Kitabı anlama şartı olarak infak

04:0011/04/2022, Pazartesi
G: 10/04/2022, Pazar
Yasin Aktay

Kur’an-ıKerim yol gösterici bir hidayet kitabı olarak her gün bütün namazlarımızda ve değişik vesilelerle defalarca okuduğumuz Fatiha Suresi’nde ettiğimiz duayaCenab-ı Allah’ın bir cevabı olarak sunulur:“Elif, Lam, mim, Hiçbir kuşku bulunmayan bu kitap, muttakiler için bir hidayettir.”Ama herkes için değil, muttakiler için bir hidayettir. Muttaki olmayanlara bir hidayet olması yol göstermesi mümkün değildir. Eline alıp okuyan herkese kendini açmaz bu kitap. İster dünyanın en iyi dilbilimcisi, ister

Kur’an-ı
Kerim yol gösterici bir hidayet kitabı olarak her gün bütün namazlarımızda ve değişik vesilelerle defalarca okuduğumuz Fatiha Suresi’nde ettiğimiz duaya
Cenab-ı Allah’ın bir cevabı olarak sunulur:
“Elif, Lam, mim, Hiçbir kuşku bulunmayan bu kitap, muttakiler için bir hidayettir.”
Ama herkes için değil, muttakiler için bir hidayettir. Muttaki olmayanlara bir hidayet olması yol göstermesi mümkün değildir. Eline alıp okuyan herkese kendini açmaz bu kitap. İster dünyanın en iyi dilbilimcisi, ister Arap tarihinin en büyük uzmanı, isterse de en iyi semantikçi olsun.
Anlama ve yorumlamada metin-merkezci bir yaklaşım yerine okuru önceleyen yaklaşımı deneyen postmodern yorum teorileri aslında işin önemli bir kısmını yakalamış oluyor. Klasik yorum teorilerinde metin içindeki bütün semantik unsurları, dilsel ögeleri yerli yerine oturttuğunuz zaman her şeyi
çözmüş oluyorsunuz. Oysa bütün semantik çözümlemeleri yapabilseniz de bir metin size sadece sizin yaklaşımınız ölçüsünce, sizin kapasiteniz, niyetiniz ve ufkunuz kadar cevap verir.
Her şeyi en iyi şekilde anlasanız da Kur’an’ın size bir hidayet vermeme ihtimali vardır ve bunun bildiğimiz
izafiyatçılık ile de hiçbir alakası yoktur.
Elbette izafiyatçılığa
görünürde çok büyük bir alan açan bir anlam çeşitliliği oluşabilir ama bu metinle ilgili hakikatin yok olduğu anlamına gelmiyor.
Bu kitap ancak muttakiler için bir hidayettir.
Muttakiler ise hemen tanımlanıyor:
“Gaybe iman edenler, Namazı dosdoğru kılanlar, kendilerine vermiş olduğumu rızıktan infak edenler, sana ve senden öncekilere indirilenlere inanıp Ahirete de yakîn bir iman ile inananlar.”

Bu şartların bir metni anlamak için bir şart olarak ileri sürülmüş olması öyle sanıyorum ki başka hiçbir metinde karşılaşılmayacak bir şey.

Gaybe iman etmeyenin nasiplenemeyeceği bir kitaptır bu.
Gerçekten, ister tarihsel olarak asla bilinemeyecek olaylara, zamanlara, kişilere dair veya yine ileride olacaklara dair, meleklere, cinlere ve gözümüzün görmediği göremeyeceği alemlere dair anlatılan çokça bilgiyi anlamak için gaybe inanıyor olmak lazımdır. Aksi durumda anlatılan birçok şey havada kalmış, mitolojik bilgi gibi gelmiş olur. Birçok kişinin zaten bu bilgileri mitolojik anlatımlarla karıştırıp aklınca mitolojik çözümlemelere girişmesi de mümkün olmuştur. O insanların bu kitaptan bir hidayet kitabı olarak nasiplenmesi mümkün olabilir mi?
Namazı dosdoğru kılmayanların da nasiplenecekleri bir kitap değildir bu.
Namaz kulun yaratıcısıyla çok özel ama bir o kadar da insana en yakışan ilişki biçimidir. Bu ilişkinin içinde kula kulluğun reddi, Allah’ın karşısındaki kıyam, rüku ve secde haliyle aynı zamanda başka insanlarla ilişkinin de tanımlandığı muhteşem bir duruşun tanımı ve sürekli işlenişi, beslenmesi var.
Hemen üçüncü şart “verdiğimiz rızıktan infak etmek”.
Böyle bir şeyin bir metni anlamak, onu bir hidayete dönüştürmek için şart olarak ortaya konulmasının hikmeti hiç kuşkusuz zannettiğimizden çok daha derin.
Bir defa insanın sahip olduğunu zannettiği hiçbir şeyin kendisine ait olmadığının şuuruna varmakla başlıyor insanın kendini bilmesi.
İnsanın bu hayatta varlığına katılan her şey bir rızık, yaratıcısının kendisine verdiği nimetler, hiçbir şey özde kendisine ait değil. Ama bu rızkı salt kendisinin bir kazanımı olarak ve kendine ait görerek, üstelik kendi kazanımlarını ihtiyaç sahibi başkalarından esirgeyerek kendi varlığının hakikatine karşı büyük bir cehalete düşmüş oluyor. İnsanın bu dünyadaki varlığı bir borçluluk üzerine kuruludur.
Bu borç varoluşumuzun en temel hali ve bizi hem Allah’a karşı hem de bütün insanlara karşı, bilhassa zayıf, yoksul, aç, biçare insanlara karşı sorumlu kılıyor.
Bu sorumluluğun gereğinin yapılmasıyla ödenen bir borçluluk hali, tam da deyn, yani borçla aynı kökenden gelen “dinin” bir başka anlamı.
İnfak etmek
Kur’an’da bir müminin en önemli karakter özelliği olarak tanımlanıyor. Daha girişte bu kitabın
kendisine hidayet vermesi için bir şart olarak sunuluyor. Ama sonraki sure ve ayetlerde infak, yardımlaşma, sadaka, zekât gibi kavramlarla toplumda herkesin mutlaka kendisinden başkalarını düşündüğü, komşusu açken aç yatmayı gerçekten büyük bir sapkınlık olarak algılandığı bir şuur düzeyi hedefleniyor.
İnsanın kazandığını zannettiklerini bile Allah’ın kendisine verdiği bir rızık olarak görmesi ve bu rızıkta tek başına hak sahibi olmadığını hissetmesi çok radikal bir bakış açısı ve yaklaşım farkıdır. Bu sadece geçici olarak hesaplanan ve ödenen bir borç değil, bir varoluş felsefesidir. Kapınızı çalana yüz çevirmemek, sizden bir şey talep edene surat asmadan kulak vermek, verirken başa kakarak sanki kendinden bir şey veriyormuş gibi bir
üstünlükçülük
de taslamamak. Bunlar aynı zamanda infak etmenin adabı ve altında yatan bakış açısı.
Aksi durumda infak etmek bir yatırıma, itibar kazanma girişimine dönüşür.
Bu da ayrıca üzerinde durulabilecek bir husus.
Ama Kur’an’ı hakkıyla anlamaya çalışmak ve onu bir hidayet kitabı olarak hak edebilmek için kazanımlarına “rızık” olarak bakmak ve “infak”ı bir kişilik özelliği haline getirmek çok önemli.
Kur’an tefsirlerinde veya yorumlarıyla ilgili tartışmalarda genellikle göz ardı edilen bir husustur bu.
Hermenötik tartışmaları açısından
hem bir
“anlama şartı olarak infak
ve diğer hususlar” hem de tabii ki Kur’an’ın kendi okumasının şartını kitabın başında ortaya koyan özgün aktifliği itibariyle tartışmalara yön vermesi gereken bir noktadır bu.
Bu noktadan hareketle Kur’an’ın cimrilere, bencillere, aymazlara, kendini, aşiretini, kabilesini, kavmini merkeze koyup başkalarına karşı üstünlük hissedenlere bir hidayet vermesinin mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

Elbette her okumada bazı parıltılar gelip insanda hidayet ışığı açabilir, insanı bu hasletlerinin farkına vardırıp onları aşmaya doğru bir teşvik oluşturabilir, bu vesileyle bu kitap insanı hem gayba iman etmeye hem de namaz kılmaya da hem de infak etmeye de yönlendirebilir. Ama devamında bu kitabın hidayet işlevini yerine getirmesi insanın bu şartları bir kişilik özelliği haline getirmesine bağlıdır.

#Kur’an
#Fatiha Suresi
#iman
#infak