Bir varoluş düzeyi olarak kurban

04:001/08/2020, Cumartesi
G: 1/08/2020, Cumartesi
Yasin Aktay

Ramazan Bayramı’ndan sonra Kurban Bayramı’nı da büyük ölçüde koronavirüsün istediği veya belirlediği şekilde idrak ediyoruz. Kurban ve mesafe aslında birbirini gideren kavramlar. Kurban mesafeyi gideren bir eylem. Mesafe de kurbanı engelleyen bir şey. Çünkü kurban, bir bayram bir festival olarak sosyal işlevi itibariyle de, sözlük anlamıyla da mesafeleri kaldıran, yaklaştıran, yakınlaştıran bir eylemdir. Doğrusu, idrak etmekte olduğumuz bu istisnai tecrübeden ayrı olarak kurban, üzerinde her zaman

Ramazan Bayramı’ndan sonra Kurban Bayramı’nı da büyük ölçüde koronavirüsün istediği veya belirlediği şekilde idrak ediyoruz. Kurban ve mesafe aslında birbirini gideren kavramlar. Kurban mesafeyi gideren bir eylem. Mesafe de kurbanı engelleyen bir şey. Çünkü kurban, bir bayram bir festival olarak sosyal işlevi itibariyle de, sözlük anlamıyla da mesafeleri kaldıran, yaklaştıran, yakınlaştıran bir eylemdir. Doğrusu, idrak etmekte olduğumuz bu istisnai tecrübeden ayrı olarak kurban, üzerinde her zaman düşünmeye değer bir konudur.

Kurban, çok boyutlu bir fenomendir. Kurban üzerine söylenenler, yapılan çalışmalar, farklı akademik yaklaşımlar, medyadaki yansımaları, farklı mesleki grupların ona yaklaşımı, farklı sınıfsal tabakaların olayı yaşayışları ve algılamaları da bunu gösterir. Veterinere başka, doktora, hayvansevere, kasaba, ilahiyatçıya başka, fakire başka zengine başka görünür.

Belki bir seremoni olarak kurban, olaya katılan insanlara dağıttığı roller dolayısıyla da herkese farklı yanlarını yansıtmış oluyor. Fenomen de zaten doğası itibariyle böyle bir durumu ifade etmiyor mu? Eskiler “zahiriye” demişler fenomene; Bir zahiriye olarak kurbanın faklı yanları kadar farklı tezahürleri de vardır.

Hayatımızın merkezindeki ibadetlerden birisi Hakikaten herkese başka görünüyor Kurban. Bir çok insan bunu, bir et şöleni olarak görür mesela. Ama o da bir görüntü. Herkese mi öyle görünür peki? Elbette değil, ama birilerini de rahatsız edecek kadar bir görüntü. O birileri böyle yaşamıyor böyle algılamıyordur. Kendi algılarını ne kadar insan paylaşıyor peki? Veya algılarını herkesin aynı şekilde paylaşması mümkün veya gerekli midir?

İbadetler insanları bir noktaya toplar, birleştirir, ama bu, o ibadetlere herkesin yanı yerden, aynı yoldan geçerek katıldığı anlamına gelmiyor. İbadetler çok farklı bilinç ve yaş seviyelerinden, tecrübelerden, tabakalardan insanları bir araya getirebilse bile herkesin farklı bir algısı, sebebi, heyecanıyla gerçekleşir. Bazı ibadetlere yönelen gereğinden fazla elitist/havass yaklaşımların entelektüel seviyeleriyle mütenasip olmayan bir empati yoksunluğu barındırdığını hayretle fark edebilirsiniz.

Çoğu kez Kurban ibadetini, acemi kasapların elinden geçen hayvan görüntüleri eşliğinde yerine getiriyoruz. Hülasa, bunun edebiyatını, felsefesini, sosyolojisini yapmak ve daha çok boyutlu düşünmek ihtiyacı beliriyor. Bu konu, üzerinde her türlü düşünmeye, araştırmaya, tartışmaya, edebiyatını, felsefesini yapmaya değer bir konu. Bu konuda tam oturmuş bir felsefemizin, yorumumuzun olmaması kötü bir durum. Çünkü artık bu, ibadet olmakla birlikte, bir gelenek aynı zamanda. Ama ne yazık ki aynı derecede önemli değerlendirmeye konu olamıyor. “Bir varoluş düzeyi olarak kurban” derken, bana zahir olan kısmından bahsetmek istiyorum. Yoksa tüm yönleriyle onu ihata edebileceğimi elbette söylemiyorum.

Kurban, bir var oluş düzeyidir. Arapça olan kelime anlamı “yakınlaşma”dır. Kelimenin kökeni Arapça, ama kurban fazlasıyla Türkçe bir kelime. Çünkü Araplar, buna kurban demezler, “edha” veya “fidye” derler. Kurban Bayramı “iyd el edha”dır. İngilizler “victim” veya “sacrifice” derler. Bir kazaya, bir cinayete, bir hadiseye mağdur olanı, kurban gideni ifade eden victim kelimesinde kutsal olan bir şey yok tabii. O yüzden sacrifice kutsanarak feda edilen şeye denilir. Dolayısıyla burada kurban kelimesiyle ifade edilecek olanlar sadece Türkler için anlamlı olacak. Çünkü “kurban”, kelime olarak yalnızca Türklerde vardır ve Arapça’dan taşınan anlamıyla “yakınlık”, “yaklaşma” yı ifade eder.

Yaklaşma bir tercihtir. Fizik olarak şöyle bir kural vardır; Bir insan aynı anda iki zıt noktaya yaklaşamaz. Sadece bir noktaya yaklaşır. Dolayısıyla tercihimizde, bir yaklaşma söz konusu ama bu yaklaşma aynı zamanda başka noktalardan vazgeçmeyi, onları feda etmeyi gerektiren bir tercihtir. Şirk ve tevhit inançları arasında, tevhitten yana taraf oluyoruz, böylece şirke dair her türlü seçeneği dışlar, onlarla ilgili bir kazanım ihtimali varsa onları da feda ederiz. Yaptığımız her tercihte, yapılabilecek olan sayısız seçeneği feda ederiz. İnsanın iradesinin sınırlı olduğunu söyleyenler de bu noktada, biraz acımasız davranıyorlar. Kurban, bir tercih olması boyutuyla sadece Müslüman’ın değil, her insanın hayatının merkezinde olan bir gerçek; insan hayatının çok temel bir düzeyidir. Kurban ritüelinde de bir tercihi yaparız. İtaat etme veya etmemeyi tercih ederiz. İtaat ettiğimizde Allah’a yaklaşır, etmezsek uzaklaşırız. Bu konuya biraz daha devam ederiz.

Hz İbrahim’in, İsmail’i mi yoksa İshak’ı mı kurban ettiği yönündeki tartışmalar, İslami literatürde genelde Hz İsmail’i kurban ettiği yönünde neticelenmiştir. Ama Müslümanların bir kısmı, İshak’ın da olabileceğini söylemişlerdir. Bu, bence son derece anlamlı ve güzel bir görüş ayrılığıdır. Çünkü Müslümanların bu konuda bir komplekslerinin olmadığını gösterir. Zira Yahudiler, bütün mevcut metinleri alabildiğine zorlayarak kurban edilenin İsmail değil İshak olduğunu söylerken Hz. İshak’ı Hz. İsmail’e üstün tutmanın, bu vesileyle de kendi üstünlüklerini ispatlamanın tasasına düşmüşlerdir.

Doğrusu, metinler irdelendiğinde, kurban edilen “biricik oğul”un Hz. İsmail Aleyhisselam olduğu görüşü hayli ağır basıyor. Müslümanlar için iki oğuldan birinin kurban edilmiş olması arasında birisine isabet eden şeref payesini sahiplenmek dolayısıyla bir fark gözetmek akıl karı bile değil. Ama meselâ Yahudiler için, İshak’ın kurban edilmesi, kurban olmak açısından bir şerefe değil, bir imtiyaza dönüşüyor. İshak’ın şahsında bir kavmin, bir ırkın şeref bulması değil de, imtiyaz sahibi olması umuluyor.

Halbuki biz Müslümanlar, bu şeref İshak’a ait olsa bile, kendimizi o şereften mahrum hissetmeyiz. Buna rağmen İsmail’in (a.s) olması tabii, Allah-u Teala’nın ayrı bir takdiri olsa gerek.

#Kurban
#İbadet
#Bayram
#Hz. İsmail