Erol Güngör’ün gözünden Ortadoğu ve Filistin meselesi

04:0020/12/2023, Çarşamba
G: 20/12/2023, Çarşamba
Yasin Aktay

Genç yaşta yaşında yitirdiğimiz, modern Türkiye’nin tartışmasız en değerli düşünürlerinden, aydınlarından Prof. Dr. Erol Güngör’ü vefatının 40. Yılı münasebetiyle anıyoruz. 15 Kasım tarihinde vefat ederken rektörlüğünü yapmakta olduğu Selçuk Üniversitesi’nde Muhafazakâr Düşünce Dergis i’nin organizatörlüğünde bir panelle andık. Güngör’ün asistanlığını yapmış olan Prof. Dr. Vedat Bilgin ’in açılış konuşmasıyla gerçekleşen toplantıda Prof. Dr. Mustafa Aydın , Prof. Kurtuluş Kayalı ile bir açılış panelinde


Genç yaşta yaşında yitirdiğimiz, modern Türkiye’nin tartışmasız en değerli düşünürlerinden, aydınlarından Prof. Dr. Erol Güngör’ü vefatının 40. Yılı münasebetiyle anıyoruz. 15 Kasım tarihinde vefat ederken rektörlüğünü yapmakta olduğu
Selçuk Üniversitesi’nde Muhafazakâr Düşünce Dergis
i’nin organizatörlüğünde bir panelle andık. Güngör’ün asistanlığını yapmış olan
Prof. Dr. Vedat Bilgin
’in açılış konuşmasıyla gerçekleşen toplantıda
Prof. Dr. Mustafa Aydın
,
Prof. Kurtuluş Kayalı
ile bir açılış panelinde bulunduk.
Dün de Ankara’da
Hacı Bayram Üniversitesi
ile
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Sosyoloji bölümünün işbirliğiyle Erol Güngör’ü, Türk düşüncesine, kültürüne ve sosyolojisine yaptığı katkılar açısından bir panelde tartıştık. Panel
Ramazan Yelken
’in moderatörlüğünde
Murat Yılmaz, Erdal Aksoy ve Neslihan Akbulut
’un katılımıyla gerçekleşti.
Paneldeki konuşmamın başlığı Erol Güngör’ü bir sosyolog ve bir aydın olarak almayı vaat ediyordu. Doğrusu 7 Ekim’den beri gerek gazete yazılarımda gerek bütün akademik ve entelektüel gündemim
Gazze ve Filistin’le ilgili, o yüzden Erol Güngör’ü de yine bu konuya ilişkin boyutlarıyla ele almak istedim.
Bir entelektüel olarak
Filistinli Edward Said
’le ilgili son yazılarımda yaptığım mülahazalarla da bir süreklilik arz etmek üzere,
Güngör’ü
Said’in tanımlamasıyla da gerçek, hatta müstesna kalitede bir aydın olarak değerlendirmemizi gerektirecek çok neden var.

Herşeyden önce Güngör içinden doğduğu camiayla organik ilişkisini hiçbir zaman kesmemekle birlikte o camia içinde yeri geldiğinde aykırı düşünmekten ve o camiaya bu yolla gerçek anlamda katkılarda bulunmaktan geri durmamış bir aydın. Kültür ve Medeniyet arasında yaptığı ayırımla kültür değişmelerinde vazgeçmemiz ve korumamız gereken ilke ve değerler konusunda Ziya Gökalp’in meşhur yaklaşımına ciddi bir eleştiri getirmiştir. Bu eleştirileri yüzünden içinden geldiği camia tarafından ciddi rezervlere maruz kalmış olsa da dışlanmış olduğu söylenemez. Nitekim bu eleştirilerin yer aldığı kitap uzun süre kitaplarını yayınlayan yayınevi tarafından yayınlanmayacak, ama sonra külliyatı içindeki yerini alacaktır. Ziya Gökalp’e yönelik eleştirileri aslında Türk Milliyetçiliğinin eninde sonunda hesaplaşması gereken bir alanla ilgilidir.

Neticede Gökalp’in görüşleri Türk Milliyetçiliğini Arap karşıtlığı üzerinden kurmak isteyen sonraki siyasi programlarla uyum içindedir ve aslında Güngör’ün tam da bu programla ilgili dertleri vardır.
Hars ve medeniyet ayrımı 19. Yüzyıl sonları ile 20. Yüzyıl başlarındaki bütün Osmanlı aydınları arasında cereyan etmiş meşhur tartışmaya Gökalp’in verdiği cevabın formülüdür. Batıcı aydınlar kültürüyle, değerleriyle, yaşam tarzıyla topyekûn bir teslimiyeti savunurken İslamcı aydınlar Batı medeniyetinin teknik yayılmacılığı karşısında pekâlâ bir seçmecilik yapabileceklerini savunuyorlardı. Bu İslam tarihinde hiç olmamış bir şey değil nitekim. Batı medeniyeti Müslümanların tarih boyunca karşılaştıkları ilk medeniyet değil. İlmi Çin’de bile olsa gidip almayı emreden bir peygamberin ümmeti için Batılı teknolojileri almaktan yana bir sorun görülmüyordu.
Aslında Gökalp de Kültür ve Medeniyet ayırımıyla ilk başta bu seçmeciliği mümkün gören bir formülün peşindeydi. Ancak sonradan ideologluğunu yaptığı siyasi hareket onun görüşlerine de uygun davranmış sayılmaz.
Onlar teknik ve medeniyetten önce ve daha önemli olarak kültürünü, yaşam tarzını, gardrobunu alarak medeniyetini almayı hiç önemsemediler bile.
Aslında bazı İslamcıların günün sonunda ortaya çıkan manzaraya bakarak teknik ve kültürün ayrışamayacağına dair dile getirdikleri endişelerinin hiçbir yeri yok.
Kültür ve yaşam tarzı bu ülkeye tekniğin açtığı kapıdan değil, siyasetin zorlamasıyla, yukarıdan aşağıya transfer edilmiştir.
Güngör’ün
“Türk Kültürü ve Milliyetçilik”
isimli kitabının son bölümü “
Koptuğumuz Dünya
” başlığını taşıyor. Bu başlık altında “Ortadoğu ve Türkiye” ile “Türkiye’den Ortadoğu’ya Bakış” başlıklı iki makale yer alıyor. Çok açık bir şekilde I. Dünya Savaşından itibaren yaşamış olduğumuz hadisenin en kötü anlam ve çağrışımlarıyla bir “kopma” olduğunu anlatır Güngör. Bugün Filistin bizi ne ilgilendirir, Araplar bizi zaten arkadan vurdu diyenlere karşılık Ortadoğu’dan bizi koparmaya çalışan kafanın Türk milli varlığına baştan beri düşmanlık eden emperyalizmden başka bir yere hizmet etmediğini anlatır.
Ortadoğu, siyasî bir terim olarak, daha ziyade Türk imparatorluğunun yıkılmasından sonra ortaya çıkmıştır, çünkü daha önce bu bölge İran hariç Türk ülkesi sayılıyordu ve her şeyden önce bir Müslüman devletler blokudur.
İçinde Türkiye’nin asli unsuru olduğu bir Müslüman devletler bloku. Bu tarif tarih ve kimlik şuurunda çok önemli bir hatırlama gerektirecektir ki, Güngör gerçekten de Müslümanların I. Dünya Savaşından sonra maruz kalmış oldukları operasyonların tamamına dikkat çekerek bu şuuru uyandırmaya çalışmıştır. Bunu yaparken T
ürk milliyetçiliğinin içine Arap karşıtlığı veya Arap milliyetçiliğinin içine Türk düşmanlığı ekmeye çalışanların her birinin ne Araplıkla ne Türklükle ilgisi olmadığını da anlatıyor.
Anlattığı yer, geldiği gelenek itibariyle sözleri daha bir anlam kazanıyor. Sözü ona verelim:

“Bu arada Türkiye ile öbür Ortadoğu memleketleri arasındaki kültürel temasların kurulması ve artırılması şarttır. Unutmayalım ki, Batılı devletlerin Birinci Dünya Harbinden sonra Ortadoğu’ya ekmiş oldukları nifâk tohumları bize de çok tesir etmiştir. Arap denince, yeni Türk nesillerinin aklına daima Türk ordularını arkadan vuran İngiliz maşası bedevî kabileleri gelir; Araplar da Türk deyince en çok İttihatçı Cemal Paşa’nın Suriye’de yaptıklarını hatırlarlar. Her iki tasavvur da yanlıştır, iki tarafı birbirine düşman etmek için İngilizler tarafından uydurulmuştur. Arapların bu yanlış tasavvurdan kurtulmalarını istiyorsak, biz de memleketimizdeki Batı kuklası münevverlerin sistemli bir şekilde yerleştirmeye çalıştığı Arap düşmanlığının bütün izlerini silmeliyiz. Unutmayalım ki, Arap düşmanlığı propagandasının temelinde İslâm düşmanlığı vardır; İslâm dünyasının yan yana yaşayan iki büyük kitlesini birbirine düşman etmek, böylece her birini tek tek Batılılara esir etmek gayreti vardır. Ortadoğu devletleri arasında ilim, kültür ve sanat münasebetleri dost ile düşmanı ayırt etmekte hepimize yardımcı olacaktır. Bu sahada da Türkiye’nin insiyatif kullanması sağlam bir dış politikanın gereği sayılmalıdır.

Avrupa Ortak Pazarının kuyruğu mu, yoksa Ortadoğu’nun başı mı olacağız? Bize düşman olan ve düşman kalacak olan bir medeniyetin çöpçülük hizmetini mi, yoksa kendi medeniyetimizin öncülüğünü mü yapacağız? Türk münevveri bu konuda derhal bir karar vermelidir.”

#Ortadoğu
#Filistin
#Yasin Aktay