Yeni nesil darbeler, Tunus ve BAE

04:001/06/2020, الإثنين
G: 1/06/2020, الإثنين
Yasin Aktay

Türkiye’de darbe denilince akla kazınan model hep 27 Mayıs’la birlikte başlayan askeri darbeler oldu. Askerin tankları yürüterek yönetimin bütün kademelerine doğrudan el koyduğu bu modelin sonunda siyasiler vesayet sahibi askerin bazen ima yollu bazen açıkça vermiş olduğu mesajları anlamamış, anlamamakta diretmiş olduğu için cezalandırılması geliyordu. Zaten ister 12 Mart’a ister 12 Eylül’e, isterse de 28 Şubat’a doğru giderken basın ve bütün medya araçlarıyla askerin bu tehditleri sürekli “demokrasiye

Türkiye’de darbe denilince akla kazınan model hep 27 Mayıs’la birlikte başlayan askeri darbeler oldu. Askerin tankları yürüterek yönetimin bütün kademelerine doğrudan el koyduğu bu modelin sonunda siyasiler vesayet sahibi askerin bazen ima yollu bazen açıkça vermiş olduğu mesajları anlamamış, anlamamakta diretmiş olduğu için cezalandırılması geliyordu. Zaten ister 12 Mart’a ister 12 Eylül’e, isterse de 28 Şubat’a doğru giderken basın ve bütün medya araçlarıyla askerin bu tehditleri sürekli “demokrasiye ayar enstitüsü” gibi çalışıyordu.

Ancak 2007’den itibaren darbe girişimcileri kendilerini yeniledi, deyim yerindeyse mutasyon geçirdi. Artık askeri darbe şeklinde gelmiyor, başka türlü yollar deniyorlar meşru-seçilmiş iktidarları devirmek için. Şimdi karşımızda yeni nesil mutant darbe teşebbüslerine dair zengin bir örneklem var:

Ardından, şu günlerde 7. yıldönümünü idrak etmekte olduğumuz Gezi kalkışması, yine kendini bir hayli yenilemiş bambaşka bir darbe hamlesiydi. Bunu o günlerde kalkışmada kendini pek demokrat, pek otoriter iktidar karşıtı, hatta pek solcu-sosyalist hatta anti-kapitalist Müslümana anlatmak tabiatı itibariyle pek zordu.

Onlar için olay en kötü ihtimalle demokratik protesto hakkı çok iyi ihtimalle ise devrim gibi gibi görünüyordu. Demokratik protesto hakkına katılır gibi darbeye katılmak. Darbeler de pek demokratikleşmiş oluyor böylece. Veya sosyalist devrime katılır gibi uluslararası sermayenin karşısındaki tek direniş odağını çökertme operasyonuna katılmak. Darbeler de pek soldan soldan gelmiş oluyor böylece. Veya anti-kapitalist sosyal adalet adına, Müslümanlık adına, dünyayı soyup soğana çevirmiş, gözü doymaz aç gözlü sömürgeci kapitalistlerin müthiş söylem operasyonlarıyla boyadıkları gözlerin ardından bakarak bu dünyada mazlumlara, sömürülenlere umut olmuş tek siyasi yapıya düşman kesilmek. Darbeler de pek Ebuzer isyanı tadı veriyor böylece.

Aynı günlerde Mısır’da Ortadoğu’nun yüzyıldır yaşadığı istibdattan kurtuluş ve halkın iradesine dayalı yönetimler için aralanmış kapıyı sertçe kapatmak üzere bir Temerrüt Hareketi oluyor ki, sanırsınız tıpkı Gezi hadisesi. Söylemleri, taktikleri uluslararası kabulleri ve takipleri aynıydı. Aynı dönemde hem Temerrüt Hareketi hem de Gezi’yi yakından takip etmiş biri olarak aradaki paralelliği görmüş olmanın hayreti içindeyim hala. O zaman “Gezi Parkı’ndan Harbiye’ye yol çıkar mı?” diye sorduğumuzda başında Gezi yelleri esmekte olan solcular bizi pek komplocu diye nitelemişti de aynı girişimin Mısır’da işi nereye götürdüğünü görecek gözleri bile yoktu.

İşin içindeki FETÖ’cü aklın Gezi’ye katılan solcuları da, bütün örgütleri de, İslam suretinde anti-kapitalist hayaller kuranları da nasıl oyuncak ettiğini gördük. FETÖ’cü aklınsa kerameti kendinden menkul değildi elbet. Kendine “Çapulcu” yaftasını şerefle benimseyen Türkiye’nin önde gelen finans-kapitalistlerinin de bir yerde buluştuğu daha üst bir aklın taşeronluğu söz konusuydu.

Yeni nesil darbelerin en tehlikeli olanı hiç kuşkusuz 17-25 Aralık’ta ortaya çıkanıydı. Yargı cuntası olarak örgütlenmiş bir yapı eliyle ve üstelik iktidarı yolsuzlukla suçlayarak girişilen bir darbeye karşı dünyanın hiçbir yerinde hiçbir iktidarın durma şansı yoktu. Aslına bakarsanız şu anda dünyanın bir çok yerinde yargı eliyle yapılmış darbelere direnememiş böyle nice iktidarlar vardır. Meşru yönetimler olarak hüküm sürüyorlar.

“Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” diyorlar ya, bal gibi oluyor işte, olmuş. Yargı dediğiniz şey hukuk veya adalet değildir, bir güçtür sadece.

Bana göre Erdoğan’ın liderliğini perçinleyen asıl siyasi mahareti 15 Temmuz’da değil, 17 Aralık’ta yani darbenin şeytanca yargı kılığıyla gelişine karşı sergilediği siyasetle ortaya çıkmıştır. Yoksa 15 Temmuz darbesi eski nesil darbelerin en kötüsüydü ve bir bakıma FETÖ’nün Erdoğan liderliği karşısında başarısız kalmış önceki darbe girişimleri sonrası sıkışmış olduğu halden çaresizce bir huruç hareketiydi.

Şimdi darbecilik düşüncesi kendini yenilemenin, aşmanın ve daha etkili bir biçimde tekrarlamanın arayışı içindedir. Bugün rahatlıkla diyebiliriz ki, muhtaç oldukları siyasi boşluklar ve fırsatlar Türkiye’de yok, ama bu, heveslerinin ve arayışlarının olmadığı anlamına gelmiyor.

Baksanıza BAE’nin Mısır’da yaptığı darbeden sonra Katar’da yaptırmaya çalıştığı darbe. Ardından Yemen’de, Libya’da giriştiği darbeler.

Katar ve Libya’da neredeyse başarmak üzere olduğu darbeleri son anda Türkiye engelleyerek hevesini kursağında bıraktı. Şimdi bu av alanlarında karnını doyuramamış gibi Tunus’ta darbe kovalamaya çalışıyor.

Tunus’ta bildiğimiz anlamda darbe heveslerine alet olacak satılık bir ordu yok tabii. O yüzden orada da yeni nesil bir darbe geliştirmeye çalışıyorlar. Tunus’a özgü, sadece Tunus’ta uygulanabilecek. Ama hedef ve tarz yine de aynı: Siyasi boşlukları değerlendirmek, medya, sendikalar ve parçalı parlamento üzerinden neticeye gitmek.

BAE’nin Türkiye’deki bütün darbe teşebbüsleriyle tam bir dayanışma içinde olduğunu da hatırlatmamıza gerek yok sanırım.

Aslında şimdi takke düşmüş kel görünmüş ve BAE’nin bölgede oynamaya çalıştığı bütün oyunlar, kaynattığı bütün fitneler ayan beyan ortaya çıkmıştır.

Bundan sonrası o kel başa ne giydirileceği meselesidir.

#Türkiye
#Darbe
#Katar
#Libya
#BAE