31 Mart 2024, Türkiye siyaseti için kartların yeniden dağıtıldığı,
siyasetin bütün kadastrosunun yeniden şekillenmeye başladığı bir tarih
olarak kayda geçebilir. Belki bütün seçimlerin ardından böyle bir fırsat oluşuyordur siyaset için. Ancak en az 22 yıldır Türkiye’de siyasal yelpaze bu ölçüde farklılıklar gösterecek şekilde açılıp dağılmıyor, siyasal dağılım belli bir rutin içinde cereyan ediyordu.
Seçimler şimdiye kadar seçmenlerin hiçbir siyasi partinin veya eğilimin tapusuna kayıtlı olmadığını, hiçbir seçmenin de kimsenin çantasında keklik olmadığını bir kez daha gösterdi.
“Bir kez daha gösterdi” diyoruz çünkü her şeye rağmen önceki bütün seçimlerde yaşanan oy kaymaları da bunu gösteriyordu ama tabii ki bu kadar çarpıcı bir biçimde değil. Ayrıca seçmen tercihlerinin bu kadar uzun zamandır belli bir rutinde kalmış olmasının da tesadüf olmadığı, rutinin bir mecburiyet oluşturmamış olduğu görüldü. Bu, şimdiye kadar gerçekten temsil ile tercih arasındaki buluşmanın uzun yıllar bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Bu karşılık ortadan kalkmaya yüz tuttuğu anda, yani seçmen kendini temsilde bir sıkıntı gördüğünde rahatlıkla başka adreslere yönelebiliyor.
İyi tarafı, Türkiye’de siyasetçiler hazır ezberlerle ve belli bir seçmen kitlesini temlik rahatlığı içinde hareket etme alışkanlığının günün sonunda neye mal olabileceğini göreceklerdir.
Seçim sonuçlarının şimdiye kadarki
haline gelmiş olan AK Parti’de çok güçlü bir özeleştiri ve kendine çeki düzen verme uyarısı yapmış olduğu açıkça görülüyor. Arka arkaya 17 seçimin galibi olmuş bir parti olarak yaşadığı ilk açık mağlubiyetin ardından böyle bir muhasebeye girmesini kimse beklemeden herkes kusurunu, ayıbını şimdiye dek olmadığı kadar yüzüne okuyor zaten.
AK Parti MYK’sının seçimlerden sonraki ilk toplantısında bu değerlendirmeler yapıldı ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplantı sonucunda ortaya koyduğu manzara her şeyin farkında olunduğunu gösterdi:
Seçmen boykotu, emeklilerin ve genel kitlelerin ekonomik refah kayıpları, Gazze vs konjonktürel mevzuların dışında Erdoğan’ın şu ifadeleri:
“Kibir hastalığıyla; il, ilçe, belde teşkilatlarına, belediye başkanlarımıza, milletvekillerimize, hatta bürokrasiye uzanan bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Milletin sinesinden doğmuş bir siyasi partinin en büyük düşmanı vatandaşla arasına duvarlar örmesidir. Hangi konumda olursa olsun bu partide kimsenin ‘lâyüs’el’ [Kendisine soru ve hesap sorulmaz, sorumlu tutulmaz, sorudan muaf] olmadığını milletimize göstereceğiz. Ortada sadece bir oy kaybı değil, kan ve ruh kaybı vardır. Hatayı, kusuru, yanlışı millette aramak, bizim geleneğimizde asla yoktur. Şahsım dâhil bu masanın etrafında oturan hiçbir arkadaşım, 31 Mart seçim sonuçlarının sorumluluğundan kaçamaz. Nerede bir eksik, hata, kasıt veya ihanet varsa, üzerine gitmek boynumuzun borcudur. Ya hatalarımızı görerek kendimizi toparlarız ya da güneşi gören buz misali erimeye devam ederiz. Ya milletimizle olan gönül köprülerimizi yeniden güçlendiririz ya da eleştirdiğimiz partilere benzemekten kendimizi alıkoyamayız.”
Bu özeleştiri cesareti AK Parti adına umutları canlı tutuyor. Esasen geçmişte kazanılmış 17 seçimin ardından da Erdoğan’ın ayırt edici özelliklerinden biri kazandıklarına değil, yine kazanamadıklarına odaklanmış olmasıydı.
Her seçimin ardından aldığı oylardan ziyade alamadığı oyların hesabını sorarak, başarıya rağmen, bir özeleştiriyi adeta kurumsallaştırmıştı. Kalkıp hiçbir mazerete sığınmadan, milleti suçlamadan, çuvaldızı kendine batırmaya ahdederek dersini çalışacağını söylemek müthiş bir siyasal olgunluk.
Ne yazık ki bu siyasal olgunluğu bugün seçimlerde ipi göğüslemiş muhalefette ne geçmişte kaybettikleri seçimlerde ne kazandıkları bu seçimde göremedik.
YA KAZANANLAR, MUHASEBEDEN MUAF MIDIR?
Kazandıkları bu seçimin kendilerine verilmiş bir emanet olduğu bilincinden çok uzak, her yerde bir zafer sarhoşluğu ve rövanşist dil hâkim. Yıllardır AK Parti’ye kazandıran ve kendilerine kaybettirenin ne olduğu konusunda bu seçimde yakaladıkları ipucunu iyi değerlendirmekten şimdilik çok uzak görünüyorlar.
Belediye Başkanı olarak seçilen CHP’li
daha bismillah demeden ilk açıklaması kucaklayıcı, sorun çözücü olmaktan ziyade belli bir kesime karşı nefret kusan bir yaklaşım.
“Hiçbir Afgan’a, Suriyeliye işyeri açma ruhsatı vermeyeceğim. Ben artık mülteci istemiyorum. En ufak bir yanlış yapanı kulağından tutup atmazsam şerefsizim”
diyen Yalım’ın sözleri neresinden bakarsanız, faşistçe, neresinden bakarsanız ırkçı ve insanlıktan uzak.
Henüz şehrin sorunlarına yönelik hiçbir mütalaada bulunmadan doğrudan bu ırkçı üsluba sarılması her şeyden önce insanlık adına büyük bir talihsizlik.
Ortada bir defa yeni bir mülteci meselesi yok. Ne Suriye’den ne de Afganistan’dan yeni bir göç dalgası var. Bilakis Afganistan’da Taliban yönetiminin sağladığı göreli istikrar ortamı göçü nerdeyse tamamen durdurmuş şimdi Afgan göçü geriye gitme eğiliminde.
Yakında arasanız da Afgan çoban veya çalışan bulamayacaksınız.
Suriyelilerle ilgili ise son iki yıldır zaten epey insan geri gitti ve yeni bir göç dalgası yok. Üstelik geri giden göçmenler bugün ekonomide ciddi bir boşluk oluşturmuş durumdalar ve bu boşluktan kaynaklanan sıkıntıları birçok sektörün içinde olanlar biliyor, konuşuyor.
Uşak’ta ise oransal olarak hem çok az göçmen var hem de işsizlik oranı en düşük illerimizden biri
. Burada var olan göçmenler de buradaki sektörlerin talebi üzerine bulunuyor. Buna rağmen nefret kusan bu mülteci düşmanlığının tek sebebi ırkçılık ve cahillik olabilir, ki zaten ırkçılığın
kendisi en büyük cahilliktir.
Seçim kampanyası esnasında CHP’nin Mamak Belediye Başkanı adayı Veli Gündüz’ün de karşısına çıkan Irak Türkmeni çocukları görür görmez sergilediği nefret dolu tepkiyi yazmıştık.
10 yaşlarındaki çocuklara karşı bir anda şahin bir kahraman kesilmiş Şahin
ve haykırmıştı:
“Bunlar Iraklı değil mi? Gönderirim ben bunları memleketine. Bu çocuklar büyüsünler yarın memleketimize büyük sorun olurlar.”
Karşısındakilerin çocuk olduğunu hiç dikkate almadan onlara kahramanlık satan, gördüğü her yabancıyı kaçak göçmen sanıp, onları da ülkeye tehdit gören cahilliği, yabancı da olsa insana karşı saygısızlığı, sevgisizliği, merhametsizliği ve nefreti açık açık ifade eden bu paçoz yaklaşım Mamak’ta seçim de kazanmış oldu.
Hiç mülteci meselesi ile sınırlı görmeyin meseleyi. Mülteci sadece mülteciyi temsil etmez. Zayıfı temsil eder, hakkını savunamayacak durumda olanı, ötekini, size gerçekten emanet olanı, sizin insanlığınızın, kalitenizin gerçek testini temsil eder.
AK Parti çok hatalar yaptı ve belki bu hatalar yüzünden kaybetti ama alternatifi daha iyi, daha ehliyetli ve daha liyakatli insanları getirmedi. Bu da ayrı bir ibret konusu tabii.
Kim ala bu ibreti, o kazana akıbeti!