İlk inen sure değildir Fatiha,Bakara Suresi de ikinci sure değildir. Mushafın bu tertibi nüzul sırasına göre değil, tamamen farklı bir hikmeti ilahiyle yapılmıştır. Bu konuda tertibin tevkifi, yani vahiy kaynaklı mı yoksa rastgele veya Peygamber’in (s) bir içtihadı neticesi mi olduğu konusuna daha önce de değinmiştik, ama belli rivayetlerin dışında Mushafın tertibinin kendi içindeki mucizevi dengesi ve simetrisi üzerine yapılan keşifler dahi bunun ancak vahiy kaynaklı olabileceğini çok net bir biçimde
İlk inen sure değildir Fatiha,
Bakara Suresi de ikinci sure değildir. Mushafın bu tertibi nüzul sırasına göre değil, tamamen farklı bir hikmeti ilahiyle yapılmıştır. Bu konuda tertibin tevkifi, yani vahiy kaynaklı mı yoksa rastgele veya Peygamber’in (s) bir içtihadı neticesi mi olduğu konusuna daha önce de değinmiştik, ama belli rivayetlerin dışında Mushafın tertibinin kendi içindeki mucizevi dengesi ve simetrisi üzerine yapılan keşifler dahi bunun ancak vahiy kaynaklı olabileceğini çok net bir biçimde göstermektedir.
Aslında sadece bu keşifler bile Kur’an’ı bir beşer sözü gibi görenlerin, inanmayanların hatta Müslüman olup da Kur’an’a tarihsel yaklaşanların karşısında durup teslim olmaları gereken bir mucizeyi gösteriyor.
Kur’an’ın Peygamber’e verilmiş en büyük mucize olduğu malum. Hatta bazı görüşlere göre tek mucizedir ki, bu tartışmaya girmeyelim, gerek yok,
ama tartışmaların hiçbiri Kur’an’ın bir mucize olduğuna itiraz etmez.
Kur’an’ın mucize olma boyutu her şeyden önce onun bir beşer sözü olmadığını, belağatıyla, üslubuyla, hiçbir zaman eskimeyen etkisiyle, tutarlılığıyla görene, görmeye gözünü kapatmayana gösterir.
Bazı tarihselciler neredeyse Peygamber’e vahyedilmiş bir mananın Peygamber tarafından o günkü dilin ve kültür ufkunun içindeki bir ifadesi olarak bakmaya çalıştılarsa da
bu bakışların bizzat Peygamber’in hadisleri ile Kur’an arasındaki radikal metinsel farkı bile nasıl göremediklerine insan inanamıyor.
Şu var ki, insan inanmak istemediğinde inanmamanın akılcı bir yolunu bulabiliyor.
Oysa Kur’an’ın üslubundaki radikal fark, hiçbir zaman giderilemeyen ve benzeri hiçbir beşer tarafından ortaya konulamayan üstünlüğünün bugün sadece işin belağatından, üslubundan, zaman zaman vahyedildiği dönemde hiçbir beşerin bilmediği bazı bilgileri içerdiğinin anlaşılmasından gelmiyor. Bu söz etkisiyle, belki sadece bu söz etkisiyle, Kur’an’ın Mekke ve Medine’de vahyedildiğinde inkâr edenlere benzeri bir sure getirmeleri yönünde bir meydan okuması var. Söz ustalarının olduğu, şiirin ve söz güzelliğinin oldukça yaygın, icra edilen ve takdir edilen bir sanat olduğu bir ortamda hiç kimsenin bu meydan okumaya bir cevap verememiş olması,
herkesin bu meydan okumaya karşı “aciz” kalmış olması, dolayısıyla herkesi “muciz” olması malumdur.
Bazıları sırf şaklabanlık olsun diye bazı girişimlerde bulunmuş olsa da bu girişimler sinek vızıltısı gibi gelmiştir.
gibi Kureyş’in bilgilisi ve bilgesi görülen kişinin bile, inkâr etmek istediği halde bunun bir beşer sözü olduğunu söylemeye dilinin varmadığı iyi bilinir.
Kur’an’ın icazı ile ilgili geniş bir literatür oluşmuştur. Bu icaz literatürü içinde birçok kitabın her biri Kur’an’ın belli yanlarına, içerdiği dilsel yeniliklere, özgünlüklere ve zenginliklere, hatta haberlere işaret etmiştir.
Bana göre bunların hepsi değerli. Kur’an bir mucize olduğunu söylese de üslup olarak bugünün insanını, hele Arapça bilmeyen insanını ilk dönem Araplarını etkilediği kadar etkilemiyor olma ihtimali vardır. Bunda elbette Kur’an’dan farklı bir dil havzasında yaşıyor olmamızın büyük rolü vardır.
Ancak Kur’an’ın en büyük mucize olma keyfiyetinin sadece dilsel üslup ve belağatla sınırlı olmadığını ortaya koyan çalışmalar var. Geçmişte
gibi isimlerin 19 Mucizesiyle işi kendilerine bir keramete vardırarak veya cifr hesaplarıyla kehanetler uydurarak belki de insanları görmekten adeta soğuttuğu, olağanüstü bir matematiksel denge ve simetri var Kur’an’da.
Bu konuda
’nin
ndan çıkan
“Kur’an’ın Mucizevi Dili: Yeni Tanıklıklar”
isimli çok güzel bir kitabı var.
Kur’an’a özel bir gözlükle bakıldığında her bir suresinde, her bir hafinde hatta surelerin diziliminde görülecek tek şey ilahi bir imzadır, mucizedir.
Etrafımızda çıplak gözle baktığımızda gördüğümüz her nesneye bir de derinlemesine baktığımızda nasıl muhteşem, akıllıca tasarlanmış ve her an dikkatle işletilen bir sistem görüyorsak,
Kur’an’a da farklı bir gözle bakıldığında göreceğimiz tek şey metindeki hiçbir harfin bulunduğu noktada tesadüfen durmadığı, orada hem matematiksel bir denklemi tamamlamak üzere hem de anlamsal bir bütünlüğü oluşturmak üzere bulunduğudur.
Burada Kur’an’a dayanarak bir kehanetten söz etmiyoruz,
sadece metnin kendi içindeki dizilimindeki matematiksel denge ve simetriden bahsediyoruz.
Sâ’î’nin kitabı aslında 4 ciltlik büyük bir kitabın mukaddimesi gibi, onun devamının da yayıncı tarafından getirilmesini umuyoruz.
Doğrusu bu konuda Türkiye’de Sabahattin Zaim Üniversitesi’nden
’ın çalışmaları ile
’in
ile
Prof. Dr. Caner Taslaman’ın “Neden Müslümanım?”
isimli kitabında ortaya koydukları bazı çalışmaları var. Bunlara belki 2017 yılında Arapça olarak yayınlanmış ve henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan
Dr. Ahmed Muhammed Zeynelmennavi’nin
“Al-Hurûfu’l Sâcideti: Min delail azameti’l-Nesc al-raqamî al Kur’anî” (
Secde eden harfler: Kur’an’daki sayısal dokunun azametinin delillerine dair)
isimli eserini de katmak gerekiyor. Hepsi de birbirine paralel bazı tespitlerin sadece bir kısmını anmak bile Kur’an’ın sadece üslub ve belağat itibariyle değil her harfiyle, her ayeti ve suresiyle ve bunların her birinin bir bütün olarak Kur’an tertibindeki konumuyla beşer eli değmemiş ilahi bir imzayı taşıdığını gösterir. Kendi bedenimizde her gün keşfettikçe bizi büyüleyen özelliklerde, o mükemmel sistemde, kainatın her bir olayında, nesnesinde, canlısında gördüğümüz o mükemmellikte hangi imzayı görüyorsak bu Kitap’ta da aynı imzayı gördüğümüzü hissediyoruz böylece.
Bu çalışmaların hep birlikte ortaya koydukları bazı noktalara biraz daha yakından bakalım.