ABD 20 yıl önce Afganistan’ı işgal için her ne kadar NATO şemsiyesini kullandıysa da, aslında bu işgale karar verme sürecinde NATO karar mekanizmaları büyük ölçüde devre dışı bırakılmıştı. Hatırlanırsa, 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde, o saldırıya maruz kalmış olmanın kendisine sağladığı uluslararası psikolojik mazeret (!) ile bir tür fiili durum yaratmış ve önce Afganistan’ı, hızını alamayıp Irak’ı da işgal etmişti.Her iki işgalin aslında 11 Eylül saldırılarıyla doğrudan bir ilgisi yoktu.Ancak
ABD 20 yıl önce Afganistan’ı işgal için her ne kadar NATO şemsiyesini kullandıysa da, aslında bu işgale karar verme sürecinde NATO karar mekanizmaları büyük ölçüde devre dışı bırakılmıştı. Hatırlanırsa, 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde, o saldırıya maruz kalmış olmanın kendisine sağladığı uluslararası psikolojik mazeret (!) ile bir tür fiili durum yaratmış ve önce Afganistan’ı, hızını alamayıp Irak’ı da işgal etmişti.
Her iki işgalin aslında 11 Eylül saldırılarıyla doğrudan bir ilgisi yoktu.
Ancak maruz kaldığı saldırının vahameti kendisine aklı devre dışı bırakma hakkı doğruyordu. Kimsenin o saatte saldırıyı kimin yaptığını ve 11 Eylül saldırıları için bir adalet arayışı için neden bu iki hedefi seçtiğini soracak hali yoktu.
İşin doğrusu, 11 Eylül saldırılarının aslında ABD için belli stratejik noktaları kontrol altına almak için bir bahane oluşturuyor olmasıydı.
Bu kontrol talebi ise ABD içindeki lobilerin bir programıydı ama önü arkası iyi hesaplanmış mıydı, tartışılır. Neticede ABD hiçbir zaman kazanamayacağı bir büyük maceraya girişti ve nihayetinde geldiği nokta her iki işgalden de bir zafer gururu veya duygusu tatmadan yine kendisi çekilmek zorunda kaldı.
Çekilme süreçlerinde de NATO’dan ziyade yine kendisinin önplanda olması gayet normal.
Nitekim geçtiğimiz günlerde
Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki,
Afganistan işgalinin sona ermesiyle
“bir zafer ilanı” yapmayacaklarını
belirten çarpıcı bir açıklamada bulundu.
açıklamasında
“Bu, 20 yıllık askeri olarak kazanılamamış bir savaş”
ifadesini kullandı ve ABD’nin çekilmesinden sonra Afganistan’daki durumun oldukça zor olacağını zaten beklediklerini ama
“Bugün aldığımız kararı (Afganistan’dan çekilme) almamış olsaydık sonuçları çok daha ağır olurdu”
diye devam etti.
ABD Afganistan’da 20 yıl boyunca NATO şemsiyesi altında bulundu ama herkes biliyor ki, orada NATO’nun bulunması da ABD dolayısıyla idi. Aslında bu durumda ABD’nin çekilmesiyle NATO’nun da orada bulunmasını gerektiren bir gerekçe kalmamış oluyor.
ABD’nin çekilmesine yol açan Afganistan’ın fiili gerçekliği Afgan halkının bağımsızlıklarına ve onurlarına olan olağanüstü düşkünlükleri ve bu uğurda hiç pes etmeyen, alabildiğine sabırlı ve kararlı direnişleri.
Aslında direnişin eninde sonunda, sabrettiği ve sebat ettiğinde kazanmaktan başka bir ihtimalinin olmadığının da bir işaretini veriyor Afgan halkı.
Tıpkı son zamanlarda Filistin halkının da Siyonist işgale bu gerçeği açıkça gösterdiği gibi.
ABD’nin Afganistan’dan çekilince tasasına düştüğü bir havaalanının güvenliği meselesi var.
İşgal sonrası bütün tasasını bu noktaya indirmiş olması bile aslında artık Afganistan’ın geleceğinde hiçbir müdahale payının kalmamış olduğunu gösteriyor.
Bu konuda Türkiye ile yapılan görüşmelerde henüz belli bir karara varılmış, belli bir noktada anlaşılmış değil. Bu havaalanının işletilmesi ve güvenliğinin sağlanması NATO’ya bağlı veya hatta Türkiye’ye bağlı bir silahlı güç barındırmayı bile gerektirmiyor.
Türkiye’nin bu konuda ABD ile yaptığı müzakerelerde özellikle Afgan halkının kendi içişlerine müdahale anlamına gelecek bir formülün içinde olmayacağı açıkça belirtilmiş durumda.
Türkiye Afganistan’da bulunacaksa veya çıkıp tekrar gidecekse bu ancak Afgan halkının meşru temsilcilerinin onayı, talebi veya anlaşmasıyla olacaktır. Türkiye Afganistan halkına rağmen, orada NATO’nun eksik kalmış, tamamlanamamış, başarılamamış misyonunu tamamlamak veya başarmak gibi bir yaklaşım içinde asla değil, olamaz.
Vaka şu ki, Afganistan’ın havaalanının işletilmesi konusunda Türkiye’nin mevcut tecrübi birikimi, Afgan halkıyla olan tarihi dostluğu ve yakınlığı dolayısıyla en uygun aday konumundadır. Türkiye ancak şartlar temin edilirse bu görevi üstlenebileceği hususunda bir niyet izhar etmiş durumda ve müzakereler henüz sadece bu aşamadadır.
Bunun her tarafı rahatlatacak bir ihtimal olduğu vakiyse de Afgan halkının da bu işe razı edilmesi temin edilmesi istenen şartlardan birisidir.
Buna rağmen dün Taliban tarafından yayınlanan bir deklarasyon, bu konuda ciddi bir iletişim kopukluğu olduğunu gösteriyor.
Daha önce de yazmıştık. Taliban Afganistan’ın şu anda en önemli gerçeği. Neticede 20 yıllık kararlı direnişiyle ABD’yi Afganistan’dan çekilmeye mecbur eden ve şu anda Afganistan’ın büyük kısmını kontrol eden güç.
İddia ve talep ettiği şey Afganistan’ın Afganlılara ait olduğudur ki bu konuda hiç kimsenin söyleyeceği bir şey olamaz.
Yıllardır Afganistan’ın doğal gaz zenginlikleri üzerine hesap yaparak büyük bir iştahla ellerini ovuşturanların, Afgan halkının meşru temsilcilerinin onayı olmaksızın bir gram madenine göz koyamayacaklarını teslim ettikleri bir aşamadayız.
Afgan halkının yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ancak Afgan halkının da rızası ve yararın olacak bir alışverişin konusu olabilir.
Türkiye’nin başka türlü bir yaklaşımı sözkonusu bile değil. Buna rağmen, Taliban tarafından yayınlanan bu deklarasyonun fazla acele ve Türkiye’nin 20 yıldır Afganistan içinde, NATO içinde olduğu halde ortaya koymuş olduğu farklı ve dostane yaklaşımı gözardı eden bir üslupla yazılmış olduğu görülüyor.
Türkiye Afgan halkına veya başka herhangi bir Müslüman halka karşı hiçkimseyle bir komplonun içinde olmaz.
#Türkiye
#Afganistan
#NATO
#Irak
#ABD
#Beyaz Saray