Türklerin Peygamber sevgisinin oluşturduğu fark

04:0017/09/2022, Cumartesi
G: 17/09/2022, Cumartesi
Yasin Aktay

Yeni Şafak·Yasin Aktay - Türklerin Peygamber sevgisinin oluşturduğu farkİnsanlar birbirinden farklı yaratılmış. Toplumlar bir fark koyuyor ortaya, toplumlar içinde aşiretler, kabileler, etnik gruplar, bunların içinde aileler, bireysel kişiliklerin hepsi kendine özgü bir fark koyuyor.Sadece toplumlar değil, her insan diğerinden farklı.Gelmiş geçmiş milyarlarca insan arasında birinin aynısı olan kimse yok.Herkesi ayırt eden bir yüzü, bedensel özellikleri, parmak izi, retinası, DNA’sı var.Adli tıpta

İnsanlar birbirinden farklı yaratılmış. Toplumlar bir fark koyuyor ortaya, toplumlar içinde aşiretler, kabileler, etnik gruplar, bunların içinde aileler, bireysel kişiliklerin hepsi kendine özgü bir fark koyuyor.

Sadece toplumlar değil, her insan diğerinden farklı.
Gelmiş geçmiş milyarlarca insan arasında birinin aynısı olan kimse yok.
Herkesi ayırt eden bir yüzü, bedensel özellikleri, parmak izi, retinası, DNA’sı var.
Adli tıpta kimlik tespitlerini yapmak farklar üzerinden mümkün oluyor.
Bir insan cinsinin bütün bireylerini birbirinden farklı kılarak yaratan, büyük mucizelerinden birini de görene ve anlayana göstermiş ve anlatmış oluyor.

Toplumları birbirinden farklı yaratan rabbimiz bir yandan da bütün bu farklılıkları insanlar birbirlerini tanısınlar diye yarattığını söylüyor ama bir yandan da bu farklılıklar üzerinden birbirlerine üstünlük taslamayı da zinhar yasaklıyor.

Farklar üzerinden, hele de bize verilmiş, tahsilinde en ufak bir katkımızın olmadığı farlarımız üzerinden birbirimize üstünlük taslamanın anlamı cahiliye asabiyesidir, yani ırkçılıktır.
Irkçılık her bir birey farklı olduğu halde bazı topluluklar arasında var olan asgari benzerlikler, yakınlıklar veya bağlar üzerinden bazı gruplara atfedilen üstünlük.
Tevhid dininin zirve ismi Hz. İbrahim’in babası bir put yapıcısı olan Azer’dir oysa
ve Allah onu bağışlamak için dua etmeyi bile kendisine yasaklamıştır. Aynı Hz. İbrahim kendi torunlarının da insanlara öncülük etmesi için dua ettiğinde rabbinden
“Allah’ın vaadi zalimler topluluğuna erişmez”
cevabını alacaktır,
çünkü hakk üzere olmak bir soya bağlı olmakla temin edilen bir şey değil, istikamet üzere çaba lazım, emek lazım, irade ve duruş lazımdır.
Hz. Nuh’un oğlu,
mesela kendi babasına inanmamayı, kavmi gibi onu alaya almayı tercih ederek zalimler topluluğu arasında yer alır. Soyu onu kurtarmadı.
Daha geriye gidelim
Hz. Adem
’in iki oğlundan biri ilk cinayeti ve ilk kibri irtikap eden
Kabil’
dir. Yine Hz. Peygamber’in
Hz. Hamza
gibi bir amcası var ama
Ebu Leheb
gibi Kur’an’da ismi adeta şirkin, zulmün ve kötülüğün simgesi olarak zikredilen bir amcası daha var.
Soya sopa kutsallık aftetmek İslam’ın temel felsefesiyle çelişe bir şeydir.
Elbette bu felsefe, akrabalara karşı sorumluluğu, onlara iyilikte bulunmayı emreden düsturla çelişmez.
Soya, kavme, yani hiçbir katkımızın olmadığı, bize verilmiş olan özelliklerle bizi irtibatlandıran özelliklere atfedilen ortaklıklar her bir birey olarak farkımızdan kaynaklanan sorumluluğu yok etmiyor.
Bilakis bu farklı ortaklıklar üzerinde fazla durarak sadece kibrimizi, istiğnamızı, dolayısıyla cehaletimizi artırırız, başka bir şey değil.

Yine de vurgulamadan ve üstünlük veya aşağılık atfetmeden kendimizi bilmek, tanımak, şeceremizi takip etmek açısından farkları bilmek de gereklidir.

Türkiye’de yaşanan İslam’ın başka ülkelerdeki veya toplumlardakine nazaran bir farkı elbette vardır. Bu farkı daha önce şu veya bu özelliklerde arayanlara karşı epey yazmıştım. “
T
ürk Dininin Sosyolojik İmkânı”
tam da bu fark iddialarıyla yüzleşmek üzere yazılmıştı.
Farklı olmak veya farklılık politikaları gütmek arasındaki farkı da vurgulayarak elbette.
Türkiye’de anlaşılan ve yaşanan İslam’ın başka ülkelerdekine nazaran farkını
Hanefilik-Maturidilik
üzerinden kurmak isteyenlere karşılık, Afgan, Hint, Pakistan ve bilhassa Taliban’ın da İslam anlayışının aynı kaynaklara dayandığını göstermiştik. Ayrıca Anadolu’da Maturidi anlayışın büyük ölçüde Eşari bir talim ve tedrisatla içiçe olduğundan bunun kayda değer bir fark üretme ihtimalinin olmadığını da söylemiştik.
Doğrusu bir fark ortaya aranacaksa bu Türklerin, mesela Araplara nazaran Peygamber sevgisini ortaya koyma biçimlerinde görülebilir.
Yıllar önce, Arap Baharı sürecinin başladığı günlerde Suudi Arabistan’da verdiğim bir konferans sonrası sohbet ettiğimiz Kraliyet ailesine mensup bir hanımefendinin bazı mülahazaları bunu çok iyi ifade ediyordu. İyi bir sosyoloji eğitimi de almış olan hanımefendi ile sosyolojiden siyaset bilimine, hermenötikten tarih ve dini bilimlere uzanan sohbetimizin bir yerinde selefi anlayışın çok eleştirdiği Türklerin aşırı peygamber sevgisine ilginç ve “empatik” bir açıklama getirmişti. Ona göre “Araplar için peygamber aralarından biri olduğu ve kendileri Arapça bildikleri için Kur’an bütün mucizesiyle kendilerini büyülemiş oluyordu.
O yüzden Araplar için İslam Kur’an merkezli bir dindir.
Oysa Türklere İslamiyet somut şahıslar ve onların pratikleri yoluyla ulaştı ve Kur’an’ı ilk etapta anlamadıkları için Kur’an yerine o karşılaştıkları şahısları yetiştirmiş olan peygambere, gıyabında büyük bir muhabbet duydular.
Bu muhabbet Türkler için İslam’ı Kur’an merkezli olmaktan ziyade peygamber merkezli bir din haline getirdi.
Bu da İslam dünyası için Allah’ın bir bereketi.
Türklerin peygambere hürmeten Muhammed yerine “Mehmet” ismini tercih edip bunu çok yaygın olarak kullanıyor olmaları bende Türklere dair hep ayrı bir saygı uyandırmıştır.”
Hiçbir üstünlük veya aşağılık iddiasında bulunmayan tamamen durumu kendine göre tasvir eden bir tespit. Neden böyle olduğunun açıklaması için ayrıca birçok çalışmayı da tetikleyebilir tabi. Ancak bugün, yıllar önce yine burada aktarmış olduğum bu anekdotumu tekrar hatırlatan, iki gündür Bursa Büyükşehir Belediyesi, TÜBA ve Türk Dil Kurumu işbirliğiyle düzenlenmekte olan
Süleyman Çelebi
ve Mevlit Geleneği Sempozyumu”
oldu.
Türkiye’de, aslında Osmanlı coğrafyasının bilhassa Arapça konuşmayan çoğu yerinde Peygamber-sevgisine odaklı bir İslam anlayışı, duygusallığı ve pratiğinin oluşmasında
Süleyman Çelebi
’nin
Vesiletu-N-Necat
(Kurtuluş Vesilesi) şiirinin Mevlid-i Şerif olarak bir ayine dönüşerek toplumda hem Peygamberin doğum gününde hem de her türlü hüzün ve neşe vesilelerinde, yas ve düğünlerde veya her vesileyle topluca okunmasının bir gelenek haline gelmesi olmuştur.
Mevlid sadece Peygamber’in sadece doğumunu değil aynı zamanda Sünnetini, ahlakını ve itikadını da muhteşem bir manzum edebiyatla dile getirdiği için ciddi bir zihniyet kurucu kaynak olarak da işlemiştir.

Nasıl işlediğini ve sosyolojik etkilerini işlemeye devam edelim.

#Süleyman Çelebi
#Pakistan
#Taliban