Kosova’nın başkenti Piriştine’den devam ediyoruz ‘Büyük Balkan Seyahatimize.’ Bu derinlikli mükâşefe yolculuğunu Seyfullah Yiğit kardeşimizin kaleminden paylaşıyorum.
Dünyanın birbirine en yakın üç camisinin ikincisi, Aresta/çarşı Camisi. Bu cami Ahilik şuuruyla inşa edilmiş. Her yönüyle Müslüman bir nesil inşa eden ahilik sistemi, hayatı, HAYATIN merkezinden; en hareketli yeri, aresta/çarşıdan yola çıkarak, ıslah eder, inşa eder, imar eder, ihya eder… kadim geleneğimizdeki ahilik sistemiyle çarşılarımız…
Üçüncü cami, Yaşar Paşa Camii. Camilerin çok olması aslında problem değildir. Şehrin ruhuna RUH katıyorsa, işlevselse; maddî manevî olarak şehre ve insana güzellik katıyorsa, her 300-500 metrede bir küçük, kubbeli, minareli şirin camiler yapılmalıdır…
Osmanlı, bunun hakkını vermiş. Şehirleri, cami üzerinden, caminin ruhu üzerinden, bu RUHU merkeze alarak inşa etmiş… Modern dünyanın insanları olarak bizler burayı kaçırdık. Şehirlerimiz, kim olduğumuzla ilgili bize çok net bir bilgi veriyor. Ve yine tarihten miras aldığımız bu tarihi camiler, eserler, bir zamanlar kim olduğumuzla ilgili de çok net bilgi veriyor. Kendimize nasıl çeki düzen vermemiz gerektiğiyle ilgili örnekler… elimizin altında!
Türkiye’nin TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar aracılığıyla yaptığı güzel işler var. Osmanlı kültür mirasının gün ışığına çıkarılması, korunması çok hayatî işler. Üzerimize bundan daha fazlası düşüyor. Ekonomik ilişkiler kurulmalı. Burada da Balkan devletlerini ayağa kaldıracak şekilde ekonomik faaliyetler yürütülmeli. Bunların yanında tabi ki ilim-irfan-hikmet çerçevesinde de köklü ve ruh dolu faaliyetler yürütülmeli. Yusuf Hocamın ifadesiyle; bizler gittiğimiz için onlar geldiler. Bizler geldiğimizde onlar yeniden gitmek zorunda kalacaklar. Clinton’ın heykeli bizim hâlâ buralarda olmamız gerektiği gibi olmadığımızı göstermiyor mu? Bekliyorlar Müslümanlar bizi Balkanlar’da da… çünkü biz, hâlâ Devlet-i Aliye’nin RUHU’nun mirasçıları olarak görülüyoruz hakkını tam olarak veremesek de! Toparlanacağız ve TOPARLAYACAĞIZ Balkanlar’ı ve bütün ÜMMET COĞRAFYASINI biiznillah.
Devlet-i Aliyye demek, komplekssiz bir şekilde bütün medeniyetlerden beslenip güzel bir sentez ortaya koymak demektir. Dolayısıyla TİKA gibi kurumlar aracılığıyla sadece camiler restore edilmemeli. Tito Lisesinin TİKA tarafından restore edilmesi ve oluşturduğu algı, bu icraatların daha fazla olması gerekliliğini de ortaya koymuştur. Süleyman Halit mihmandarımızın bu bilgisi hakikaten önemli. Tito Lisesine her türlü insan gidiyor. Müslüman olmayanlarla Müslüman olanlar arasındaki buzları da eritiyor. Bunun dışında Müslüman ahlakının, adaletinin ve merhametinin ne demek olduğunu da ama her şeye rağmen göstermiş oluyor. Bizler… Müslüman olarak nefret psikolojisiyle hareket edemeyiz. Şurayı yeri gelmişken eklemek lazım. Müslümanların tarih sahnesine çıkması ve tarih yapmasının en önemli unsurlarından biridir nefret psikolojisiyle hareket etmemesi. Adalet ve merhamet psikolojisidir bizleri bütün İNSANLIĞA UMUT eden ilkeler… bu ilkelerimiz üzerinde TİTREMEMİZ her dem elzemdir diyorum.
Balkanlar’da bir haç ve hilâl savaşı var mı? Bunu, şu ana kadar gördüğüm en başarılı, ruh doku ve güzel mihmandar, Süleyman rehberimiz de ifade etti. Haç ve hilalin savaşı 17. yüzyılda Avusturya’nın Osmanlıyla Müslüman olan Balkanlar’a müdahil olmasıyla başladı, dedi.
Bizler… adalet, merhamet ve iyilikle hareket etmek zorundayız. Bu işi aslında Aliya çözdü. Biz DÜŞMANA BENZEMEYECEĞİZ çünkü onlar bizim öğretmenimiz değil, dedi. Ama bize yapılanı da unutmayacağız çünkü unutulan şey, tekrarlanır! Doğru tavır bu. İşte özü idrak eden ve yaşatılması gereken Müslümanca duruş bu. Her tarafa haç işareti koyan bir zihniyet, şizofrendir! Burası net. Aslında bu durum, düşmanın karşısında bir acizliktir, haç sembolleri bunu resmediyor. Müslümanlara çok büyük işler düşüyor. Savaşacağız, tabii ki! Cihat edeceğiz, tabii ki! Ancak bütün bir insanlığın İslâm’ın tebliğine ihtiyacı olduğunu ve bizlerin bir Müslüman olarak bu işe vazifedar olduğumuzu da unutmayacağız. Hassas bir denge bu. Aliya gibi bilgeler bu dengeyi kurmaya muvaffak oldular.
Bu bağlamda Süleyman rehberin Belgrad’ta yaşadığı tecrübe önemli: Sırplardan çok fazla Müslüman olan var. Hatta geçen hafta Belgrad’ta Müslüman olmuş bir Sırpla namaz kıldık yan yana ve koskoca Belgrad’ta bir tane cami var ve ezan sadece cami içinde okunuyor… kısıtlamalarla hakikatin yayılması engellenemedi şimdiye kadar bundan sonra da engellenemeyecektir, dedi.
Ne yapsalar boş, biz BİZ olursak geleceğiz gelmemiz gereken her yere… çünkü insanlık büyük bir buhran yaşıyor. Gazze’de, Müslüman kardeşlerimize, mazlumlara soykırım yapanlar ve buna destek olanlar… öte taraftan dünyanın özgür ve vicdanlı halklarının bu soykırıma güçlü bir şekilde DUR demesi, insanlığın FITRATINA DERCEDİLEN HAKİKATİ/İSLÂMI aradığına bir delildir. Bize rağmen hakikat yayılıyorsa, bizler… HAKİKİ MÜMİNLER olsak neler neler olur tahayyül edin…
Kosova Meydan Muharebesi alanındayız. Murad-ı Hüdavendigâr/Sultan I. Murat döneminde 1389 yılında küffarla yapılan Kosova Meydan Muharebesi’ni Osmanlı Devleti kazanıyor. Ancak bu savaşta Sultan şehit düşüyor, bilindiği üzere. İç organları bu meydanda defnediliyor ve buraya bir türbe yapılıyor.
Daha sonraları türbeyi ziyarete gelenler için türbenin yanına misafirler için de bir konaklama yeri yapılıyor. Türbe ve çevresinin bakımı için türbedar bir aile görevlendiriliyor. Saniye hanım 73 yaşında olmasına rağmen 4 asırlık ata mesleğini devam ettiriyor. Türbenin de içinde olduğu avlu içindeki şiir gibi bir evde ikamet ediyor.
Çok bilinçli bir kadın Saniye Hanım. Elinde süpürgesiyle adeta ibadet eder gibi avluyu temizliyordu biz türbenin bulunduğu avluya girerken... Saniye hanımın yüzünde, mimiklerinde, kamburunda, duruşunda uzun bir tarihsel süreci yekpare şekilde görmek mümkün! Kendisine kalan ağır yük altında kambur olmuş, yaşadıkları acı olaylar yüzüne aksetmiş ancak bütün her şeye rağmen elindeki süpürgesiyle DİMDİK durarak, CİHADIN yapıldığı yerde CİHADIN RUHUNA bekçilik yapmanın vakurunu gösteriyordu. Ayak bastığımız toprakların şehit kanlarıyla sulandığının idrakinde olan bu mücahit annemiz, tek başına Kosova’nın RUHU olmayı başarmış, yarım yamalak Türkçesine rağmen konuştuğunda saatlerce kendisini dinlettirebilmesi bu RUHTAN geliyor.
Yusuf Kaplan Hocamız, Saniye hanımla sohbet ederken ara ara COŞKULU, ÖZLÜ ve DERİNLİKLİ cümleler de kuruyordu… Balkanlar’daki Osmanlının imzası, tapusu Sultan Murad’ın türbesidir. Şimdi aklıma geldi. Saniye hanımın ailesinden devraldığı türbedarlık da, bu tapunun da bir şekilde fiilî olarak da sürekliliğini gözler önüne seriyor. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Saniye hanımı umreye götürmesi de, her şeye rağmen Devlet-i Aliyye ruhunun mirasçısı olduğumuzu gösteriyor. Hakkını verebilmeyi Rabbim nasip etsin inşallah.
Hâlâ türbedeyiz. Yusuf hocamızın sohbetinden not alabildiklerimi paylaşayım. Türkiye, kültürel/gönül coğrafyasını koruyamazsa, Türkiye’yi/Anadolu’yu koruyamayız. Kudüs elimizde değil. Kâbe tehdit altında. Katar’da, Yemen’de bulunamadığımız için bulunuyoruz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.