“Merhaba kardeş”

04:0016/03/2022, Çarşamba
G: 16/03/2022, Çarşamba
Yasin Aktay

15 Mart 2019’da dünyanın en huzurlu ülkeleri arasında her zaman ya ilk veya ilk üç sırada yer alan Yeni Zelan-da’danın Christchurch şehrinde camilere yönelik terörist saldırıda 51 Müslümanın hayatını kaybettiği, onlarcasının da yaralandığı olayın üzerinden 3 yıl geçmiş. Bu olay birçok açıdan modern, medeni dünyada İslam’a ve Müslümanlara karşı yıllardır biriktirilen düşmanca duyguların bir patlaması gibiydi.Bu duyguların korku mu, nefret mi yoksa bir paylaşım meselesi mi olduğu elbette hiç önemli

15 Mart 2019’da dünyanın en huzurlu ülkeleri arasında her zaman ya ilk veya ilk üç sırada yer alan Yeni Zelan-da’danın Christchurch şehrinde camilere yönelik terörist saldırıda 51 Müslümanın hayatını kaybettiği, onlarcasının da yaralandığı olayın üzerinden 3 yıl geçmiş. Bu olay birçok açıdan modern, medeni dünyada İslam’a ve Müslümanlara karşı yıllardır biriktirilen düşmanca duyguların bir patlaması gibiydi.

Bu duyguların korku mu, nefret mi yoksa bir paylaşım meselesi mi olduğu elbette hiç önemli değil.
İşin neticesinde en masum hallerinde, bir ibadethanede kendilerini güvende hisseden insanlara yönelik hunharca, canavarca düzenlenen saldırının arkasında bir cinnet veya psikolojik bir ruh halinden ziyade olabildiğine entelektüel-ideolojik bir hazırlık ve zemin olduğu açıkça görülmüştü.

Bu ideolojik zeminin kendisi yıllardır Müslümanlara karşı dünyanın her yanında işlenen sorumsuzca “korkutucu” söylemlerin kin ve nefrete dönüşmesinin doğal bir sonucuydu. Müslümanlar hakkında ürettikleri söylem ve hayaletler, Müslümanları öldürülmeyi hakkedecek kadar korkunç gösteriyor, böylece korktukları Müslümanları her ihtimale karşı öldürme haklılığını bir duygu olarak üretiyorlar.

Bugün Ukrayna’da ölenler veya yerlerini yurtların terk ettikleri için Batı’da göz yaşartıcı derecede sergilenen empati ve insani duyguların Suriye, Irak’, Afganistan, Yemen ve Myanmar’dan esirgenmesinin bile arkaplanında bu ideolojilerden beslenen duygular vardır.
Müslümanlar zaten yeterince korkunç oldukları için, zaten ölmedikleri taktirde öldürecek potansiyellere sahip oldukları için ölümleri hiçbir vicdani duyguyu ırgalamaz.
Aslında
Christchurch
saldırısı, bir Camide ibadetlerini yapmakta olan insanlara yönelik olabildiğince İslam nefreti ile ve Haçlı duygularla tahrik olmuş bir saldırı olması dolayısıyla sembol yüklü bir olay. Birçok açıdan incelenmeyi, gündemde tutulmayı ve onun üzerinden birçok tartışmayı yürütmeyi hak eden bir olay. Olayın en sembolik ve iki kelimeyle yaşadığımız çağın tamamının özetini veren şey ise öfkeli katili kapıda son derece dostane bir tavırla karşılayan Hacı Davud’un sözü.
Öldürmeye geleni kendinde dirilmeye davet eden müthiş yüce gönüllülük. İslamofobi tartışmalarında haksızca hep gözardı edilen İslam’ın dünyaya gerçek mesajının içkin olduğu iki kelime: Hello Brother.
15 Mart
bu olay dolayısıyla
Uluslararası İslamofobi ile Mücadele günü
ilan edilmiş. Ankara’da
Hacıbayram Üniversitesi
’nde bu münasebetle
Bilgi ve Algı Derneği
ve Kültür Bakanlığı işbirliğiyle anlamlı bir Dünya Barış Sempozyumu düzenlendi.
Aslında
“Merhaba kardeş”
diye kendisine gelen herkesi karşılama istidadına sahip bir inancın insanlarının bu vesileyle vereceği mücadele insanlardaki İslam nefreti veya korkusunu gidermekten ibaret olmamalı.
Bugünün merhametsiz, acımasız, ikiyüzlü dünyasına Müslümanların söyleyeceği şey kendilerinin kimseye zarar vermeyen, olabildiğince pasifist ve barışçıl insanlar olduklarını ispatlamaya çalışması değil elbet.
Bu söylemden sadece Müslümanların insanlardan yana acıma duygusu dilenen zayıf ve mazlum olduklarına dair bir algının ortaya çıkma ihtimali de çok fazla oluyor.
Yaşadığımız dünyayı iddiasından vuran güçlü dayanakları vardır İslamofobiye karşı mücadele dilinin. Ancak bu dilin ötesine geçmek ve İslam’ın çok daha güçlü, çok daha kapsamlı söylemini de ifade etmek gerekiyor.
Tam bu açıdan
“merhaba kardeş”
sözü üzerinden gitmek çok iyi bir başlangıç.

Müslümanlar yeryüzünün kaynaklarına belli bir ırk, dil, bölge adına tek başına sahip çıkmak adına bir çıkar ve sömürü öznesi olma peşinde değildir. Bir hakikat iddiasına sahiptirler, ama kendilerine iktidar, çıkar, ücret sunduğu için değil bizatihi hakikat olduğuna inandıkları için onun davasını güderler. Yani inandıkları bir şeyi, kendilerini mutlu kılan bir hakikati, bir nuru, bir varlığı başkalarından esirgemez, bütün insanlarla paylaşmaya çalışırlar.

Bu hakikatten uzak insanlara bakışları özde nefret veya düşmanlık içermez, tam aksine şefkat ve merhamet içerir.
İslam yaklaşık yüzyıldır dünya siyasetinin belirlenmesinde, kaynakların paylaşımında söz sahibi değil.
Bu süre içinde bir sivil halk dini olarak kalmıştır İslam. Bu haliyle ortaya koyduğu küçük modeller dışında bir temsili yok. Bu modeller içinde İslam’ın iyi veya kötü tercümeleri vardır.
Bir varoluş mücadelesi esnasında çok güzel modeller ortaya koyabildikleri gibi başka güçlerin kontrollerine de girip çok kötü mizansenlerin kurbanları da olabiliyorlar.
İslam’ın bu şekilde sahneden çekilmesiyle dünya çok şey kaybetti.
Nedvi’
nin meşhur kitabının başlığında sorduğu sorunun cevabı her geçen gün daha büyük bir içerik dolduruyor:
“Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?”
Çok şey kaybetti. Müslümanlar kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir dünyanın ruhu olabilecek tek vasat ümmet.
Sadece kendilerini mutlu kılacak bir vizyona sahip değiller, bütün insanlığa huzur ve saadet getirecek, insanın insana kulluğunu veya tanrılığını yok ederek insanı mutlak özgürlüğe kavuşturma davasında bir ümmet.
Üstelik bunu yaparken hiç kimseyi zorla Müslüman yapmanın peşinde de değildir.
Bilinç üzerindeki kalın perdelerin, gözler önündeki merceklerin, vicdanlar üzerindeki baskıların kaldırılmasının mücadelesini verirken nihai amaç insanların gerçek anlamda özgürleşmesidir. Gerçekten özgürleşmiş insan ister inanır ister inanmaz.
Bugünün dünyasında İslam’a mesafeli olan, İslam’a ve Müslümanlara güçlü ideolojik önyargılarıyla bakan insanlara Müslümanların en sahih duygusu kızıp
öfkelenmek değil, şefkat duymaktır:

Rabbim, bilseler yapmazlar! Rabbim, ne çok acı çekiyorlar! Rabbim bunların hepsi senin kulların, kalplerimizi birbirimize ısındır, senin nimetinle düşman olduğumuz bu insanlarla kardeş olalım.

Özellikle içinde bulunduğu mekânın, insanın sadece Allah’ın önünde boyun eğileceğini öğrendiği mescidin kendisine yüklediği bu duygu ve düşünceler içindeydi Hacı Davud. Bu duygu ve düşüncelerle kendisine öfkeyle yaklaşan ve biraz sonra kendisi dahil, 51 kişiyi katledip onlarcasını yaralayacak olan İslam düşmanını tam da bu sözlerle karşılardı:
Merhaba kardeş.
#Yeni Zelanda
#Christchurch
#Ukrayna