Dostluk yeryüzündeki serüveninde insana verilmiş en önemli nimetlerden biridir, ama bütün nimetler gibi bu da insanın değerini bilip ona nerede nasıl davranacağını bilmesini gerektiren, bu gereklilikle sürekli imtihan edildiği bir nimet.İyi veya gerçek dostları olmayan insanlar zaten iyi dost olamayanlardır.Gerçek dost bulamamaktan şikâyet edenler dostluk yapmasını bilmediklerinden, karşılarına çıkan dostları tanımadıklarından, tanıyamadıklarından, tanımadıkları için de onlara nasıl davranacaklarını
Dostluk yeryüzündeki serüveninde insana verilmiş en önemli nimetlerden biridir, ama bütün nimetler gibi bu da insanın değerini bilip ona nerede nasıl davranacağını bilmesini gerektiren, bu gereklilikle sürekli imtihan edildiği bir nimet.
İyi veya gerçek dostları olmayan insanlar zaten iyi dost olamayanlardır.
Gerçek dost bulamamaktan şikâyet edenler dostluk yapmasını bilmediklerinden, karşılarına çıkan dostları tanımadıklarından, tanıyamadıklarından, tanımadıkları için de onlara nasıl davranacaklarını bilemediklerinden bolluk içinde yokluk çeken fukarayı yaşarlar.
Diğer yandan dostluk üzerine yapılan felsefelerin veya edebiyatın büyük kısmının dostluğa atfettiği özellikler etrafımızdaki dostlara karşı bizi daha fazla körleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
Bu tür yüklemelerle dosta kendi özelliklerimizi, beklentilerimizi yükleyerek dostu veya dost ihtimalini öldürdüğümüzü söylemiştik.
Bir de her yola çıktığımız dosttan bir Hızır performansı beklemek de aynı kapıya çıkar.
Kendimiz Hızır olmadığımız, olamadığımız için başkasından Hızırlık beklentimiz, nasıl onu kendimizle aynılaştırmak olabilir?
Buradaki aynılık kendimize atfettiğimiz özellikler değil, bilmediğimiz, tanımadığımız kişiden ne olmasını beklememizle, onu kendi beklentilerimize, hayallerimize hapsetmemizle ilgilidir.
Dostluktan söz açıldığında
’e atfedilen meşhur ifadeye değinmeden geçilmez: “
dediği rivayet edilir filozofun. Rivayet edilir diyorum, çünkü bazı incelemelerde bu sözün aslının
“çok dostu olanın dostu yoktur
” şeklinde olduğu ve bir şekilde aktarımlarda buna dönüştüğü söylenir
. İfadenin her iki şekli aslında dostluk edebiyatını ayrı kulvarlarda gelişmeye, renklenmeye vesile olmuştur, olabilir.
şeklindeki nakil dostlukla ilgili müphem tanımları veya çelişkili durumları ifade etmek üzere sıkça atıf yapılan bir rivayet.
Ünlü Fransız Postyapısalcı filozof
da bu şeklini aktararak meşhur “
” isimli kitabının ekseni haline getirir. Oysa Derrida sözün aslının böyle olmadığını da (en azından Agamben’in uyarısıyla) bildiği halde bu tahrif edilmiş şeklini tercih eder, çünkü kendi kurgusuna bu daha fazla hizmet edecektir.
diye hitap ettiği insanlara kendisinden veya dost bildiklerinden neyi ne kadar dinlemeye hazır olduklarını sorgulamaya davet etmektedir Derrida. Böylece, kendisini dinlemek veya yazdıklarını okumak için gerekli olan dostluğu sergilemiş olanlara “dostlarım” demeyi esirgemiyor.
Zira iyi okumak-yazmak için asgari bir dostluk, belli bir cana yakınlık ve karşılıklı anlayış, anlaşılma isteği vardır ve bu mevcuttur.
Ancak yine de
Dostluk hakkındaki genel geçer algı ve beklentilerin yükü altında ezilmemiş ve yok edilmemiş bir dost yoktur.
Bir dost olarak Mehdi’yi bekleyenler bile onun geldiğinde ne yapacağını bütün detaylarıyla bilmiş, ezberlemişlerdir.
Mehdi bekleyenler bu beklentilerine uygun bir kişi aradıklarında, o kişiden bir vaaz dinlediklerinde ne kadarı kendilerinin hiç ummadıkları,
beklemedikleri alametlere tekabül eder?
Buldukları sahtekarlara Mehdi diye sarılanlar zihinlerinde nasıl bir Mehdi tasarlamışlardır?
Derrida aslında dostlukla ilgili bu felsefesini biraz da
Yahudi Mesih inancıyla da çağrışımlara yol açacak şekilde yapmaktadır.
Bu esnada bizzat İsrailoğullarının tarihleri boyunca bekledikleri, kendisine tam da dost olarak sarılacakları, sesine kulak verecekleri, tâbi olacakları Mesihlere, peygamberlerine nasıl yaklaştıkları da dostluk tecrübesi açısından tipik bir durumdur.
Bekledikleri Peygamberin kendi kabilelerinden olmayan ümmi bir topluluk arasından çıkmış olması hemen ona kulaklarını kapatmaları için yetmiştir.
Halbuki bekledikleri O idi, üstelik söyledikleri de kendi söylediklerinin çoğundan farksızdı.
Ya biz bizi değiştirecek, bizi ihya edecek dostu karşılamaya ne kadar hazırız?
Bu soruyla yüzleşmekle başlayabiliriz.
O dostu kendi istediğimiz gibi çıkmayınca hemen düşman kılma ve uzaklaştırma kolaycılığına sapmamaya azmimiz ve irademiz var mıdır?
Daha önce dostluk hakkında sorduğumuz soruları böylece bir kez de Derrida’nın dilinden dinlemiş olduk.
Ancak
’in
tarafından işaret edilen sözünün aslına dönersek, yani
“çok dostu olanın dostu olmaz”
tabirini ele alırsak, dostluğu çok az insanla paylaşılan ve paylaşımı çoğaldıkça azalan bir değer olarak görmek durumunda kalırız. Oysa aynı
’in üç çeşidini ayırdığı dostluğu bir sayısal şarta bağlamasını anlamakta zorlanırız.
Yarar ve çıkara dayalı olanı
, dostluğu yaşayan hiç kimse dostluktan saymaz ama cari sosyal ilişkilerin önemli bir kısmında dostluk tezahürleri ortaya çıkarır.
Hazza dayalı dostluklar, aşk
olarak tezahür eder ki, bunun da paylaşımı hazza dayalı olduğu için sınırlı olmak durumundadır. Ancak
erdeme dayalı, iyiler arasındaki dostluk olarak ayırt ettiği dostluğa konulan sınır biraz da erdemin ufkuyla alakalıdır.
Ya sizin dostluk ufkunuz veya gönlünüz sadece bir veya çok sınırlı insanlara mı tahsislidir?
Dostluk gerçekten de çok sınırlı insanlar arasında cereyan eden çok mahrem bir ilişki biçimi midir?
Dostluk erdeme dayandığında daha çok insanla hatta bütün insanları içine alacak şekilde paylaşılmasını sağlayacak bir varoluş biçimi olarak düşünmekten alıkoyan nedir?
Herkesle dost olmak elbette mümkün değildir.
Kötülerle dost olmak iyilere dostluğu dışlar, onlara ihanete dönüşür.
Üstelik bütün peygamberlere kendi kavimlerinden düşmanlar kılınmıştır. Herkesle dost olanın aslında hiçbir erdemi yoktur ve dostluğunda paylaştığı şey erdem olamaz.
Mistik bir sevgi felsefesiyle iyi-kötü ayırımı yapmadan herkesi sevmek iyilik üzere kurulmuş dostlukları ciddi anlamda zedeler.
Aslında dostluk üzerine düşünmek basitçe sınırlı insanlar arasında paylaşılan özel bir tecrübe üzerinde konuşmaktan çok öte bir şey. Toplam insani varlığımız üzerine düşünmeye açılan bir pencere.
Dostluk üzerine düşünmeye ve yazmaya devam edeceğiz. Bu aşamada bu konuda yapılmış iki çok güzel iki çalışmayı burada anmayı borç bilirim: Birincisi
ve
’nın yazılarının yer aldığı görüşlerinin tartışıldığı
’nun
tarafından editörlüğü yapılan Dostluk temalı 68-69. Sayısı.
İkincisi de değerli dostumuz Kenan Göçer’in yakınlarda PAN Yayınlarından çıkan
” isimli eseri dostluk üzerine felsefe, siyaset, borç, ekonomi, izonomi, Melamilik, şiddet, sevgi gibi birçok kavram eşliğinde, güçlü edebiyatıyla düşünmeye davet ediyor.
#Aristotales
#Şeyda Öztürk