İran’ın ABD’ye ait bir İnsansız Hava Sahası’nı Hürmüz Boğazı’nda vurmasıyla birlikte Körfez’de son zamanların İran-ABD soğuk savaşında heyecanlandıran yeni bir aksiyon sahnesine şahit olduk. Bu sahnenin arkasından ABD’nin hemen bir karşı hamle yapması yönünde özellikle İsrail’den ve tabii ki ABD’yi İran’la bir an önce savaşta görmek isteyen SA ve BAE cephesinde bir beklenti oluştu. Trump ilk anda bu beklentiye sözleriyle cevap verse de kısa süre içinde bu sahneyi bir ABD saldırısının izlemesinin
İran’ın ABD’ye ait bir İnsansız Hava Sahası’nı Hürmüz Boğazı’nda vurmasıyla birlikte Körfez’de son zamanların İran-ABD soğuk savaşında heyecanlandıran yeni bir aksiyon sahnesine şahit olduk. Bu sahnenin arkasından ABD’nin hemen bir karşı hamle yapması yönünde özellikle İsrail’den ve tabii ki ABD’yi İran’la bir an önce savaşta görmek isteyen SA ve BAE cephesinde bir beklenti oluştu. Trump ilk anda bu beklentiye sözleriyle cevap verse de kısa süre içinde bu sahneyi bir ABD saldırısının izlemesinin çok da gerçekçi olmayacağı görüldü.
Neticede İran tarafından düşürülen İHA’nın İran hava sahasında bir casusluk faaliyeti içinde olduğu net olarak görülüyordu.
Uluslararası kurallara göre ihlali yapan taraf ABD idi ve bu uçağın düşürülme hakkı da ülkesini casusluk faaliyetlerine karşı koruma çerçevesinde İran’a aitti. ABD kamuoyuna olay aynen bu şekilde yansıdı.
İran Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Ebulfazl Şikarçi,
İran’a yönelik muhtemel askeri saldırının Washington’un bölgedeki çıkarlarını ve müttefiklerini “ateşe atacağını” söyleyerek, İran’a yönelik askeri saldırının sonuçları konusunda uyarıda bulundu. Buna karşılık, Şikarçi, ülkesinin hiçbir ülkeye karşı savaş başlatmayacağını dile getirdi ama, saldırılara çok sert yanıt vereceklerini de ifade etti.
Ancak, bu olay üzerine ABD’de giderek ABD’nin İran’a neden savaş açması gerektiği hususu daha fazla sorgulanmaya başladı. Bir televizyon programında İran’ın etrafındaki ülkelerde, yani İran’ı kuşatan bir coğrafyada bulunan ABD üslerinin ürkütücü çokluğuna dikkat çekilirken, buna karşılık ABD’ye makul yakınlıkta bile hiçbir yerde bir İran üssünün bulunmadığı ifade ediliyordu.
Bu durumda İran’ın ABD’ye nasıl bir tehdit oluşturuyor olabileceği sorulurken tam aksine ABD’nin İran’a tacizkar bir tehdit oluşturduğu gerçeği gözler önüne seriliyordu.
Bu sorunun uyandırdığı karşılaştırmalı bakış açısı giderek ABD kamuoyunda daha fazla dikkat çekiyor ve ABD’nin Ortadoğu’da neyin savaşını verdiği bizzat ABD vatandaşları tarafından soruluyor.
Tam da bu sorunun sorulduğu yerde tabii ki gündeme
ABD’nin kimin peşine takılıp kendi çocuklarını ölüme sürüklemek zorunda bırakıldığıyla ilgili çarpıcı gerçek de gündeme geliyor.
ABD’nin aslında İran’la savaşmasını gerektirecek gerçek bir sebebi yok.
İran ABD’yi hiçbir şekilde tehdit etmiyor, edebilecek gerçekçi bir coğrafi mesafesi veya gücü de yok.
İran’la
nükleer anlaşmadan da bizzat ABD çekilmiş olduğuna göre
İran’a aslında bu konuda istediği gibi hareket etme imkanı da tanımış oluyor. Öyle, ya, nükleer anlaşmadan çekilmiş ABD bu konuda İran’ın ne yaptığına artık karışacak pozisyonunu da kaybetmiş oluyor. Belki Avrupa ile bu anlaşma hala sözkonusu olduğuna göre Avrupa’nın İran’dan anlaşmaya sadık kalmakla ilgili talepleri olabilir, ancak ABD’nin böyle bir hakkı yok.
Buna mukabil İran’ın bir nükleer güce sahip olmasından İsrail’in kendi adına bir tehdit hissetmesi mümkün ama İsrail tehdit hissediyor diye ABD’nin İran’a bir savaş açmasını ABD başkanlarının kendi halklarına anlatması da o kadar kolay değil.
Bu açmazı geçtiğimiz günlerde, İran’ın İHA’yı düşürdükten sonra ABD Kongresi’nin güçlü ismi
’a yöneltilen bir soruya verdiği cevap çok iyi ortaya koyuyordu.
açıkça ABD’nin kendi ilişkileri çerçevesinde şu anda İran’a bir savaş açması için bir sebep olmadığını, ancak
İsrail’in İran’a, nükleer silahlanma dolayısıyla hissettiği tehdit dolayısıyla savaş açtığı takdirde ABD’nin de müttefiki olan İsrail’e destek için bu savaşa dahil olacağını söylüyordu.
Biraz tuhaf ama
İran’ın nükleer zenginleştirme programını devam ettirdiği taktirde İsrail’in bu tehdidi hissetmesinin kaçınılmaz olacağı ve bu savaşa girmesinin de kaçınılmaz olacağını, dolayısıyla ABD’nin de bu dolaylı yolla İran’a savaş açmış olacağını söylüyordu. Yani Cumhuriyetçilerin en makul ve en güçlü ismi İran’ı ABD adına değil İsrail adına uyarmış oluyor.
Aslında ABD’nin en önemli sorununun nasıl İsrail olduğunun çok açık bir resimlerinden birini veriyor bu ifadeler. ABD halkına ve bütün dünyaya karşı sergilenen bir tiyatronun kime ne anlattığı da kime çalıştığı da çok açık değil. Bunun ABD’nin uzun vadeli çıkarlarına çalışmayacağı da açık.
Öbür yanda belki ABD’nin İran’a karşı hareketi İsrail adına değil de SA adına olacak olsa da durum değişmiyor. Buradan gelecek olan petro-dolar kaynaklarının peşine takılmış bir ABD’nin koca ABD liderliğini üstlenmiş olacağı bodyguardlık görüntüsü ile çok ucuza satmış olacağı çok açık.
Bu ilişkilerin elbette başka düzeylerde köklenmiş anlamları da var elbet. Ama işin neticesinde hiçbir düzeydeki hiçbir anlam, bütün bu ilişkilerin ABD’yi yavaş yavaş tüketiyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
#İran
#ABD
#Ebulfazl Şikarçi
#Lindsey Graham