“Dil, insana verilmiş en tehlikeli mülktür”diyordu ünlü Alman şairiHölderlin. Gerçekten biz varlığımızı dil içinde buluyor, dil içinde konumlanıyoruz. Dil ile inşa ettiğimiz gerçekliklerin içinde yaşıyoruz.Dilin bu özelliği aslında aynı dili konuşan, aynı sözlerin konuşulmasında bir alış-veriş imkânı bulup bu paylaşıma katılan insanlarla mümkün oluyor.Sözü veya dili tehlikeli kılan şey, sözün gerçekliğe birebir tekabül etmek zorunda olmadan da işlevini yerine getirebilmesi.Hakikate işaret eden bir
“Dil, insana verilmiş en tehlikeli mülktür”
diyordu ünlü Alman şairi
. Gerçekten biz varlığımızı dil içinde buluyor, dil içinde konumlanıyoruz. Dil ile inşa ettiğimiz gerçekliklerin içinde yaşıyoruz.
Dilin bu özelliği aslında aynı dili konuşan, aynı sözlerin konuşulmasında bir alış-veriş imkânı bulup bu paylaşıma katılan insanlarla mümkün oluyor.
Sözü veya dili tehlikeli kılan şey, sözün gerçekliğe birebir tekabül etmek zorunda olmadan da işlevini yerine getirebilmesi.
Hakikate işaret eden bir dilin paylaşımıyla daha sağlıklı bir insan topluluğu oluştuğu açık. Ama bu şartın olmayışı, insanların ağzından boş boş çıkıp bir paylaşım ve alışveriş değeri kazanan sözün de gerçekliği inşa edebilme özelliği dili tehlikeli kılan açıklıktır.
“Ağızlarından çıkan bir sözdü nihayetinde,
ama telaffuz edile edile, söylene söylene, işitile işitile büyüdü
ve bir gerçekliğe (gerçeklik algısına) dönüştü” diyor
(mealen) Müşriklerin putperest iddiaları için.
Sözün önünde gerçeklikten tamamen kopup bambaşka bir gerçeklik yaratabilmek için neredeyse hiçbir sınırın olmadığını post-truth diye tarif edilen çağda çok daha iyi görüyoruz sanırım.
Bu vesileyle
denilen çağın da hiçbir
, yani
ve
bir tarafının olmadığını da ifade edelim.
Sözün en tehlikeli yanıyla gerçekliğin yakınına bile hiç uğramadan kendine bir gerçeklik yaratabildiğini ve insanları o sanal gerçekliğin içinde yaşatabiliyor olmasının binbir çeşit örneğini tarihten bulabiliriz.
İdeolojiler bizatihi ortak aldanışlar üzerinden kendilerini var ederken insanlara bu gerçeklik algısını da yaratıyorlar.
Bugün post-truth denilen çağda dilin belki farklı telaffuz, teknik ve araçlarıyla karşılaşıyoruz, ama bütün bu tekniklere ve araçlara rağmen gerçekliğin en banal, en kaba ve en yüzsüz tahrifine dayalı propaganda yollarından da tamamen vazgeçilmiş değil.
Bu yol en kaba olmakla birlikte en ilkel olması dolayısıyla en garantili aldatma yoludur çünkü. Büyük bir yalan söyleyeceksiniz, kimse inanmıyorsa daha büyüğünü söyleyeceksiniz, böylece belki daha küçüğüne insanların inanmaları daha da kolaylaşır veya daha fazlası. İnsanların bir yalana inanmalarıyla ilgili motivasyonları hiçbir zaman eksik olmaz. Satışa çıkan her yalanın gönüllü bir alıcısı vardır.
15 TEMMUZ GERÇEĞİNİ HANGİ DİL OYUNLARI TERSYÜZ EDEBİLİR?
15 Temmuz’la ilgili CHP’lilerin veya FETÖ’cülerin ağzından son zamanlarda duyduklarımız söz ile gerçeklik arasındaki mesafelerin ne kadar zorunsuz olduğunu gösteren tipik örnekler.
15 Temmuz’un yıldönümünde
“Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz’da milleti sokağa döküp, kendisi saklanırken; CHP Genel Başkanı ve milletvekilleri TBMM’ye gitmek için yola çıkmıştı”
şeklinde bir söz sarfedebildi.
Bu
nın sürecin içinde olup yaşayanları acı acı güldürmesine, bu sözü olabildiğince saçma bulmalarına bakmayın. Söz en tehlikeli, en uyuşturucu, en aldatıcı haliyle alıcısına satılmış oldu bile.
Böyle bir yalana dünyalar verecek kitleler var, uluslararası mihraklar var. Bu sözün aslına neler vermezlerdi, demeyin, aslıyla ilgilendikleri yok bile.
Doğrusu 15 Temmuz hadisesinin hemen ardından oluşan, o günün şartlarında kimsenin itiraz edemeyeceği, ayan beyan ortaya çıkan konsensus ortamına güvenip “bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” vecizesinin ilanihaye geçerli olacağını kimse bekleyemezdi. Bu konsensüs olayın şiddetiyle de, hakikatin fiili gücüyle de doğrudan orantılıydı. Ancak zaman geçtikçe siyasal duruşlar bu kadar muhteşem, kurucu hadisenin içinden bile kendine bambaşka yönler tayin edebildi.
Bütün suçların ayan beyan açık (meşhut) olduğu bir ortamın dağılmasından hemen sonra tam kapasite işlemeye başlayan propaganda aygıtları olayla ilgili bambaşka hikayeler yazmaya başladı.
İnsanların bilfiil, kanlı canlı yaşadıkları olayları başka türlü anlatmaya başladı. FETÖ’cülerin ürettikleri içerikler sosyal medyada, Türkçe veya başka dillerde 15 Temmuz Şehitler Köprüsünün üzerinde dünyanın gözü önünde olan ve hiçbir gizli yanı kalmamış olayları başka türlü anlatma cüretini bulabildi. Kimsenin yalanlamasından, ortadaki yüzbinlerce tanığın, belgenin, videonun kendilerini yalanlayabileceğinden bile hiçbir çekincesi yok.
OLAYDA SURİYELİ YOKSA DA SURİYELİYİ OLAYA YAZIN
Sözün örtücü, yeni gerçeklik inşa edici illüzyonuna güvendikten sonra, bir de âr-u haya perdesi yırtıldıktan sonra, inkar edilemeyecek hiçbir ayet, tahrif edilemeyecek hiçbir söz, tersyüz edilemeyecek hiçbir gerçeklik, atılamayacak iftira yok.
Mazlum mültecilere takmış, onlara karşı duyduğu ırkçı kin ve nefretten kahramanlık üretmenin yolunu arayan mayın kafa Suriyeli mültecilerden umduğu kötü örnekleri, suçları, ihlalleri bulamayınca duyduğu her ihlali Suriyeli mültecilere atfetme telaşına girmiş mesela. Bir gün bir yerde çocukların kendi aralarındaki atışmadan bir çocuğun bir başka çocuğa kezzap fırlatmasından
“Suriyeli çocuk bir Türk çocuğunun yüzüne kezzap fırlattı”
diye sunuyor, başka bir gün bir sitenin havuzunda yaşanan alelade bir tartışmadan “15 Suriyeli bir sitenin havuzuna girmeye kalkıştı, karşı çıkan site sakinlerini darp edip kaçtılar” diye sansasyonel bir haber çıkarıyor. Olayın aslını soruyorsanız zaten düşmüşsünüzdür söz cambazı
nın tuzağına. Olayın kendisi zaten olay denilen şeyin tabiatına aykırı. Yapılan soruşturmada anlatıldığı gibi bir olayın olmadığı ve olanda da bir Suriyelinin bulunmadığı anlaşılmıştır.
Dağılabilirsiniz, nasılsa mayın kafa nöbette, tam teşekküllü muhbir olarak kışkırtmaya, arzuladığınız gerçekliği cazgır sözcülüğüyle üretip hizmetinize sunmaya devam edecektir.
Post-truth diyorlar ya, fazla afilli kalıyor bu söz. Bu bildiğiniz en ilkel en arkaik haliyle pis yalancılık.
#Post-truth
#söz
#15 Temmuz
#FETÖ