Dün Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda vahşi bir biçimde katledilişinin 2. yıldönümüydü. Kendine yeni bir hayat kurmak için nişanlısı Hatice Cengiz ile birlikte geçtiği kapı onun bu hayattan çıkış ve ebedi hayatına giriş kapısı oldu. O kapının ardında sadece on dakika içinde kendisini Nemrut ve Firavun gibi istediğini öldürüp istediğini yaşatabilecek güç yanılsamasına kapılmış kibirli bir irade tarafından hayatına son verildi.
Aradan geçen 2 yılın sonunda aslında olayla ilgili cevaplanmamış veya cevaplanamayacak hiçbir soru kalmamış durumda. Olayın neden işlendiği, o kapının ardından ne olup bittiği, kimin hangi amaçla Türkiye’ye geldiği, olayın önceden kararlaştırılıp bütün ayrıntılarıyla planlanmış ve uygulanmış olduğu. Bu konular eldeki verilerle yeterince aydınlatılmış durumda.
Ancak bütün verilerin adil bir mahkeme tarafından bir karara bağlanması gerekiyor, bunun içinse zanlıların adil bir mahkemeye çıkarılması gerekiyor. Oysa faillerin tamamı şu anda Suudi Arabistan’da (SA) bulunuyor, yani cinayetin azmettiricisi olduğu konusunda en olağan şüphelilerin mahkemeye hakim oldukları yerde.
Suçun olağan şüphelilerinin hakim oldukları mahkeme ise bu yargılamayı kendisinin yapacağını söyleyerek suçluları Türk yargısından kurtarmaya çalışıyor. SA mahkemesinin vermiş olduğu kararın Kaşıkçı cinayeti konusunda adaleti sağlamaktan fersah fersah uzak olduğunda kimsenin kuşkusu yok. Mahkeme yargılamak üzere değil, olağan şüphelileri aklamak üzere kurulmuş ve yapılmış. İddianame neredeyse savunma diliyle yazılmış ve olağan şüphelilerin olayla ilgili sorumluluklarını örtbas etmek ve onları aklamak üzere çalıştırılmış bütün süreç.
Aslında işin böyle cereyan edeceğine dair baştan beri hiçbir kuşku yoktu. O yüzden SA mahkemelerinin Kaşıkçı cinayetinde adil bir karar veremeyeceğini başından beri söylüyorduk.
Olay Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında cereyan etmiş olduğu için bu konudaki yargı hakkı ve sorumluluğu Türkiye’ye aittir. Türkiye yargısının hiç kimseye karşı bir önyargısı yoktur. Temmuz başında görüşülmeye başlanan davada CMUK kuralları gereği şüphelilere veya zanlılara SA’nın tutmayı ihmal ettiği avukatlar bile bizzat Türk adaleti tarafından tutulmuştu.
En şeffaf biçimde sürdürülen davada bilahare geçtiğimiz hafta içinde 6 kişiyi de ilave eden ek iddianame hazırlandı. İlave edilenlerin bir kısmı cinayetten birkaç gün sonra gelip cinayet mahallindeki bütün delilleri kimyasal kullanarak temizleyen ekipti. Bu detay çok önemli, çünkü ne kadar inandırıcılıktan uzak da olsa SA makamlarının iddialarından birisi cinayetin SA yetkili makamlarının bilgisi dışında işlenmiş olduğuydu. Eldeki verilerle bu iddianın tutulur yanı yok ama bir an için kabul edilse bile olaydan birkaç gün sonra dünyanın gözü önünde gelip besbelli cinayetle ilgili bütün delilleri karartmaktan başka bir işlem yapmamış olan temizlik ekibinin de SA makamlarının bilgisi dışında çalışmış olduğuna nasıl inanalım?
Oysa bu temizlik ekibinin bütün faaliyetleri cinayete dahildir ve bunun üzerinden çok doğru sonucu ulaşılacaktır. O açıdan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının ek iddianamesi çok isabetli olmuştur.
Bu arada Kaşıkçı cinayetinin bütün dünya için bir imtihan olduğunu ve bütün dünya düzeninin insanlık karnesini de bir ayna gibi ortaya koymuş olduğunu söylemek gerekiyor. Aradan geçen iki yıl içinde dünyanın farklı kesimlerinin bu olay karşısında hangi saiklerle hangi tutumları koymuş oldukları kaydedilmiş oldu.
Herşeyden önce Kaşıkçı cinayeti sadece Kaşıkçı’nın ölümüyle sonuçlanmış bir hadise değildir. Her gün onun gibi haksızca, zalimce, acımasızca katledilen, susturulan, rehin alınan, işkence gören yüzbinlerce insanın durumunu ifşa eden bir cinayettir. Kaşıkçı cinayetine sessiz kalan sözümona modern-medeni-demokratik dünyanın oportünist-pragmatik tutumuyla Ortadoğu rejimlerinin rutini haline gelmiş bu tür cinayetleri ve insanlık suçlarını nasıl teşvik ettiğini ifşa ediyor.
Muhammed Mursi’yi dünyanın gözü önünde, mahkeme salonunda ölüme sürükleyen Mısır’da bir gün içinde Rabia Meydanı’nda katledilen 3000 sivil, silahsız, masum insanın her biri birer Kaşıkçı idi. Bunlara günübirlik ucuz çıkar hesaplarıyla sessiz kalan dünyanın Kaşıkçı cinayetine karşı sergilediği suskunluğa nasıl şaşıralım?
Kaşıkçı, SA’da siyasi tutum ve düşüncelerinden dolayı bu şekilde cinayete kurban gitmiş ilk kişi değil, sonradan öğrendiğimiz bazı girişim ve vakalara göre son kişi de değil. Bu tür cinayetler bir düzenin rutini haline gelmiş ve bu rutinler şimdiye kadar dünyada doğru dürüst bir eleştiriye bile konu olmuyor.
Aynı cinayetin failleri dünyaya kendilerini ılımlı İslam’ın temsilcisi, kendi silahsız, çaresiz, mazlum muhaliflerini ise aşırılıkçı, siyasi hatta terörist İslam’ın temsilcileri gibi lanse ediyor ve bu lansman sözümona bu medeni dünyada ciddi bir alıcı kitlesi bulabiliyor. Bu ikiyüzlü propagandanın iştahlı müşterileri hiç kuşkusuz bütün vahşetiyle, korkunçluğu ve alçaklığıyla birlikte Kaşıkçı cinayetinin suç ortaklarıdır.
Kaşıkçı’nın katil zanlılarının teşvik ve desteğiyle oradoğuda demokrasiye karşı gerçekleşen darbelere darbe bile demeyen, Mısır, Yemen, Suriye ve Libya’da yaktıkları ateşlerde yumurtalarını pişirmeye çalışan Batı dünyası bir değil yüzbinlerce Kaşıkçı cinayetine suç ortaklığı yapıyor.
Kaşıkçı için adalet, o yüzden bu dünya düzeninin yargılanmasını gerektirecektir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.