Türkiye’de üniversiteleşme oranının son yıllarda kaydetmiş olduğu artış, yüksek eğitim alanında eskiden fazlasıyla mustarip olduğumuz bir açığın kapatılması yönünde alınan bir tedbirin mübalağası seviyesine gelmiş durumda. Halihazırda 8 milyonu aşmış olan üniversite öğrencisi sayısı bütün gelişmiş ülkelerin de ilerisine gittiğimiz tuhaf bir endeks ortaya koymaktadır. Tuhaflık elbette artan üniversite öğrencisi sayısının ülkenin sosyolojik gelişiminin ve ihtiyaçlarının ötesine geçmiş olmasında.Üniversite
Türkiye’de üniversiteleşme oranının son yıllarda kaydetmiş olduğu artış, yüksek eğitim alanında eskiden fazlasıyla mustarip olduğumuz bir açığın kapatılması yönünde alınan bir tedbirin mübalağası seviyesine gelmiş durumda. Halihazırda 8 milyonu aşmış olan üniversite öğrencisi sayısı bütün gelişmiş ülkelerin de ilerisine gittiğimiz tuhaf bir endeks ortaya koymaktadır. Tuhaflık elbette artan üniversite öğrencisi sayısının ülkenin sosyolojik gelişiminin ve ihtiyaçlarının ötesine geçmiş olmasında.
Üniversite öğrenci sayısının nüfusa oranla Almanya, İngiltere ve ABD’den daha fazla olması bir açıdan övgüye değer bir şey olabilir ama bir başka açıdan hızla tedbir almayı gerektiren başka sorunların da göstergesidir.
Gerçi bazı karşılaştırmaları yaparken hem Türkiye’nin hızla gelişen bir toplum ve ekonomi olduğunu hem de genç nüfus oranının da diğer ülkelere nazaran daha fazla olduğunu da gözönünde bulundurmak gerekiyor. Almanya gibi genç nüfusun iyice azaldığı bir ülkede öğrenci sayısının 3 milyon gibi düşük bir seviyede olması ayrıca Almanya’nın yükseköğretim konusundaki özel politikasına veya uyguladığı modele bağlanmalı. Bu yönden Almanya ve ABD arasında dahi ciddi farklar vardır.
Aslında bizim bu noktaya nereden geldiğimizi hatta neden geldiğimizi hatırladığımızda hedefe ulaşıp orayı aşmış olduğumuzu söyleyebiliyoruz bugün. Çıkış noktasında, yani bundan 20 yıl öncesine kadar üniversiteye kabul neredeyse açıktan ideolojik ve sınıfsal aidiyet konusu olarak görülüyor ve öyle uygulanıyordu.
Üniversite sayısı sınırlı, kontenjanları her yıl yükseköğretime başvuranların çok azını karşılayabilecek düzeydeydi. Bu yüzden talebi kısmak için ağır sınavların yanısıra kontenjanların kapasitelerin de altında tutulması, başörtüsü yasağı ve katsayı uygulamaları da seçme ve yerleştirmede örtük kriterlerin işlemesini sağlıyordu.
2002 yılında üniversite sınavlarına giren 1 milyon 700 binden sadece 135 bini yerleşebiliyordu mesela.
Geriye kalanlar ne halleri varsa onu görmeye terkediliyordu.
Her yıl yüksek öğretim talebinde bulunup alamayan gençler istihdam dünyasında eğitim seviyelerine göre iş bulabiliyordularsa ne ala, ancak bu da aslında mümkün olmuyordu. Üniversiteye giremeyenler umutsuz ve çaresiz işsizler olarak hayata atılıyorlardı.
Acilen karşılanması gereken ihtiyaç, üniversite talep eden genç nüfusun talebine cevap vermekti ki, cevap verilemeyen talepler bir yandan toplumda bir mutsuzluk kaynağı bir yandan da giderek yurtdışına daha fazla sayıda eğitim arayışı olarak karşımıza çıkıyordu.
Bu neresinden bakılırsa yüksek eğitim alanında rasyonel bir tercih sayılamazdı. O yüzden öncelikle her ile en az bir üniversite açılması, mevcut üniversitelerin kontenjanlarının artırılması gibi tedbirler bu ihtiyaca acil cevaplardı.
Zamanla 207’ye ulaşan üniversite sayısıyla birlikte neredeyse üniversite eğitimi talep edip alamayan insanların gençlerin sayısının azaltılması büyük ölçüde sağlanmış oldu.
Aslında bir bakıma yüksek eğitim arzı ile istihdam sorunsalı birbirinden ayrıştırıldı. Eğitim ayrı bir sorun olarak görüldü ve bu yolla bir bakıma çözülmüş oldu.
İstihdam konusunda ise bizzat açılan üniversitelerin yarattıkları eko-sistem önemli bir nüfusun çalışma hayatına girmesine alan açtı, ama elbette ki hepsine değil.
Paralel olarak Türkiye büyüyor ve bu büyüme dünyadaki trendlere de uygun olarak hizmet sektörünün gittikçe genişlemesine yol açıyor. Bunun somut karşılığı teknik bilgiye, dolayısıyla daha fazla eğitime ihtiyaç duyulması anlamına geliyor.
Türkiye’nin hem kendi içindeki hem de dünyadaki bu gelişmelere eşzamanlı olarak yüksek eğitim arzını geliştirmiş olması böyle bir dünyada kendisine rekabet gücü kazandıran en büyük avantajları arasında sayılabilir.
Ama yine de bu avantaj sorunsuz değil. Daha önce de bu sorunlara artık eğilmemizin vaktinin geldiğini-geçtiğini söylemiştik.
Sadece şu rakam yeterince uyarıcı olmalı: Halihazırda her yıl üniversitelerimizden en az 1,5 milyon insan mezun olmakta ve bunların hepsi iş arayışına girmektedir.
Olsun, denilebilir, bu arayış Türkiye’nin mevcut dinamizmi, büyümesi, gelişmesi gözönünde bulundurulduğunda apayrı bir fırsatın da göstergesi sayılabilir.
Ancak bu eğitimli nüfusun eğitim tarzı, beklentileri ve iş anlayışları halihazırda ciddi bir memnuniyetsizlik kaynağı olmalarını daha fazla beraberinde getiriyor.
Üniversite mezunu unvanına sahip birinin artık statü olarak daha aşağı bir alanda istihdama kapalı hale gelmesi gibi bir insan kaynağı tüketiminden bahsediyoruz.
Pekâlâ çok daha kazançlı olabilecek işlere bile kapanıyor insanlar.
Konu ara-eleman sıkıntısından da daha derin bir sorun.
Bugün işsizler ile iş arayanlar birbirini bulduğunda potansiyel istihdam arz-talebimiz başabaş duruma gelebiliyor. Ama sadece eğitim yoluyla şartlanılmış statü endişesi bu buluşmayı engelliyor ve karşımıza bir türlü azalamayan işsizlik sorunu çıkıyor.
Birçok sektörde bugün çalışacak insan bulunamadığı için ciddi insan kaynağı sıkıntısı çekiliyor, buna mukabil üniversite mezunu çok sayıda işsizimiz birikmiş durumda. Çoğu eğitim durumuna göre bir işe kendini şartlamış durumda, özel sektörde bulamadığı için kamu istihdamı beklentisi içinde. Kamununsa bu kadar istihdam beklentisini karşılayabilecek bir kapasitesi yok ve bu durum her geçen gün daha da derinleşmektedir.
Eğitimin 12 yıla çıkarılması aslında zorunlu olarak üniversite talebini de artırıyor ve normal şartlar altında tarımda çalışabilecek, hatta çalışması gereken herkesi kent hayatına ve oradan da bu malum istihdam talep döngüsüne sokmaktadır. B
u durumda tarım ve hayvancılığımız çalışacak insan sıkıntısından dolayı ciddi bir krizle karşı karşıya.
Oysa tarım da hayvancılık da artık köylü üretim tarzından uzaklaşmış ve modernize edilmiş durumda, yine de kendi doğal çalışanını kaybetmiş yeni çalışanına da kavuşamamaktadır.
Bu çemberi bir yerden kırmak gerekiyor, ama nerden?
#üniversite
#ABD
#Almanya
#İngiltere
#eğitim