Türkiye 21 yıldır uluslararası planda uyguladığı insani politikalarıyla, milletiyle ve devletiyle birlikte dünyanın her yanındaki sorun bölgelerine ulaştırdığı insani yardımlarla temayüz etti. En son Irak ve Suriye’den canını kurtarmak üzere ülkeye sığınanları kucaklaması dolayısıyla ödediği maddi bedeller oldu. Kuşkusuz bu insani krizlerin ortasında karşı karşıya kaldığı bir sınavdı bu ve bütün sınavlar gibi tercihler yapılır. Türkiye tercihini insanlıktan yana koydu. Bunu yapan AK Parti hükümeti
Türkiye 21 yıldır uluslararası planda uyguladığı insani politikalarıyla, milletiyle ve devletiyle birlikte dünyanın her yanındaki sorun bölgelerine ulaştırdığı insani yardımlarla temayüz etti. En son Irak ve Suriye’den canını kurtarmak üzere ülkeye sığınanları kucaklaması dolayısıyla ödediği maddi bedeller oldu.
Kuşkusuz bu insani krizlerin ortasında karşı karşıya kaldığı bir sınavdı bu ve bütün sınavlar gibi tercihler yapılır. Türkiye tercihini insanlıktan yana koydu.
Bunu yapan AK Parti hükümeti 21 yıldır ülkeyi yönetiyor. Halkın ona sürekli olarak yenilediği güvenoyları hükümetin toplam icraatlarına, kararlarına, siyasetlerine yönelik olmuştur. Türkiye’nin bu konudaki siyasetini kendi vatandaşından esirgeyerek yaptığı bir fedakârlık olarak görüp bu fedakarlığa katılmayan insanlar da
var. Dünya batsın, bütün insanlar ölsün, umurunda olmayan bir kesim insanımız da vardır ve demokrasi böylelerine de söz hakkı veren bir rejim.
Ancak ülke yönetiminde neticede bu sürece demokratik süreçler karar veriyorsa, AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu siyasetine toplamda Türk halkının bu zamana kadar destek vermeye devam etmiş olduğu çok açık.
Son seçimlerde ırkçı söylemlerin büyük bir rolü olacağı söyleniyordu. O ırkçı politikaları en açık şekliyle savunan, dillendiren,
Suriyelileri gön-de-re-ce-ğiz
diyen aday halktan onay alamadı.
Bu konuda baştan beri ilkesel tutumundan üstelik seçime bir gün kala, sorulduğunda bile zerre taviz vermeyen ve vermeyeceğini açıklayan Erdoğan
ise, onca yıl iktidarda olduğu halde, iktidarın bütün yıpratıcı etkilerine rağmen,
yüzde 4,4 puan farkla seçimleri kazandı.
Bir
“yükselen milliyetçilik efsanesi”
üfürerek bu efsaneyi de marjinal yabancı düşmanı ırkçılıkla özdeşleştirerek yabancı düşmanlığına bir prim toplamaya çalıştılar.
Bir defa yabancı düşmanlığının milliyetçilikle hiçbir alakası yok ve görüldü ki onca gürültüsüne rağmen demokrasinin irabında mahalli olmayan marjinal bir kesimi temsil ediyor.
MHP lideri Devlet Bahçeli bu konuda Erdoğan’ın ilkesel tutumunu çok iyi anlamış ve bunun neyi gerektirdiği konusunda bir destek ve mutabakat içinde hareket etmiştir
. Onun dışında sesi çok çıkan yabancı düşmanlığının herşeyden ince Türkiye’ye yabancı olduğunu ve Türkiye’de yerli olmanın, yabancı olmanın ne olduğunun şuurundan fersah fersah uzak olarak sadece bir operasyon şamatası olduğunu da görmemek için iyice saf olmak lazım.
Türkiye’nin son yıllarda göç alan bir ülke haline gelmesinin siyasi ve sosyolojik koşullarını çok iyi okumak gerekiyor.
Bu, Türkiye’nin herşeyden önce kaydettiği gelişmeyle, büyümeyle ve dünyaya açılımıyla yakından ilgili bir husus. Türkiye’nin bütün üniversitelerinde eskiden okuyan insanların sayısı hiçbir zaman 10 bini bulmuyordu,
bugün bu rakam 300 bine ulaşmış durumda. YÖK’ün hedeflediği öğrenci sayısı 1 milyon.
Türkiye eskiden nitelikli sağlık hizmeti için dışarıya bağımlı bir ülke iken şu anda dünyada ilk beşe girecek seviyeye doğru gelişmiş olan
sağlık turizmi dolayısıyla her yıl yüzbinlerce insanın ziyaret edip bir süre yaşadığı bir ülke haline gelmiştir. Bu ister istemez Türkiye’de yabancı varlığını artıracaktır.
Üstelik bu varlığın büyük çoğunluğu, bizim ırkçılarımızın hiç hoşlanmadığı Arap dünyasından.
Diğer alanları ve sebepleri saymıyoruz bile.
Türkiye şu anda barındırdığı nüfuslar dolayısıyla Arap dünyasının önemli bir kesiminde daha fazla söz sahibi olma fırsatını da yakalıyor.
Türkiye’de bulunan Araplar yatırımlarıyla, harcamalarıyla, kültürel taşıyıcılıklarıyla bulunuyorlar. Türkiye ve Arap dünyası arasında kim ne derse desin hiçbir zaman sökülüp atılamayacak bağlar vardır
ve bu bağlar güçlü olduğu sürece iki dünya da uluslararası sahnede ve medeniyet yarışında güçlü olacaktır. Türkiye’nin Arap dünyasından kopuk olduğu dönemlerde yaptığı ve yapabildiği ortada. Buna mukabil Türkiye’nin son yıllarda Arap dünyasıyla olan bağları güçlendikçe geldiği nokta ortada.
ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya ülkelerindeki çok sayıdaki yabancı tam da bu işlevi yerine getiriyor. Bu diasporalar köken ülkelerle bir ekonomik, siyasi, kültürel politikaların daha etkili bir biçimde uygulanmasının en güçlü aracılarıdır. Türkiye son yirmi yıldır bu sürece girmiştir.
Türkiye bir zaman önce kendi kabuğunda kalmamaya ve ihracatını 500 milyar ardından 1 trilyon dolara çıkarmaya, Ortadoğu, Afrika, Orta Asya’da barışçıl bir misyonla var olmaya ve bu coğrafyalardaki insanlarla daha iyi bir dünyanın inşasında işbirliği içinde olmaya karar vermiştir.
Bu karar ve misyon doğrultusunda yürümek kaçınılmaz olarak bu coğrafyadan bir insan varlığının Türkiye’de, Türkiye’den de bir insan varlığının bu coğrafyalarda aktif olarak bulunmasını gerektiriyor.
Türk halkı, devletinin bu misyonuna fevkalade müsaittir, ancak içerde bu misyonu sabote etmek isteyen, bunu da güya milliyetçilik adına yapan provokatörlerin estirdiği terörün, Türkiye’yi bu misyondan alıkoymaya çalıştığını görmek gerekiyor.
Bu provokatörlerin terörünün Türkiye’yi bu misyondan ve uzun yoldan alıkoymasına izin vermemek gerekiyor. Ama öncelikle sözümona milliyetçiliği kullanarak bunu yapmaya çalışmalarının genellikle
aynı yolda karşımıza çıkarılan PKK ve FETÖ teröründen daha tehlikeli
olduğunu da görmek gerekiyor.
Türkiye’nin bölgesel ve küresel açıklım politikaları buna uyumlu kültür ve göçmen politikaları takip etmesini de gerektiriyor. Irkçı-yabancı düşmanı hareketler Türkiye’nin bu milli ve büyük misyonuna terstir.
Bahsettiğimiz Avrupa ülkelerinin hepsinde bir miktar yabancı düşmanlığı vardır ama hiçbiri bu kadar pervasız, hadsiz ve kontrolsüz değiller. Yabancı düşmanlığında aşılan sınırın ülkeyi zayıflatacağını bilirler çünkü ve buna karşı da ciddi tedbirler alınmıştır.
Ne yazık ki bizde hala yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa karşı alınmış yasal bir tedbir yok. O yüzden bir ırka, bir kavme karşı rahatlıkla nefret suçları pervasızca işlenebilmektedir.
ELBETTE GÖÇMENLER KONUSUNDA İŞİN KONTROLDEN ÇIKMASI GEREKMİYOR.
İstanbul’da, şehrin taşıma kapasitesinin çok üstünde bir kaçak göçmen sorunu olduğunu herkes biliyor ve kabul ediyor.
Kaçak göçmen ile geçici koruma statüsündeki insanlar ve siyasi-insani sığınmacılar aynı değil.
Kaçak göçmenler usulünce, yine insan haklarına sahip oldukları unutulmadan usulünce deport edilmeli.
Kaçak göçmen tespiti için yapılan kimlik kontrollerinde turistler, öğrenciler ve Türkiye’de yasal bulunma hakkı olanlar rencide edilmemeli.
Bu konuda Türkiye’nin yıllardır kazandığı itibar zedelenmemeli,
ama herşeyden önce vicdanlar zedelenmemeli.
Bu konuda
Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün
son günlerde, bu tehlikenin farkına vararak yaptığı bazı çalışmaları yakından ve takdirle izliyoruz.
Tabii ki, göç idaresi sadece kaçak göçmenlerle mücadeleden ibaret değil, çok kapsamlı bir sosyolojik, psikolojik ve siyasi çalışma da gerektirir.
#Aktüel
#Göçmen
#Yasin Aktay
#Eğitim