Avrupa siyasetinin temeli, Roma hukukudur. Roma hukuku, pagan Roma şeriatı’dır. Avrupa hukuku, pagan Roma “şeriat”ına dayandığı için, Hıristiyanlık Avrupa’yı şekillendirmekten ziyade, üç pagan gelenek Hıristiyanlığı, dolayısıyla Avrupa’yı şekillendirmiştir: Zihnen Yunan paganizmi, hukuken Roma paganizmi, dinen de pagan’laştırılmış Yahudilik.
Modern Avrupa’yı kuran bu üç kurucu kaynak, Batı uygarlığının geçmişten geleceğe yürüyüşünde, oluşum sürecinde süreklilik arzeden üç vazgeçilmez, tartışılmaz kurucu sütununu teşkil eder.
Burada şöyle bir sorunun izini sürmek zevkli, zihin açıcı bir okumaya imkân tanıyabilir: Bu üç kurucu sütundan hangisi Batı uygarlığına rengini ve ruhunu daha çok veren kaynaktır acaba?
Bu soruya hep “Greko-Romen” şeklinde cevap verilegeldi bugüne kadar. Ancak bu, tahmin edebileceğiniz üzere fazlasıyla klişeleşmiş bir cevap. Greklerin ve Romalıların, Avrupalıların psişesinde derin izler bıraktığını biliyoruz elbette. Ama bir de madalyonun, pek anlatılmayan, bilinmeyen başka bir veçhesi daha var: Yahudilik.
O yüzden, sözkonusu üç sütundan daha çok hangisi Avrupa’ya ruhunu ve rengini vermiştir, sorusuna, Yahudiliktir, diye cevap veririm ben. Tahrif edilmiş Yahudilik, insanın dünyevîleşme / sekülerleşme / paganlaşma sürecinin itici gücü oldu tarih boyunca. Yunan zihni ve Roma hukuku, Yahudiliğin bu paganlaştırıcı itkisi ve etkisiyle kapitalistleşen pagan Batı uygarlığını inşa etti.
Tarihsel Hıristiyanlık, içe dönük, hatta içine kapalı, daha ziyade mistik bir dindi. Biraz da pagan Roma’nın zulmü, ilk dönem Hıristiyanları, havarileri dağların tepelerindeki mağaralara kapanmaya zorlamış, münzevî vasfını, karakterini pekiştirmişti Hıristiyanlığın. O yüzden ilk kiliseler, toplumdan tecrit edilmiş dağ başlarında kurulan manastırlardır: Manastır hem şiddetten kaçmanın hem de dünyanın kirinden, pasından insanın içine, iç dünyasına kaçmasının güçlü bir metaforudur aynı zamanda.
İşte içine kapanan Hıristiyan dünyasını tam tersi kutba fırlatan, dünyevîleştiren tahrif edilmiş, pagan Yahudi geleneği oldu: Kapitalizmin Kiliseyi ve dolayısıyla Hıristiyanlığı ayartmasında İtalyan şehir devletlerinde köksalan seküler, materyalist paraya dayalı finans ekonomisi ve Hıristiyanlıkta da yasak olan faizi meşrûlaştıran bankacılık belirleyici rol oynadı.
Avrupa’nın dünyevîleşmesinde, Hıristiyanlığı yutarak dünyevîleştirmesinde ve paganlaştırmasında işte bu Yahudi dünyevîleşme temayülü kilit rol oynayan kaynaklardan biridir.
Ayrıca Hıristiyanlığın sekülerleştirilmesinde, hayattan uzaklaştırılarak bireysel bir inanç meselesine indirgenmesinde de, Batı hukukunun güçlülerden yana, seçkinler ve imtiyazlılar hukuku olarak kodlanmasında da pagan Yahudi dünyevîleşme temayülünün belirleyici rol oynadığı aşikârdır.
Burada, Batı uygarlığının inşasında bildik bir ezberi bozmuş oluyorum: Bize anlatılan hikâye şuydu: Batı uygarlığı Grek-Roma ikilisini temel alarak inşa edilmiş bir uygarlıktı’r. Burada muharref Yahudiliğin rolünün nasıl da gözardı edildiğine şimdiye kadar neredeyse hiç dikkat çekilmedi. Oysa dahası da var: Yahudilik, Grek zihnini ve Roma hukukunu da kendine benzeterek dönüştürmüştü.
Pagan bir Avrupa ruhunun inşasında Yahudi dünyevîleşme / sekülerleşme / paganlaşma temayülü, Grek zihninin ve Roma hukukunun da dualizm kapanına kıstırılmasına yol açtı. Yahudileşme temayülü, paraya ve dünyaya hâkim olma güdüsü tarafından güdülen bir temayüldü; ve Batı uygarlığına karakterini bu her şeye hâkim olma güdüsü vermişti.
O yüzden Batı hukuku, haklar bahsinde bile, adaletin tesisini değil, imtiyazların tevsiini (genişletilmesini) ve tevziini (dağıtılmasını) esas alır. Batı liberalizmi, özgürlükler mücadelesi değil, imtiyazların paylaştırılması mücadelesidir. Bunu gerek Fermand Braudel “Uygarlıkların Grameri”, gerekse William McNeill “Avrupa Tarihini Yeniden Düşünmek” başlıklı ikisi de çığır açan önemli kitaplarında sarih bir dille çok güzel anlatırlar.
Avrupa hukuku, imtiyazlıların hukukudur. O yüzden pagan Avrupa hukuku, “insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü” gibi geliştirdiği ayartıcı söylemlerine rağmen hakların ve halkların hukuku değil güç odaklarının imtiyazlarını teminat altına alacak şekilde kodlanmış, güçlülerin hukukudur.
Oysa İslâm hukuku olarak şeriat, imtiyazların ve imtiyazlıların hukuku değil, adaletin, hakların ve halkların tabiî haklarının teminat altına alındığı hukuktur.
O yüzden Türkiye’de zihinleri çağdaş hurafeler çöplüğüne döndüğü için “şeriat” deyince tüyleri diken diken olan hilkat garibesi tipler için İslâm hukuku olarak şeriat’ın güce karşı hakkı ve adaleti savunan en güçlü hukuk tecrübelerinden biri olduğunu Batılı hukuk felsefecilerinin dillendirmesi bizim bu celladına âşık tasmalı çekirgelerimiz için bir anlam ifade eder mi, bilmiyorum.
Ama bu konuda dünyada bir numara otorite olan ve hem İslâm hukukunu hem de modern / postmodern Batı hukukunu çok iyi bilen Wael Hallaq’ın söyledikleri, bizim zihni çağdaş hurafeler çöplüğüne dönen zavallı seküler entelijansiyamızın rahatını kaçıracak cinsten önemli tespitlerden. Hallaq, Batı hukuku ile İslâm hukuku şeriatı karşılaştırır ve haklar konusunda Batı hukukunun İslâm hukukunun eline su dökemeyeceğini anlatır uzun uzadıya.
İslâm hukuku, imtiyazların kaldırıldığı, adaletin tesis edilmesinin temel hedef olarak belirlendiği haklar ve görevler hukukudur. İslâm hukukunun temsilcisi, toplumdaki âlim karakterinin prototipi fakih, tam da iktidarla halk arasında orta yerde durmuş, halkın güç tarafından ezilmesine karşı göğsünü siper etmiştir. Batı’da fakih benzeri bir karakter yoktur.
Türkiye’de halk henüz kendi anayasasını yap/a/madı. Anayasa yapım sürecinde hukuk tarihi ve felsefesi üzerinden yaptığım bu mukayeseli okumaların hukuk ve devlet ricalimize katkı sunmasını umarım.
Vesselâm.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.