Bir başka açıdan bir kültür felsefesi (1)

04:009/06/2023, Cuma
G: 9/06/2023, Cuma
Yusuf Kaplan

Yazıyı Bingöl’de Kumgeçit Köyü ile Büyüktekören Köyü arasındaki bir çeşme başında yazıyorum. Fakat yazının mevki ile ne alakası var acaba diye soradurun siz, ben, yazıyı yazmaya başlayayım… Yazının konusuyla bulunduğumuz dört dağ arasından cennetten bir parçayı andıran bu mevkide duyduklarımın, hissettiklerimin, yaşadıklarımın bu yazıda tartışacağım tabiat-kültür tartışmasında izdüşümlerine rastlamak mümkün olabilir umarım. Önce iki aforizma: Kurucu kavramlarını yitiren toplumların kendilerini olabilmeleri,

Yazıyı Bingöl’de Kumgeçit Köyü ile Büyüktekören Köyü arasındaki bir çeşme başında yazıyorum. Fakat yazının mevki ile ne alakası var acaba diye soradurun siz, ben, yazıyı yazmaya başlayayım…

Yazının konusuyla bulunduğumuz dört dağ arasından cennetten bir parçayı andıran bu mevkide duyduklarımın, hissettiklerimin, yaşadıklarımın bu yazıda tartışacağım tabiat-kültür tartışmasında izdüşümlerine rastlamak mümkün olabilir umarım.

Önce iki aforizma: Kurucu kavramlarını yitiren toplumların kendilerini olabilmeleri, kendileri kalabilmeleri, kendilerine emin bir yol bulabilmeleri çok da kolay değil. 

Kurucu kavramları olmayan toplumların, kendi dünyalarını kurabilmeleri, insanlığa taze bir dünya sunabilmeleri, diriltici bir ruh üfleyebilmeleri ise çok zor.  

“MEDENİYET NERESİ, KÜLTÜR NEREYE DÜŞER?”

Bu başlıktaki soru ilk bakışta bir yargılamada bulunuyor gibi ama pek de öyle olmadığını söyleyeyim yazının başındayken. Medeniyet’i özne, kültür’ü nesne olarak konumlandırıyor gibi. Öyle değil, dediğim gibi.

Böyle bir başlık atmaktaki maksadım, “medeniyet”in özne / etkin, kültür’ün ise nesne / edilgen olarak konumlandırıldığına dikkat çekmek. O yüzden soruyu tırnak içine alarak sordum.

Burada “
medeniyet
” kavramını iki sebeple
tırnak içine alarak
kullanmak zorunda olduğumu hatırlatmak istiyorum. 
Birincisi, medeniyet kelimesini kullanıyor olsam da, kastettiğim, “civilization” veya Fransızca / Latince söyleyişiyle “
sivilizasyon
” kavramı. 
Sivilizasyon yani uygarlık, tek boyutludur:
Fizik gerçekliği eksene alır, fiziktesini önce izafileştirir, sonra imha eder zamanla. 
Medeniyet ise, temelde, en azından, iki boyutludur:
Hem fizik hem metafizik eksenleri aynı anda birine diğerine ezdirmeden harekete ve hayata geçirir.

Ancak “medeniyet” kelimesini tırnak içine alarak kullanmamın ikinci sebebi, medeniyet kelimesinin  bize ait olması ama muhtevasının bize ait olmaması, medeniyet denilince sadece Batı uygarlığından ne anlıyorsak onu anlıyor olmamızdır. 

Bizde özne-nesne ilişkisi yoktur, olsa olsa özne-özne ilişkisi vardır.
O yüzden bu kavramları biz kendi anlam haritalarımız çerçevesinde kullandığımızda özne nesne ilişkisi kuracak şekilde kullanmayız.

Bu zorunlu ince ama anlamlı kısa kavramsal açıklamadan sonra yazıya giriş yapabiliriz…

MEDENİYET VE KÜLTÜR: BİR KAVRAMSAL TEMİZLİK
Kültür kavramı, en netameli kavramlardan biri. Her döneme, her düşünüre göre anlamı değişen veya anlam kaybı yaşayan “
kaypak
” kavramların başında geliyor,
Cemil Meriç
’in yerinde ifadesiyle.
Tanımı bakımından oldukça tartışmalı olsa da
konumu, konumlandırıcılığı, kuruculuğu
tartışma götürmeyen bir kavramdır. 

Kültür ile medeniyet kavramları arasında da tanım bakımından benzerlikler ve farklılıklar olsa da medeniyet kavramının da konumu, konumlandırıcılığı ve kuruculuğu tartışılmazdır.

Toplumdan topluma, bölgeden bölgeye, hatta bir teorisyenden diğerine değişiklik arzeden, değişik, farklı anlamlar kazanan kavramlar bu kavramlar.

İlk bakışta absürt gibi görünse de, bir gerçeğe işaret eden ilginç bir farklılaşma biçiminden sözedeyim burada:
Fransızların “civilization”
kavramından anladıkları şeyle
Almanların “kültür”
kavramından anladıkları şey, atfettikleri konum ve kuruculuk vasfı aynı.
Şunu demek istiyorum:
Fransız olmanın alamet-i farikası, Fransız ruhu, Fransız dünyası ve yaratıcılığı “sivilizasyon” kavramıyla ifade edilir; Alman ruhu, Almanların dünyası, Alman duyarlığı ve yaratıcılığı ise “kültür” kavramıyla.

Özetle… Fransızların sivilizasyon’a yükledikleri anlamı ve daha çok da kurucu-konumu ve fonksiyonu, Almanlar kültür kavramına yüklemişlerdir. 

Bazı düşünürler,
uygarlığı
,
maddî güç
,
kültürü manevî güç
; bazı düşünürlerse
uygarlığı, evrensel olan, kültürü de mahallî olan
dinamikler olarak görürler.

Buraya kadar aktardığım tartışmalardan da açık ve net bir şekilde anlaşılacağı üzere, iki kavram tanımı bakımından oldukça kaypak ama konumu ve kuruculuğu bakımından belirleyici bir fonksiyona sahiptir.

İTHAL KAVRAMLARA KARŞILIK ARAMAK, NEYLE KARŞILACAĞINI ANLAYAMAMAK!
Kültür kavramı da, sivilizasyon / uygarlık kavramı da bize ait değildir. Bize ait bir kavram var: Medeniyet.
Medeniyet kelimesi bize aittir ama içeriği, anlamı, tanımı yani kavramın kendisi bize ait değildir. 
Bu ülkenin yaşadığı entelektüel sefaletin ne denli ürpertici bir nitelik arzettiğini gösteren bir örnektir bu.
Sorun başka dünyalardan veya
medeniyetlerden kavram ödünç almak
değildir.
Sorun, kurucu kavramlarımızın bize ait olmamasıdır.
Bu da bizim yaratıcı melekelerimizi yitirdiğimizi, kavram geliştiremediğimizi, başkalarının kavramlarına maruz kaldığımızı gösterir. 

Yapılan en sık ve absürt işlerden biri de, Batı›da geliştirilen kavramlara bizim kültürümüzden kavramlar bulmaktır. Meselâ, kültür kavramının serencamı, entelektüel hayatımızdaki acıklı seyrüseferi eğlenceli, eğlenceli olduğu kadar da tedirgin edicidir aslında.

Ziya Gökalp, “kültür”
kavramını “hars” olarak karşılarken,
Cemil Meriç “irfan”
olarak karşılıyor. Doğrusu, bendeniz dışarıdan üretilen kavramlara bizden karşılık bulmayı edilgenleştici, hatta nihilistçe bir tavır olarak görüyor olsam da, hars kavramının da, irfan kavramının da kültür kavramını tam olarak karşılamadığını, “
hikmet
” kavramının daha anlamlı ve kuşatıcı, kültürü de aşan bir anlam ve eylem dünyasına sahip derinlikli bir kavram olduğunu düşünüyorum âcizane. Bu konuyla ilgili daha önce zihin açıcı olabilecek bir yazı yazmıştım.

Kısa bir kavramsal temizlik yapma ihtiyacı hissetim bu ilk yazıda. Çünkü “kültür” ve “sivilizasyon” gibi kurucu kavramlar bize ait değil. Kurucu kavramlarımız yok bizim, yok oldu.

Geleceği nasıl kuracağız peki?

Kurucu kavramları olmayan, kurucu kavramlarını yitiren toplumlar geleceğe nasıl yürüyecekler ki, geleceği nasıl buraya getirecekler ki, ya da geleceği nasıl kuracaklar ki? Mümkün bu? Elbette ki, hayır.

Başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız.
Bir dünya kuracaksak, aynı anda hem içinde yaşadığımız çağı hem de kendimizi iyi tanıyacağız öncelikle. 
Ancak ondan sonradır ki, bu dünyada çağrımızın çağını kurması yolculuğuna çıkmamızı mümkün kılabilecek
zihin haritalarına, anlam haritalarına ve yol haritalarına
sahip olma yolculuğuna çıkmamız sözkonusu olabilir.
#Siyaset
#Kültür
#Toplum
#Sosyoloji
#Yusuf Kaplan