Macron sana söylüyorum, İslam Dünyası sen işit?

04:0021/10/2020, Çarşamba
G: 20/10/2020, Salı
Yasin Aktay

Macron’un Fransa’daki iç siyasi krizlerini örtbas etmek üzere başvurduğu yeni İslamofobik dalga özü itibariyle kötü olsa da yol açtığı tartışmaların hayırlı olduğunu düşünüyorum.Bu vesileyle de olsa bu tür fasıllar açıldığında, İslam’ın, Müslümanların Avrupa’ya söyleyeceği çok daha fazla şey var. Avrupa’nın istemese de Müslümanlardan dinleyeceği çok şey var. Hatta bu tür tartışmalar vesilesiyle Avrupa’ya söylenen sözlerden gaflet uykusundaki Müslüman dünyanın işiteceği, işitmesi gereken daha fazla

Macron’un Fransa’daki iç siyasi krizlerini örtbas etmek üzere başvurduğu yeni İslamofobik dalga özü itibariyle kötü olsa da yol açtığı tartışmaların hayırlı olduğunu düşünüyorum.

Bu vesileyle de olsa bu tür fasıllar açıldığında, İslam’ın, Müslümanların Avrupa’ya söyleyeceği çok daha fazla şey var. Avrupa’nın istemese de Müslümanlardan dinleyeceği çok şey var. Hatta bu tür tartışmalar vesilesiyle Avrupa’ya söylenen sözlerden gaflet uykusundaki Müslüman dünyanın işiteceği, işitmesi gereken daha fazla şey var.

Macron, haddini aşarak İslam’ın bir reforma ihtiyacı olduğundan söz ettiğinde kendi ülkesinde hangi yetersizliğinin üstünü böyle bir gündemle örtbas ediyor sorusu şu anda İslam’ın kendi iç meselesinden çok daha fazla önemseniyor. Hatta böylece İslam hakkındaki bütün nefret veya korku söylemlerinin son kertede Avrupa’nın kendi iç sorunlarıyla ilişkili olduğu da mükemmel bir örnekle vuzuha kavuşuyor.

Tabi “Fransa’ya söylüyorum İslam dünyası sen duy” kabilinden bir söylemin en iyi örneğini Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı Toplantısına hitaben konuşmasında ortaya koydu. Esasen varlık sebebi İslam’ın bütün dünyadaki temsilini yapmak, İslam’a karşı herhangi bir saldırıda ortak bir savunma ve işbirliği ortaya koymak, Müslümanların dünyada karşılaştığı bütün sorunları masaya yatırım hepsinin üstesinden gelmek üzere ortak bir tavır, strateji ve dayanışma ortaya koymak olan bu kuruluşun İslam’a yönelik nefret söylemleri veya saldırılarını gündemine bile almaktan uzak.

Teşkilatın büyük üyelerinin gündeminde İslam’a yönelik saldırılara karşı koymak bir yana, İslam’a saldıranlarla işbirliği daha ağırlıklı bir ilişki ve siyaset biçimi.

Oysa İslam dünyasının sahip olduğu maddi ve siyasi imkanlar bu saldırıları önlemeye fazlasıyla yeter de artar bile. Bugün hepsi bile değil, sadece ele başı niteliğindeki birkaç ülke ağırlığını koysa Müslümanların ne Keşmir sorunu, ne Myanmar ne Suriye ne Irak ne Yemen hatta ne Filistin sorunu kalır ne de Müslümanlara yönelik bu Islamofobik söylem ve saldırılar mümkün olur.

Ne yazık ki, Macron’un son haddini aşan söylemlerine bile Erdoğan’dan başka hiç kimse itiraz etmedi.

Bazı İslam ülkelerinin bu konudaki ısrarlı sessizlikleri Fransa ile veya Avrupa ile aralarını bozmaktan çekinen bir idare-i maslahat tavrı mı yoksa zaten kendileri de İslam’a karşı bu mesafeyi gönüllü olarak mı benimsiyorlar?

Bugün Amerika’da ve Avrupa’da bir çok ana akım İslami sivil teşekkülleri “terör örgütleri” listesine aldırmakta yarışan İslam ülkeleri İslamofobi veya İslam nefreti ile nasıl mücadele edecek? Kendileri zaten İslam hakkında Avrupalıları kışkırtan, korkutan bir tavrın içindeler. Batılılara şikayet ettikleri İslami teşekküller İslam’ın en etkili, en yaygın hareketleri. Onlar hakkında korkutmak doğrudan İslam hakkında korkutmak anlamına geliyor, çünkü zaten kendilerinin İslam’la uzaktan yakından ilgileri yok.

Bakmayın kendilerini “ılımlı İslam” diye sunmalarına. Onların temsil ettiği “ılımlı İslam” aslında “yok İslam” gibi bir şeydir. Erdoğan’ın isabetle ifade ettiği gibi:

“Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un başını çektiği (ve siyasetleriyle bu İslam ülkelerinin bazen susarak bazen de doğrudan katkı vererek desteklediği) bu tür girişimlerin esas gayesi, İslam’la ve Müslümanlarla hesaplaşmaktır. ‘Aşırılıkla mücadele’ kisvesi altında terörle mücadeleden ziyade; zulme tepki vermeyen, zalime ses çıkarmayan pasif, pısırık, korkak, iddiasız bir Müslüman vatandaş profili hedefleniyor.”

Avrupa’nın da fiilen desteklediği bu Müslüman profilinin fiili temsili ise kendi özgür vatandaşlarını konsolosluklarında katledip testereyle kesen, ülkesinde uyguladığı aşırı baskılarla, keyfi tutuklamalar ve yargısız infazlarla insan haklarının kıyısından kenarından bile geçmeyen (MBS); sivil vatandaşlarından 3000 kişiyi bir günde bir barışçıl gösteri esnasında vahşice yaylım ateşine tutarak katleden, kendi vatandaşlarından yüzbinlercesini insanlık dışı şartlarda hapishanelerde işkencelere maruz bırakan (Sisi); yine kendi vatandaşlarından bir milyonun üstünde insanı öldürüp milyonlarcasını tehcir eden (Esad) gibi isimlerce ortaya konuluyor.

Avrupa, Macron veya bu ülkeler İslam reformundan bahsederken bu tür insanlık dışı uygulamaların düzeltilmesinden bahsetmiyorlar. Bahsettikleri şey, tam da bu insan hakkı ihlallerine karşı çıkan, demokrasi talep eden, Müslümanların kendi iradelerine, kaderlerine sahip çıkmalarından bahseden Müslümanlardır.

Oysa tablo çok açık değil mi? Bugün İslam dünyasında milyonlarca insanın ölümünün, aşırı insan hakkı ihlallerinin, katliamların, işkencelerin, baskıların, insan onurunu ayaklar altına alan despotik uygulamaların failleri sözkonusu Müslümanlar değil.

Aksine hepsinin de mağduru ve kurbanları Müslümanlardır. Buna mukabil bu zulümlerin failleri, destekçileri, göz yumucuları bugün bize “İslam’ın reformu”ndan bahsediyor.

Sizce de bu fasılların bu tür vesilelerle de olsa açılması hayırlı olmuyor mudur? Baksanıza ne çelişkiler, ne yüzsüzlükler günyüzüne çıkıyor.

#Fransa
#Macron
#İslam