Addis Ababa Havaaalanı’na iniyoruz yaklaşık 6 saatlik yolculuktan sonra.
Havaalanı, Afrika’nın en büyük havaalanlarından biri.
Ama bakımsız ve çok kalabalık.
New York’un meşhur Kennedy Havaalanı ile Paris’in Orly Havaalanı’nı hatırlattı bana.
Üç havaalanının ortak yanlarından biri de insanların çoğunun zenci olması.
Kennedy Havaalanı tıkış tıkıştır. Amerika’da olduğunuzu unutursunuz bir an.
Bakımsızlık, yoğun kalabalık, aksayan hizmetler, sizin Afrika’da bir yerde olduğunuzu sanmanıza yol açar.
Bunları Afrika’nın mazlum insanlarını aşağılamak ya da küçük görmek için yazamıyorum, elbette ki. Ne münasebet!
Afrika’ya ayak bastığınızda ilk hissettiğiniz, iliklerinize kadar yaşadığınız duygu, koskoca kıtanın nasıl aşağılık bir şekilde yağmalandığı... Kanının emildiği... İliklerine kadar sömürüldüğü... Hadım edildiği... Avrupa’nın ve Amerika’nın refah içinde yüzüyor olmasını Afrika, Latin Amerika ve Asya kıtalarını yani bütün dünyayı sömürüp semirmelerine borçlu olduğu… yakıcı gerçeği!
Addis Ababa Havaalanı’nda iğreniyorum bu emperyalistlerden bir kez daha! Havaalanının orasında burasında tek tük rastladığımız ama
kibrinden burnundan kıl aldırmayan, bağıra çağıra, böğüre geğire konuşan, sesleri bütün havaalanında yankılanan Batılı emperyalistlerin şımarık çocuklarını
görünce her şeyinden iğreniyorum bu aşağılık Batılı emperyalistlerin!
İstanbul Havaalanı›na benzeyen tek yanı, büyüklüğü Addis Ababa Havaalanı’nın.
Şu net ama:
İstanbul Havaalanı mücevher gibi. Muazzam bir eser. Emperyalizmin izlerine rastlayamazsınız.
Addis Ababa’da, Kennedy veya Orly Havaalanı’nda ya da İngilizlerin Heathrew Havaalanı’nda her karesinde emperyalizmin izleri vardır, her köşesine emperyalizmin havası sinmiştir. İnsanların yüzlerine baktığınızda derilerinin renklerinden ötürü nasıl itilip kakıldıklarını, kendilerine insan muamelesi yapılmadığını haykırır sanki insanların yüzleri size.
Ama
öyle mi? Burası tam bir
gibidir. İnsanların yüzlerinde nefret değil merak duygusu hâkimdir. Yüzleri güler insanların.
Osmanlı’nın çocuklarının ülkesine ayak basmıştır herkes yolcu da olsa.
Güvendesiniz demektir. İçinizi huzur kaplar. Emperyaliste rastlayamazsınız İstanbul Havaalanı’nda.
Emperyalist kuyruğunu kıvırır saklar! Burada kültürlerin zenginliği ve çeşitliliği geçit resmi yapar…
Özel bölmelerinde, lounge’larda, sınıf farkı belli eder kendini. Üst sınıflar, yer içerler. Sınıf farkı rahatsız eder bizleri, biz Türkleri. Ama bu farklılık, sömürünün ve semirmenin eseri ve göstergesi değildir. Dünyanın üst sınıflarının buluştukları yerdir belki en fazla. Emperyalizm havası esmez burada. Dünyanın aristokrasisi ve biraz da burjuvazisi bakar birbirine burada, göz atar.
Addis Ababa da, İstanbul Havaalanı gibi Afrika’da “hub” işlevi gören bir kaç havaalanından biri. Bakımsız, havasız, albenisiz. Devâsâ bir hangarı andırıyor. Ama
Havaalanının her bir köşesi zulüm, işkence, yağma, sömürü, hâsılı, emperyalizm kokuyor!
İnsanın suratı asılıyor, öfke doluyor…
Arefe günü olduğu için, Havaalanı Müslüman kaynıyor. Kamerunluların çoğunlukta olduğu bir alana geçiyoruz. Yere seccademizi serip namaz kılacağız Hikmet Hocam’la… Sarının tonlarına boyanan giysisiyle Kamerunlu bir Hanım Etiyopya Havayolları’nın battaniyesini sermiş namaz kılıyor. Onun namazını tamamlayıp kalkmasını bekliyoruz... Biz de bir şey serip namaz kılalım derken namaz kıldığı battaniyeyi bize uzatıyor Hanım teyze. Yüzümüz gülüyor. Teşekkür ederek namazımızı eda ediyoruz oracıkta.
Uçakta uçağın uçuş güzergâhını veren haritadaki küçük ama anlamlı bir ayrıntı dikkatimi çekiyor:
iki tür mesafe birimi veriliyor,
malum her yerde: km ve mil.
Kilometre verilirken, Metrik birim, denmiş. Mil verilirken, Emperyal birim, denmiş!
Bu İngilizler ne kadar aşağılık öyle yahu. Sizi zihnen böyle teslim alıyor, kölesi yapıyor.
Emperyal birim, ufuk demek, çap demek, İngiliz aristokrasisi demek, İngiliz dünya hegemonyası demek ve tabii ‘üzerinde güneş batmayan’ İngiliz İmparatorluğu demek.
Ayrıca
uçak misyoner kaynıyor! İngiliz misyonerler,
besbelli. Birbirlerine selam veriyor, hal hatır soruyor, birbirlerini ziyaret ederek koridor sohbetleri yapıyorlar… Yüz yıl önce kahir ekseriyeti Müslüman olan Malavi’nin Hıristiyanlaştırılmasında kilit rol oynayan bu misyonerlerin faaliyetlerini, filmi de çekilen Dr. Livingston’ın “yediği herzeleri” daha sonra yazacağım.
Bütün bunlar, Osmanlı’nın nasıl güzel bir devlet olduğunu ispatlıyor bir kez daha. O yüzden Afrika’nın her bir köşesinde Osmanlı’yı şükranla anıyor insanlar ve “Gel ey Osmanlı!” diyerek dualar ediyorlar. Bizleri gördüklerinde de her yerde bağırlarına basıyorlar.
Osmanlı emperyalist olmayan, sömürmeyen tek büyük dünya devleti ve sofistike medeniyet
şu çivisi çıkmış yeryüzü coğrafyasında. Balkanlar’a bakın, nasıl güzel iz bırakmış Osmanlı Balkanlar’da:
Sömürünün, nefretin ve kan emiciliğin değil merhametin, adaletin, sulh ve kardeşliğin izleri... Balkanlar, Osmanlı’nın dünyaya söylediği sözü, bestelediği şiiri.
Afrika’da Osmanlı’nın çocukları çok seviliyor.
Addis Ababa Havaalanı, Türk kaynıyordu! Diyanet Vakfı ekipleri, İHH ekipleri, Safa Vakfı ekipleri, Hayrat ekipleri,
daha adını sanını ilk kez duyduğum çok sayıda hayır kurumu, güzel Müslümanlarla bayramı Afrikalı mazlum kardeşlerinin yanında yapmak için yollara düşmüş.
Sadece yardımla yetinmeyeceğiz: Afrika’yı dün olduğu gibi yarın da gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşturacak uzun soluklu eğitim ve kültür, direniş, diriliş ve varoluş hamlesinin yol haritasını çıkarıp, bu yol haritasını aldım adım hayata geçirmenin mücadelesini ortaya koyacağız. Bunu, herkesten öne biz yapacağız.
Şunu aslâ unutmayacağız: Türkiye beklenendir…
Yüzyıl, bu sözün gerçeğe dönüştüğü yüzyıl olacak inşallah…
Başta deprem bölgesindeki kardeşlerimiz olmak üzere herkesin bayramını tebrik ediyorum buradan Malavi’den. Hayırlı bayramlar.