer şeylerle ilişkisini çözerek çözebiliriz. Hayat, soyut ve bireysel değildir. Müşahhas, ilişkili, irtibatlı ve müşterektir. Hakikat, hayatta gizli olan ilişki, irtibat ve müştereklik durumunun kodlarını çözerek keşfedilebilir.
Hakikat, kabukta, dış görünüşte değil, öz’de, iç’te gizlidir.
Hakikat bir ev gibidir: İçine girilen, iskan edilen, mesken tutulan, sükûn bulunan bir ev.
İçine girilmeden dışarıdan içerde ne olduğuna dair hüküm verilemez. Bu çok saçma bir şey olur.
Bilim bakar sadece, göremez. Kalbi yoktur çünkü. Kopuktur. İç›ten yoksundur. Ruhsuzdur.
Bilim, basar’la, çıplak göz’le, görünüş’le ilerler.
İlim, basîretle, kalp gözüyle, görünenin ötesiyle ilgilenir.
Lafızlara takıldığımı düşünenler olabilir. Lafızlara takılmak sığlıktır. Apayrı dünyalara işaret eden kavramlardan söz ediyorum burada. Kavramların ruhu vardır.
İlim ile bilim aynı şeyler değildir.
İlmin temelde dışa ve içe bakan iki boyutu ya da yüzü vardır.
Dışa bakan yüzüne kesbî / akılla elde edilen ilim diyoruz.
İçe bakan, ilâhî lûtfun eseri olan yüzüne de vehbî veya ledünnî boyut diyoruz.
Batı bilimi sekülerdir. Dünyaya parçalı bakara, bütüncül bakamaz.
Müslüman ilmi, seküler değildir, bütüncül bakar dünyaya.
O yüzden seküler bilimin ledünnî boyutu yoktur. O yüzden ruhsuzdur. O yüzden mekaniktir. O yüzden dünyayı da, insanı da mekanikleşirmiş ve ruhsuzlaştırmıştır.
Seküler Batı bilimi, o yüzden
sadece nasıl sorusunun izini sürer:
Nasıl daha fazla üretebiliriz? Nasıl daha fazla hâkim olabiliriz? Vesaire gibi…
Oysa Müslüman ilmi ne, nasıl ve niçin sorularının hepsini de devreye giydirir: Bir olgunun, hem keyfiyeti / mahiyeti / neliği / niteliği hem kemmiyeti / niceliği hem de gâiyeti / makasıd’ı Müslüman ilminin birbirinden koparmadan araştırdığı üç temel sorun’dur.
Öyleyse buradan varılacak sonuç şudur:
Bilim, hakikati teslim alma çabasıdır. Sadece hâkimiyet kurma kaygısı güder
. İnsana, tabiata, Tanrı’ya hâkim olma çabası içine girer. Hâkim olduğu şeylerin mahkûmu olmaktan kurtulamaz.
Bilgi güçtür, ilkesinden yola çıkar ama zamanla yoldan çıkar:
Gücü, güç üreten araçları kutsar, araçları zamanla amaçların önüne geçirmekten kendini alıkoyamaz. Sonuç: Amaçlarını yitirir, araçların kölesi olur.
Müslüman ilmi, hakikate teslim olma çabasıdır.
Hâkimiyet kurma kaygısı gütmek yerine Hakikatin izini sürer. Araçlar da amaçlar da yerinden edilmez, rollerini değiştirmez, varlığın düzeni yerle bir edilmez. Maksat, hakikate erişilmesidir. Bir şeyin özüne, ruhuna, iç yüzüne nüfûz edilebilmesi.
Seküler bilim, insanı makinaların kölesi haline getirir,
dünyayı orman kanunlarının hükümferma olduğu, sosyal darwinizm’in güçlü olanın haklı olduğu ve hayatta kalma hakkına sahip olduğu tiranlığı dünyayı cehenneme çevirir.
Müslüman ilmi, insanı yeryüzünün halifesi katına yükseltir.
Kur’ân’daki tanımıyla adaleti tesis eser: Her şeyi yerli yerine yerleştirir. Varlığın düzenini bozmaya kalkışarak
ontolojik şiddet üretmez:
Herkese yer olan, herkese hayat hakkı tanıyan yaşanabilir bir dünya inşa eder.
O yüzdendir ki,
Batı’da insan insanın kurdu olarak görülmüştür.
Oysa bizde insan insanın kurdu değil, yurdu, umudu ve ufkudur.
O yüzden Batılı düşünce tarihçisi (Peter Watson), “uzaylara, bütün dünyalara ulaştık ama insana ulaşamadık” diyerek bütün söylediklerimizi özetleyecek bir cümle kuracaktır.