Hiçbir hesap, taktik strateji gözetmeden düşmanın karşısına bütün tedbirsizliğiyle dikilmek…Aslında taktik ve strateji bilmediği için, veya bunun gerektirdiği akıl veya çabayı gözüne kestiremediği için, bu yolu sonuna kadar zorlayacak sabır ve tahammülü olmayanların salt imanların gücüne güvenerek boylarından büyük, takatlerinin üstünde işlere girişmeleri..Biraz oryantalistçe olmayacaksa, doğululara özgü görülen ve birkaç yüzyıldır aslında bütün yenilgilerin belki en önemli sebeplerinden biri.Talut’un
Hiçbir hesap, taktik strateji gözetmeden düşmanın karşısına bütün tedbirsizliğiyle dikilmek…
Aslında taktik ve strateji bilmediği için, veya bunun gerektirdiği akıl veya çabayı gözüne kestiremediği için, bu yolu sonuna kadar zorlayacak sabır ve tahammülü olmayanların salt imanların gücüne güvenerek boylarından büyük, takatlerinin üstünde işlere girişmeleri..
Biraz oryantalistçe olmayacaksa, doğululara özgü görülen ve birkaç yüzyıldır aslında bütün yenilgilerin belki en önemli sebeplerinden biri.
Talut’un rivayetlere göre en az 80 bin kişilik bir orduyla yola çıkıp çetin sınavların sonunda yanında kalan 310 küsur kişiyle koca bir Calut ordusuna karşı çıkmasının bize telkin edeceği şey tedbirsizce salt imana tevekkül ederek asimetrik mücadelelere girişmek değil elbet.
Uhud’da yenilgiye uğrayan insanların imandan yana neleri eksikti? Bedir’de az bir topluluk sayıca birkaç kat büyük bir topluluğa karşı imanlarının gücüyle ama uyguladıkları sağlam taktiklerle galip geldiler. Ama bütün bu taktikler ne olursa olsun, sayısal üstünlük konusunda karşı tarafı gözünde gereğinden fazla büyüttüğünde kendini de küçültmüş ve yenilgiye ilk adımı atmış olur.
Bedir’de de Uhud’ta da Müslümanlar savaşın ilk raundunu düşmanı gözlerinde yenerek almışlardı.
Sayıca kendilerinin birkaç katı olan düşman kendilerine küçük gösterilmişti. Tıpkı Calut’un karşısında nesnel ölçülere göre çıkmaları imkansız bir orantısızlıkla çıktıklarında Talut ve askerlerinin ilk tepkisine yakın bir tepki göstermişlerdi.
(Tâlût ve askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince dediler ki: “Rabbimiz! Bize bolca sabır ver, adımlarımızı sabit kıl ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara, 250).
Bu dua, bu bakış açısı, bu Allah’a güven zaferlerinin ilk ve en temel şartıydı. Bunu temin ettiler ama bununla da yetinmediler, tedbirlerini aldılar.
Allah’ın izniyle karşısında ne kadar az olsalar da düşmanı yenebileceklerine inandılar. Bunun için duruma uygun bir taktiğin mutlaka var olduğunu ve bunu bulmaları gerektiğini bildiler ve bunu aradılar. Düşmanı araştırdılar ve Talut düşman askerlerinin en büyük zaafının Calut’a gereğinden fazla bağlılık olduğunu gördü. Calut’u düşürdükleri taktirde düşman ordusunu çatlatacağını (
uğratacağını) gördü ve buna çalıştı. Bu orduyla birebir bir mücadeleyle başetmek yerine bu çok daha makul bir yoldu.
Ordusu içinde doğrudan düşman ordunun komutanı Calut’u hedef alabilecek, onu indirebilecek yeteneği aradı. Bunu yapabilecek olan yeteneğe kendi mülkünü ve kızını ödül olarak bırakacağını vaat etti.
O yetenek
idi. Davut’un sapanla çok şiddetli ve hedefi tam ortasından vurma yeteneği malumdu. Savaşın daha başında, Talut ve askerleri ciddi bir kayıp yaşamadan önce
Davut olabildiğince iri yarı ve her tarafı zırhla kaplı olan Calut’u açık olan tek yerinden, alnının tam ortasından vurarak öldürdü.
Calut’un düşmesi ordusunda bir çatlağa, bu çatlak bir dağılmaya yol açtı (durumu ifade eden “
” kelimesinin etimolojik anlamı tam böyle tasvir etmemizi sağlıyor).
“Böylece Allah’ın izniyle onları hezimete uğrattılar; Davud da Calut’u öldürdü, Allah Davud’a hükümranlığı ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti” (Bakara: 251).
Davut’un bu yaptığı işin neticesinde Talut’un kendisine vaat ettiği mülkü aldığı anlaşılıyor, ama hemen mi alıyor, yoksa Talut’an sonra onun halifesi mi oluyor, öncesinde bir süre veliahtlık görevi mi yapıyor? Bu çok belli değil, zaten çok da önemli değil.
Önemli olan sonradan dünyaya adil ve güçlü bir dünya liderliğinin nadir örneklerinden birini verecek olan, ardından bu liderliği daha da genişletip sürdürecek olan Süleyman’a bırakacak olan Davut’un bu liderliğe hangi yolla yükseltilmiş olduğudur.
İnsanların onaylayacağı, takdir ve şükranla karşılayacağı bir başarının ardından geliyor gerçek liderlik. Dahası, o günün en güçlü orduları karşısında bile yenilmezlik unvanını defalarca pekiştirmiş, zulmüyle, hükmüyle dünyayı kasıp kavurmakta olan Calut’u bir sapan taşıyla vurmuş olması.
En sıradan şeyde bile mucizeler vardır, amenna, ama bildiğimiz anlamda bu olayda bu sıradanlığın ötesinde bir mucize yok. Herşey tedbir dairesinde gerçekleşmiştir. Calut ne kadar güçlü, ne kadar korunaklı olursa olsun zayıf bir tarafı vardır ve Davut o tarafı bulup oradan vurmuştur onu.
Bugün ise kendilerini Hz. Davut’a nispet edenler Calut’un rolüne soyunmuş, gelmiş geçmiş en güçlü savunma sistemleriyle Calut’unki gibi zırhlara bürünmüş ve yine mazlum insanlara zulmetmektedirler. Sadece Filistinlilere değil, kurdukları veya dayandıkları küresel hegemonyayla bütün dünyaya zulmetmektedirler.
Bu sefer Davut’un taşıdığı sapan taşı Filistinli çocukların elindedir ve bu sapanlar yıllardır İsrail devletini devasa silahlı gücüne rağmen aciz bırakmaktadır.
Tam da bu kıssanın sonunda verilen asıl büyük derste olduğu gibi:
“İşte böyle, Allah’ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzü fesad olur yozlaşırdı. Fakat Allah alemlere lütufkardır.” (Bakara, 251).
Bu bir tarihsel diyalektik ilkedir. Bir dönemin hak ve adalet peşinde koşan hareketleri, toplumları bir sonraki dönemin zalimlerine ve dolayısıyla mukadder mağluplarına dönüşebiliyor.
Çünkü iktidara gelen hareketler genellikle bidayet dönemlerinde verdikleri mücadeledeki erdemleri dondurup şeyleştirirler (reification), mücadelelerinin içerdiği erdemleri ve sembolizmi bile kendilerine bir mülk haline getirir ve kendi iktidarlarının ürettiği mazlumlara karşı bir silaha dönüştürürler.
Böylece toplumların yozlaşması kaçınılmaz hale gelir.
İbn Haldun, bu dönemin kendini iyi denetleyen, peygamberin tevazuunu, merhametini, başkalarına karşı diğerkamlığını örnek alan adil ve raşit yöneticiler tarafından elbetteki uzatılabileceğini söyler.
Yoksa Allah bu duruma düşen insanların yerine başkalarını getirir. Kendini çok güçlü zanneden odaklara,
kendilerini en güçlü hissettikleri anda, bu kez sapanı Hz. Davud’un torunlarına karşı Filistinli çocukların eline vererek onları savar,
yeryüzünün daha da fazla yozlaşmasına karşı lütfuyla müdahalede bulunur.
Biz inancımızı koruyalım, ama tedbirimizi de (strateji ve taktiğimizi de) elden bırakmayalım.