Ramazan rahmet, bereket ve mağfiretin insanlığın üzerine yağdığı ay. Bu rahmet ve mağfiret giderek birbirine yabancılaşmış insanları tekrar birbirine tanıtan, aralarına hayatın gaileleri içinde veya bizzat kendi hırsları, koşuşturmaları ile girmiş mesafeleri kapatan, soğumuş ilişkileri tekrar ısıtan bir ilahi müdahale gibi.
Tabii ki bu zamana insanın katılma biçimi, heyecanı, samimiyeti bir fark arz ediyordur.
İnsan kapısının önüne kadar gelen, bütün ruhunu ve varlığını kuşatan içine çeken bu cazibeye karşı bile direnebilir, hiç umursamadan da bu zamana karşı lakaytlığı tercih edebilir, edenler, edebilenler de oluyor.
Ramazan bir kader olarak çalışmıyor, insanın iradesini elinden almıyor elbet.
Dine dair bütün herşey gibi insana katılıp katılmama konusunda bir fırsat alanı bırakıyor. Ama bu öyle bir alan ki, dünyamızı aydınlatan ışığı söndüremediği zaman gözünü kapatıp karanlığı seçmek gibi, zor olanın tercihiyle açılan zor bir alan.
O yüzden hidayet kapıları bir rahmet olarak, insana bir mazeret bırakmayacak bir şekilde insanın önüne açılır.
Bu konuda aksini tercih etmek, Ramazan’ın cazibeli bir akış olarak işleyen ritmine kapılmaktan çok daha zordur.
Daha önce değinmiştik,
bir festivalin akışı göreceliğe, farklı bir davranışa veya tavra hiçbir yer bırakmaz, dışında kalmak, farklı davranmak akıntıya karşı kürek çekmek gibi bir şeydir.
Ona katıldığınızda gereğini yapmak, tabii ki yapmamaktan daha zordur. Burada insanın sınırları da, sonsuzluğa açılan kapıları, sonsuzluğun bu sınırları çizen gücü de aynı anda görünür.
Coğrafi olarak dünyanın her yanından aynı anda hiç tanımadığınız ve yüzyüze gelmeyeceğiniz insanlarla aynı dünyaya katan oruç, bir tarafıyla arzulara karşı bir iradenin yansımasıdır, ama bir yandan da bizi bütün insanlarla aynı kılan hakikate mutlak bir teslimiyet. Bu coğrafi mesafesizlik insan olarak bizi bilfiil kendi çağdaşlarımızla tanış kılıyor bunu fiilen yaşıyoruz.
Ancak bizden öncekilere farz kılındığı gibi, bize de farz kılınan boyutuyla hissedildiğinde bizi kadim geçmişimizden geleceğimize de bağlayan bir eylem.
Nasıl bir tarih yaşamış olursak olalım, hangi aşamalardan gelip geçmiş olursak olalım hiç değişmeyen bir sabite, tarihi ve zamanı aşan bir gücü hatırlatır oruç.
Tarihin akışında insan lehine bir marifet vehmeden tarihselcilik hurafesinin de tarihüstü boyutunu ifşa eden bir ayet.
En ileri seviyeye çıkmış insanlığın varıp dayandığı yer en ileri seviyede yolsuzluklar, sömürü, zulüm ve kibir.
Bunun en sofistike felsefi dillerle ifade edilmesi onun kendi varlığına yabancılaşan cahiliye boyutunu gidermiyor.
Bilakis daha bilgili insanlar, bazen çok daha basit, hatta aptalca sebepler veya argümanlarla yollarından sapabiliyor. Eski Yunan filozoflarından bunun ayırdına varmış bilgeler de olmuş
“Tanrı çok zeki kullarını çok basit şeylerle sınar ve kaybetmelerini gülerek seyreder.”
Bizden öncekilere de farz kılınmış oruç bizi kadim tarihin insanlarıyla aynı zamanda toplar, bizi çağdaş kılar. Aslında bizi çağdaş kılan başka birçok şeyle birlikte. Sadece oruç değildir bizi
Hz. Nuh ile, Şuayb ile, İbrahim ile, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, İsa (AS) ve Hz. Muhammed (S)
ile çağdaş kılan.
Ramazan ayında o tarihin sahibinden dünyamıza indirilmiş olan Kur’an o çağdaşlığı ilmek ilmek zihnimize işliyor.
Tabii zihnimizi, kalbimizi, ruhumuzu ona açık tuttuğumuz ölçüde. Gayba iman edip, namazımızı dosdoğru kılıp Allah’ın verdiği rızıktan infak ettiğimiz ölçüde. Tabii sahip olduğumuz herşeyin Allah’ın bize verdiği bir rızık olduğuna inanarak. Bu rızıkta da başkalarının hakkının olduğunu ve ancak paylaşılarak bereketleneceğini bilerek…
Bunlar o kitabın hidayet teklifine açık olabilmenin temel şartları. O şartları yerine getirdiğimizde girdiğimiz hidayet kapısı bizi orada anlatılan, geçmişte kaldığı vehmedilen kıssaların kahramanlarıyla çağdaş kılar, hatta bizi o kıssaların bir parçası haline getirir. O şartları yerine getirmeden, Kitabı alelade bir kitap gibi okuduğumuzda o kıssaların bir mitoloji gibi gelmesi gayet doğaldır.
Oruç ve Kur’an bir Müslüman zihnin, bilincin ve öznenin inşa edilmesinde birbirini tamamlayan eylemler.
İnsana kitap bir defada ve sayfalar arasında bir metin olarak verilmemiştir.
Kalbine indirilmiş, bunun için önce kalbi hazırlanmıştır, güvenilir, içimizden bir muallimin eğitimiyle.
İçimizden birini bize Allah’ın ayetlerini okumak ve arındırmak ve kitabı ve hikmeti öğretmek üzere gönderen yüce Allah lütfetmiştir.
Bizi arındırma yollarından biri o içimizden birinin eğitimi, bu eğitimin önemli bir yolu da oruç olmuştur.
Oruç bize kitabın hidayet olmasının şartı olarak rızkın Allah’tan olduğu bilincini aşılar, o rızıktan başkalarına da infak etmenin gerekliliğini öğretir. İnsanı başkalarına karşı diğergam kılan önemli ve olabilecek en etkili bir derstir oruç. Sahip olduklarımız üzerinde sınırsız, gemsiz bir tasarruf hakkına sahip olmadığımızı hatırlatır, hatırlatmakla kalmaz bu yolda eğitir.
Oruç Kur’an’ı okumaya, daha iyi anlamaya ve hissetmeye yönelik bir hazırlıktır aynı zamanda, namaz gibi. O
şartları yerine getirmeden okunan Kur’an’la çağdaş olunmaz, aynı iklimde yaşanmaz, aynı anlam derinliğine hiç girilmez.
Ama o şartlar hakkıyla yerine getirildiğinde Kur’an’ın ayetleri gerçekten birer ayet olarak, tefsire bile ihtiyaç bırakmaksızın kendini açmaya başlar,
bizi içine çeker, bizi kıssaların dünyasında bir taraf kılar ve söyleyeceğini hiçbir göreceliğe yer bırakmaksızın söyler.
Aksi durumda sarfa, nahive, tarihe, rivayete takılır kalırız.