Yeni Şafak·YASİN AKTAY - Yitirdiğimiz samimiyeti nerede bulabiliriz?Samimiyet. Hem çok tanıdık bir duygu hem de dostluk gibi, yokluğundan çok şikâyet ettiğimiz bir erdem. Herkesin mutlaka samimiyetle ilgili deneyimleri, kendine özgü tarifleri veya algıları vardır. Ama nasıl oluyorsa, bu kavramdan söz açıldığında birçok kişi çağımızda yitip gitmiş bir değer olarak iç geçirebilir.Tam da buiç geçirme,samimiyetin derinlerde nasıl bir erdem olduğunu hatırlatır, hissettirir.Her şeyin ticarileştiği, ölçüye
Samimiyet. Hem çok tanıdık bir duygu hem de dostluk gibi, yokluğundan çok şikâyet ettiğimiz bir erdem. Herkesin mutlaka samimiyetle ilgili deneyimleri, kendine özgü tarifleri veya algıları vardır. Ama nasıl oluyorsa, bu kavramdan söz açıldığında birçok kişi çağımızda yitip gitmiş bir değer olarak iç geçirebilir.
Tam da bu
samimiyetin derinlerde nasıl bir erdem olduğunu hatırlatır, hissettirir.
Her şeyin ticarileştiği, ölçüye ve protokollere
bağlandığı, rasyonelleşme ve bürokratik kuralların yeterince kurtarıcı olduğunun düşünüldüğü, çıkarların
her şeyin üstünde tutulduğu ve adeta kutsandığı bir dünyada samimiyet ancak
nostaljik bir iç geçirme ile anılabilir.
O yüzden bu iç geçirme bir yitik değer, geçip gitmiş yıllara ait bir masumiyet anısı olarak düşünülü
r.
Büyümemizle birlikte iyice kirlenmiş olduğuna şahit olduğumuz dünya için fazla gelen bir şey.
Başkalarından umup bulamadığımız için intikamımızı onu daha da yok sayarak almak suretiyle kurduğumuz bir dünyada samimiyet sadece fazla gelmez, gördüğümüz yerde bizi rahatsız eden bir etki bile yapabilir
. Yine de o rahatsızlık bizi kendimize dönmeye davet eden bir çağrıya karşı verdiğimiz tepkidir.
gibi
samimiyet de fazla tarif istemeyen, ancak hissedilen ve yaşanan duygulardan.
Tarif etmeye kalkışıldığında kurallara bağlanıp tabii akışkanlığından sapar, bir duygudan ziyade bir formaliteye dönüşür.
Samimiyet, içtenlik, insanın karşısındakine karşı hiçbir hesap gütmeden, içinden geldiği gibi hissedip davranması. Sahici olmak, içinin dışının bir olması, yakınlık, hatta dostluk.
Aslında samimiyet her zaman dostluk gerektiren bir şey olmayabilir. İnsan dostlarına karşı da dostu olmayanlara karşı da samimi olabilir veya samimi davranışlar sergileyebilir.
Ama samimi olmayan dost olmaz. Dostluğun esası samimiyettir.
Dost olmayanlara karşı sergilenen samimiyet dostlara bir ihanet boyutuna varmadığı sürece dostlukla da çelişmez.
Herkesin dostu olmanın bir yolu yok ne de olsa. Zira dostluk, özellikle erdemlere dayalı dostluk, istese de istemese de o erdemlere karşı olanları da kendine düşman eder.
Bu durumda düşmana samimiyet dosta da ihanet olur.
Düşmana karşı sergilenebilecek en iyi erdem o yüzden çoğu kez samimiyet değil, olsa olsa dürüstlük olur. Yine de düşmana karşı bile sergilenen davranış kendi içinde kendi değerlerine, sözüne karşı bir samimiyet içerdiği ölçüde kendini başkalarından ayırt ettirir. Peygamber’in ve dostlarının düşmanlarına karşı sergilediği tutumda bu samimiyet o kadar baskın olmuştur ki,
günün sonunda hepsi kendilerini bu samimiyetin cazibeli akışına kaptırmış ve hepsi de de samimiyetin hâkim olduğu yeni bir dostluk çevresine dahil olmuşlardır.
Bir bakıma İslam’ın tebliği insanlar arasında bitmiş, tükenmiş samimiyetin yeniden tesisine bir davettir.
Maddileşmiş ve
bir enerjinin harekete geçirilmesi ve akışkanlığının sağlanmasıdır. Böylece mutlak anlamda, sabit ve değişmeyen bir düşman dahi kalmamış olur.
Karşınıza çıkan düşmana duyulan his özde bir nefret değil, samimiyetle bir acıma ve şefkat duygusudur.
Aynı özden varolmuş insanların düşmanlıkları büyük ihtimalle bilmemelerinden kaynaklanıyordur. Taşıdıkları beden ruh manasından yoksun bir cesede dönmüştür.
Ancak, yaşarken ölüye dönmüş olanların ruhu mümince samimiyetin sıcaklığına dirilerek cevap verir.
Ömer gibi, başta bilmediği için inatla direnen sonra o samimiyetin sıcaklığıyla
dönüşen bütün
ahalisi gibi.
’ni yazan
,
’e atfen öyle diyor: “Madde veya şeyleşme enerjinin soğumasıdır. Soğumuş enerjiyi madde olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda
toplumsal bağlamda dostluk, insani ilişkilerin soğumama hali veya ruhun akışkanlığıdır. Söz konusu ruh akışkanlığına samimiyet denebilir
. Dostluk dışı olan her toplumsal yapı ise insani ilişkilerin soğumuş halidir. Doğaldır ki akışkanlık birikmez, ancak soğuyup maddeleştikçe sayılmaya ve birikmeye başlar.”
Aslında bu açıdan samimiyet akışkan olduğu kadar iletken ve hareket ettirici bir enerjidir. Dinin özünün samimiyet olması bunun en iyi göstergesidir.
Din duygusu ve dinsel davranış samimiyetin çağrıştırdığı her şeyi gerekli kılar. Yarım yamalak bir inançla dindarlık olmaz. İnanmadan, salt toplumsal gereklilikler veya birilerine gösteriş adına yapılan davranışın, en bariz vasfı samimiyet eksikliğidir ve bunun din açısından karşılığı münafıklıktır.
Ayrıca dinin zayıflaması aynı zamanda samimiyetin de zayıflaması anlamına geliyor. Dindar insanda samimiyet hissedilmiyorsa o dindarlıkta bir sorun var demektir. Sekülerleşme
teorilerine buradan da başka bir boyut katılabilir. Samimiyet istatistiklere konu olamayacak, istatistik rakamlara bağlanamayacak bir şeydir, ama dindarlığı samimiyeti hissetmeden, hesaba katmadan da ölçemezsiniz.
Sekülerleşmeyi tespit eden istatistiki rakamlar, sadece insanların belli periyot ve sayılarla katıldıkları dini ritüel ve davranışların ölçüsünü verir, bu davranışlardaki samimiyeti ve sahiciliği ölçemez.
Sırf bir sosyal ve politik trend olduğu için namazını kılan ve orucunu tutan insanların oranı istatistik araştırmalarla tespit edilemez.
Sekülerleşme, yani dünyevileşme, insanın ahirete yönelik ilgisinin, bilgisinin veya inancının olmayışı, varsa da bu inancın onda ahirete yönelik bir akışkanlığa yol açmamasıdır.
Bütün ilginin bu dünyada takılıp kalması, donması, maddeleşmesi. Bu maddileşme insanı öte dünyaya yabancılaştırır, dostlarını anlamsız ve gereksiz kılar. İnsanlarla olan ilişkilerin ufku da derinliği de akışkanlığı da kaybolur ve samimiyeti yitip gider.
Samimiyet gidince geriye ruhsuz, kalpsiz, acımasız bir dünya kalır.
Öyle demişti
, isabet etmişti, ama çıkış yolunu görememiş, gösterememişti.
Samimiyet, insanın her şeyden önce kendine yabancılaşmasını aşmasının belki tek yolu.
Dostlarla, dostane bir şekilde, kendine, Rabbine, insanlara karşı içtenliğiyle…
#Samimiyet
#Tebliğ
#Dostluk
#Kenan Göçer
#Wilhelm Schmid
#Sekülerleşme