Ukrayna’dan görülen: Herkes potansiyel mülteci

04:0012/03/2022, Cumartesi
G: 12/03/2022, Cumartesi
Yasin Aktay

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının uluslararası ilişkiler açısından, güç dengeleri ve siyasetleri açısından sebepleri ne olursa olsun karşımıza çıkan insani dram bütün savaşlardakinden farksız.Batılılar Batı dışı toplumlarda yaşanan bu dramları çok uzunca bir zamandır bir dizi film tadında izliyor. Üzerine hiçbir sorumluluk yüklemeden, hayatında etkisini hiçbir şekilde hissetmeden, bir vicdan azabı duymadan.Hayatın rutinine dönüşmüş bu savaşlar Müslüman coğrafyalarda, Afrika’da veya Uzak Asya’da

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının uluslararası ilişkiler açısından, güç dengeleri ve siyasetleri açısından sebepleri ne olursa olsun karşımıza çıkan insani dram bütün savaşlardakinden farksız.
Batılılar Batı dışı toplumlarda yaşanan bu dramları çok uzunca bir zamandır bir dizi film tadında izliyor. Üzerine hiçbir sorumluluk yüklemeden, hayatında etkisini hiçbir şekilde hissetmeden, bir vicdan azabı duymadan.

Hayatın rutinine dönüşmüş bu savaşlar Müslüman coğrafyalarda, Afrika’da veya Uzak Asya’da cereyan ediyor nasılsa. Bu savaşlar aslında bizzat Batılı güçlerin kendi aralarındaki güç ve kaynak paylaşımının vekaleten yürütüldüğü sahalarda cereyan ediyor olması da işin cabası.

Şimdi biraz tuhaf gelen, kabul edilmesi zor gelen şey bu film sahnelerinin kendi topraklarında, Batı’da çekiliyor olması.
İzledikçe Batılı seyirci, bunların meğer bir film olmadığını büyük bir şok etkisiyle fark ediyor.
Bu şokun etkisiyle tam da içindeki duyguları veya zihninin altındaki düşünceleri ilk anda dışa vurmaktan alıkoyamıyor kendini.
İngiltere Prensi William
’ın geçtiğimiz gün
Londra’daki Ukrayna Kültür Merkezi’
ni ziyareti sırasında söylediği sözler tam bu bilinçaltının hesapsızca bir dışavurumuydu:
“Savaş ve kan dökülmesinin Avrupa’da değil, Afrika ve Asya’da oldukça normal olduğunu
” söyleyen
William
, Merkez’de hazır bulunan gönüllülere «Bunu Avrupa’da görmek bize çok yabancı. Hepimiz arkanızdayız” demeyi de ihmal etmemiş.
Bu arada
Avrupa Parlamentosu
’nda Ukrayna’dan gelen mülteciler üzerine yapılan oturumda
İrlandalı parlamenter Clare Daly’
nin konuşması Avrupa’nın bu konuda yaşadığı veya yaşamak durumunda kalacağı rahatsızlığı çok net ifade etmiş. Daly, konuşmasında Ukrayna ve Afganistan’a çifte standart uygulandığı eleştirisinde bulunarak, milletvekillerine, Afgan halkının yaşadığı insani krizin neden önemsiz görüldüğünü sordu:

“Hiç şüphe yok ki masum sivillerin hayatlarının efendilerinin savaşlarında feda edildiği felaket krizleri zamanlarında yaşıyoruz. Evet, Ukrayna’da ama sadece Ukrayna’da değil. Son genel kuruldan bu yana on binlerce Afgan vatandaşı, gıda ve güvenlik arayışıyla kaçmak zorunda kaldı. 5 milyon çocuk kıtlık, ıstıraplı ve acılı ölümle karşı karşıya, çocuk yaşta evliliklerde yüzde 500 artış görüldü ve hayatta kalsınlar diye satılan çocuklar. Ondan bahsedilmiyor. Burada değil, hiçbir yerde bahsedilmiyor.”

Daly’nin sorusunu Afganistan’la sınırlı tutmamak lazım elbet. Suriye’den, Yemen’den, Keşmir’den, Myanmar’dan da savaş ve çocuk dramları en güncel haliyle idrak edilebilir.
Bütün bunlara karşı sergilenen duyarsızlığın bir de Ukrayna’daki duruma karşı sergilenmesi değil elbet arzu edilecek şey.
Tam aksine Ukrayna’da bugünlerde yaşananların insanlığı gözünü din, dil, ırk, coğrafya ayırımı yapmaksızın bütün dünyaya çekmesi.
Şimdiye kadar ekranlarında tesadüfen gördüklerinde bile kanal değiştirerek gündemlerinden hemen uzaklaştırdıkları hadiselerin de Ukrayna’daki kadar, tabii ki ondan bile çok daha acı bir biçimde yaşanıyor olduğunu idrak etmeleri.
Ukrayna’dan Avrupa’ya doğru yaşanan iltica, savaşın daha ikinci haftasının sonunda iki milyonu aşmış durumda. Bu rakam aslında Suriye’de yaşananların dahi çok ötesinde bir nüfus hareketliliği.
Sadece kadın, yaşlı ve çocuğun bulunduğu bu sığınma sürecinde yaşananlar bütün iltica süreçlerindeki tipik dramlar.
İnsanın evini, yerini yurdunu terketmek zorunda kalması, başlı başına büyük bir trajedi.
Beyaz tenli, mavi gözlü ve Hıristiyan da olsa mülteci olabiliyorsa, artık
“mültecilik herkesin başına gelebilecek bir olaydır”
sözü çoğu kimse için bir anlam ifade etmeyen klişe bir söz olmaktan çıkıp yaşanan bir gerçeğe dönüşmüş olmalı.
Mültecilik, yaşadığımız dünyanın, özünde tekinsiz olan dünyanın her an herkesin karşısına çıkarabileceği bir durumdur.
O yüzden sığınma kabulü bir insan hakkıdır ve bütün insanlığın ortak bir değeri haline gelmesi gerekiyor.
Bu hakkı bir güvenlik ve egemenlik meselesine dönüştürmek, hatta yetmiyor gibi ona indirgemek insanlıktan fersah fersah uzaklaşmakla mümkün.

İşin trajikomik tarafı mülteciliğe karşı bu tavrı takınanların büyük çoğunluğunun kendilerinin veya ecdadının geçmişinde de mutlaka bir iltica hadisesinin olmasıdır.

Mülteci, zannedildiği gibi bir güvenlik tehdidi olmaktan önce bir insan olarak tutunmak zorunda olan bir gariptir.
Zygmunt Bauman’
ın meşhur ifadesiyle “
mülteci yer değiştiren kişi değil, yerini kaybeden kişidir. Yurdundan olmuştur ama yeni bir yurt da bulamamıştır”.
Bu söz bütün iltica hadiselerinde geçerlidir. Bu, çoğu kez mültecinin geldiği yeri yurt olarak benimseyemediğinden değil, maalesef genellikle geldiği yerin onu benimseyememesi dolayısıyla öyle olur.
Sürekli ona birileri onun bu topraklara ait olmadığını hatırlattıkça mültecilik bitmeyen trajik bir varoluşsal kategori haline gelir.
Oysa mülteci tarihsel ve sosyolojik olarak sayısız örneklerle sabittir ki, çoğu kez sığındığı yurda o yurdun sakinlerinden çok daha fazla hizmet eder, çok daha fazla katkıda bulunur.
Çünkü tutunma kaygısı vardır ve bu onu çok daha fazla çalışmaya, çok daha girişken ve üretken olmaya, bu arada ilişkilerine çok daha fazla ihtimam göstermeye sevk eder.

Bir yandan da yaşadığımız modern dünyanın hepimizi göçmen kılan bir tarafı var. Belki dünyanın bu kadar çok hareketlenmesi, bu kadar çok büyümesi, teknolojinin ve yaratıcılığın bu kadar çok artmasının ardındaki bir motivasyon da budur.

Hepimiz mülteciyiz, kime, nereden, nasıl?

#Ukrayna
#Rusya
#Afrika
#Asya
#William