Türkiye’den beklenenin farkında mıyız?

04:007/01/2023, Cumartesi
G: 7/01/2023, Cumartesi
Yasin Aktay

Yeni Şafak·Yasin Aktay - Türkiye’den beklenenin farkında mıyız?Türklerin tarihte İslam birliğini asırlarca temin etme ve dünya sahnesinde bir kültür ve medeniyet olarak temsil rolünden I. Dünya savaşının sonunda çekilmesinden sonra İslam dünyası fiilen darmadağınık bir hal almış oldu.Fiilen dünya nüfusunun üçte birine yakın bir kesimini oluşturan ve dünyanın her yanında var olup bir kıbleye yönelen Müslümanlar, siyasi olarak hiçbir temsil imkanına sahip olmadıkları için kültürel olarak da bir varlık

·
?

Türklerin tarihte İslam birliğini asırlarca temin etme ve dünya sahnesinde bir kültür ve medeniyet olarak temsil rolünden I. Dünya savaşının sonunda çekilmesinden sonra İslam dünyası fiilen darmadağınık bir hal almış oldu.
Fiilen dünya nüfusunun üçte birine yakın bir kesimini oluşturan ve dünyanın her yanında var olup bir kıbleye yönelen Müslümanlar, siyasi olarak hiçbir temsil imkanına sahip olmadıkları için kültürel olarak da bir varlık ortaya koyamıyorlar.
Mağribli düşünür
Dr. Kemal el-Kasir
’in geçen yazımızda değindiğimiz
Al-Quds al-Arabi
’de yayınlanan “
Kapalı Kültürel Paradgimaların Çöküşü: Türkiye için nasıl bir Rol?
” ile “
İslam Dünyasının Türkiye’ye ne İhtiyacı Var?
” başlıklı yazıları başka yazılarıyla birlikte, İslam dünyasının mevcut durumunu
iki kapalı paradigma arasında sıkışmış bir İslami söylem
için Türkiye’den daha geniş bir açılım beklediğini ifade ediyor. Ona göre,
İran’ın devlet sponsorluğuyla ortaya koyduğu İslami iddiaları sadece Şii nüfusun dar mezhepçi bakış açısına sıkışıp kaldığından dolayı
bugün dağınık İslam dünyasını toparlama veya bütün İslam dünyasını temsil edecek bir kültürel vizyon ortaya koyma ihtimali bulunmuyor. Tarihte de Safevi İran’ı her zaman kültürel ve ideolojik bir iddiaya sahip olduysa da İslam dünyasını birleştirmekten ziyade var olan birliği bozup zayıflatmaktan başka bir şey yapmadı. Bugün farklı bir söylemle ortaya çıkan İslam Devrimi dönüp yine dar mezhepçi söyleme sıkışıp kalmıştır.
Diğer yandan, el-Kasir’e göre,
Osmanlı’dan sonra İslam’ın görünürde hizmetkarı rolünü üstlenmiş olan Suudi Arabistan’da temsil edilen İslami söylemin bariz özelliği de dışlayıcı bir kapalılıktı.
Modern dünyanın ihtiyaçlarını görüp karşılık verecek bir vizyona zaten sahip değilken son zamanlarda yaşanan açıklık
İslam’ı daha iyi temsil iddiasından ziyade, eskiden iyi kötü üstlendiği bu sorumluluktan tamamen sıyrılmak
şeklinde cereyan ediyor.
Bundan önce,
Kahire’den Bağdat ve Şam’a kadar bir kültürel çekim merkezini temsil eden başlıca Arap kültür başkentleri de ne yazık ki bu özelliklerini yitirmiş durumda
lar. Kültürel merkez olmak her şeyden önce devletin özgürlükleri himayesini ve bir ölçüde ciddi kültür politikaları takip etmeyi gerektiriyor.
Aynı zamanda fikir üretme alanlarının ağırlaşması ve kültürün en dar yerlerden kuşatılması nedeniyle, hele Kültür politikaları, kamu işlerini yönetmek için ayrılan bütçelerin ancak kırıntıları ve kalıntılarıyla beslenirken,
bugün çekici ve etkili bir Arap kültür modeli oluşmuyor.
El-Kasir’e göre, Şu anda İslam kültürünün zirvesinde bir Sünni güç ya da merkez yok ama kabul etmeliyiz ki Türkler Darü’l-İslam’ı bir asır öncesine kadar bugünkü sınırlarına ulaştırdılar.
Türkiye’nin kültürel çıkmazın ışığında, özellikle de son derece karmaşık koşullardan geçerek bugünkü durumuna gelen siyasi kültür ve İslami demokrasi açısından bölgeye sunacağı çok şey var.
Sadece bir İslami demokrasi ihtimaline inanmak, bölgenin siyasi kültürü için başlı başına çok önemli bir durumdur.
Türklerin Sünni mensubiyeti geçmişte onlara bölgeye karşı pek çok yükümlülükler yüklemiş, bugün ve gelecekte de onlara bu sorumluluğu
yüklemektedir. Özellikle Sünni dünyanın karşı karşıya olduğu kritik anlarda Türkiye’nin İran, Rusya ve Batı ile bölgede dengeyi sağlamak için sadece bir askeri güç olarak değil, bir kültürel merkez olarak da uzak ve yakın tarihiyle zaman geçtikçe yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekiyor.
Esasen Türkiye’nin gücü de sadece savunma teknolojileri konusunda ortaya koyacağı performansla elde edilmeyecektir.
Bu alanda bir güç haline gelmesi için bile muhtaç olduğu motivasyonu da bu kültüre olan mensubiyeti ve yatırımı sağlamaktadır.
Zira silah taşımak yayılmak için gerekli ve uygundur, ancak kültür taşımak hayatta kalmayı ve nüfuzu sürdürmeyi sağlıyor, tıpkı geçmişte olduğu gibi.
Türkiye’nin günümüzde birçok Arap ve İslam unsuru için bir çekim bölgesine dönüşmesi dikkate alınması gereken bir veridir. Diğer tüm verilerle birlikte ister istemez o bölgeye yönelik büyüyen ve ortak bir kültürel vizyona dönüştürülmesi gereken bir çekim merkezinin varlığına yol açmaktadır.
Ancak çelişki ve zayıflık, Türklerin bu ana kadar kendilerine yönelen hareketi ve teveccühü benzer bir hareketle karşılamamalarında yatmaktadır.

El-Kasir bu noktada Türkleri Arap dünyasında daha fazla görünür olmaya, daha fazla seyahat etmeye ve kendilerini daha fazla duyurmaya davet ediyor. Zira ona göre kültür ziyaretler ve seyahatle aktarılır.

Türklerin, tarihsel medya üretimi açısından bölgede en büyük erişime ve etkiye sahip olduklarını kanıtladıkları
nı söyleyen el-Kasir Arap bölgesinin bileşenleri ile aralarındaki ortak ilişkileri ve bağları yansıtan benzer başarılar söz konusu olduğunda bunun çok etkili bir veri olduğunu da kaydediyor.

Ona göre Sünni ideolojik boşluk artık büyük (uluslar üstü) bir Sünni fikrinin ortaya çıkmasına izin veriyor ve çok önemli bir konuyu, İstanbul’un bir kültür başkenti, bölgede bir kültür çekim merkezi haline getirilmesini teşvik ediyor.

Türkler bölgede kendileri bir ideoloji inşa etmeye karar vermezlerse veya bunu yapamazlarsa, en azından İslami kültürel gelişimin gelişmesi için ortam ve alan sağlayabilirler ki aslında zaten bugün fiilen, belki planlanmamış olarak, kendiliğinden gelişen şey budur.
Ancak El-Kasir, bir başka kısıtlılık olarak Arapçadan Türkçeye ve Türkçeden Arapçaya çeviri hareketinin çok düşük seviyede olduğu
nu da kaydediyor. Ona göre Türkiye’nin bölge için bir çekim unsuru olarak Arap diline olan ilgisine ve toplumları kendi yörüngesine çeken ortak bir
kültür
endüstrisine
ihtiyaç vardır. Kültür ve ideoloji ihraç merkezi olmayı zor bulan Türkiye, çıktılarının özümsenip ve yeniden dağıtımı için bir merkez olabilir.
El-Kasir
’e göre Türkiye uzun vadede “Müslüman aklın merkezi” haline gelebilir ve bu onun Jeostratejik konumunu güçlendiren bir faktör olur. Memluk devleti, askeri yapılanmasının doğası gereği kültür üretmemiş,
ancak Bağdat ve Endülüs merkezlerinin düşmesinden sonra Mısır’ı kültürel nüfuz ve yeniden dağıtım merkezi haline getirmişti.
El-Kasir
’in çizdiği bu tabloya baktığımızda akla ilk gelen soru şu olmuyor mu: Türkler bu tarihsel sorumluluklarının farkında mı?
#El-Kasir
#İslam
#Türkiye
#Sünni
#Siyaset