Çok tuhaf bir soru bu, farkındayım. Bununla dosttan beklenenin, dosttan beklediğimizin gerçekten onun ölümünü gerektiren bir ilişki biçimine nasıl dostluk denebilir? Sahi kim dostunun ölmesini ister?Kim dost bildiği birinin şu veya bu beklentinin bir parçası olarak ölmesini arzu eder?Dahası kim, dostunun ölümü karşısında yüreğinde büyük bir yangın yaşamaz? Aksine, dostun ölüm ihtimali karşısında bir başka dostun yapması gereken şey onu ölümüne savunmak, korumak, kollamak değil midir?Buna rağmen
Çok tuhaf bir soru bu, farkındayım. Bununla dosttan beklenenin, dosttan beklediğimizin gerçekten onun ölümünü gerektiren bir ilişki biçimine nasıl dostluk denebilir? Sahi kim dostunun ölmesini ister?
Kim dost bildiği birinin şu veya bu beklentinin bir parçası olarak ölmesini arzu eder?
Dahası kim, dostunun ölümü karşısında yüreğinde büyük bir yangın yaşamaz? Aksine, dostun ölüm ihtimali karşısında bir başka dostun yapması gereken şey onu ölümüne savunmak, korumak, kollamak değil midir?
Buna rağmen dostlarını öldüren, işin tuhafı, onları öldürerek gerçek dosta ulaştığını zanneden bir ilişki biçiminden bahsediyoruz.
Elbette dostun fiziki ölümü değil bahsettiğimiz, belki dostluğun ölümünü işaret edeceğimiz bir zihniyet ve sadakatsizlik ilişkisine dikkat çekmemiz gerekiyor.
Dostu hangi durumda öldürürüz, hangi durumda yaşatırız?
İşin sırrı aslında “dosttan beklentimiz”dedir.
Dost dediğimiz kişiden beklentilerimizin bir listesi vardır elimizde. Birçok kişi için bu liste çok ayrıntılandırılmıştır.
Dosttan beklediği şeyi bulamadığında o dosta dair bir hayal kırıklığı ifade edenler, nasıl bir hayal kurmuş ve bu hayali bir başka insana nasıl yüklemişlerdir?
Dostumuza dair beslediğimiz hayaller, dostumuzun insanlığına, varlığına ne kadar ait olabilir ve onları görmek istediğimizde gördüğümüz kendi dostumuz mudur bizzat kendi hayallerimiz midir?
Hiç kuşku yok bu hayaller çoğu kez bize aittir ve dost bildiklerimizi bu hayallerle bağdaştırmayıp harcamak, ona kendimizi kapatmak en sık yaptığımız şeylerden biri.
Dostumuz bizim hayallerimizle bağdaşan bir duruşun içinde olmadığında ona hangi seviyelere kadar tahammül edebiliyoruz?
Kuşkusuz birine dost demenin bir asgari uyum seviyesi var ki insanlar bir dostluk ilişkisine karar verip girebiliyorlar. Dost bildiğinden ne ihanetler görmüş insanlar vardır. Her şeye rağmen, ihanete rağmen, her türlü kötü davranışa rağmen katlanılan bir ilişkinin dostlukla alakalı olmadığını söyleyebilir herkes.
Birinin dostluğuna karar vermek neticede bir karar, bir tercihtir. Bu karara ve tercihe yönlendiren asgari veriler vardır.
insanın değerleriyle, hayata,
insana, topluma, varlığa, Allah’a bakışla ilişkilidir. İnsan dostunu bu değerleriyle birlikte, bu değerleriyle uyumlu olarak seçer zaten.
Dostunu söyleyen kim olduğunu da söylemiş oluyor. Çünkü insan dostlarıyla var, onlara dostluğun hakkını ne kadar veriyor olduğundan bağımsız olarak.
Hakkını verip vermemekten bağımsız olarak kişi dostlarının dinine, huyuna, yoluna, siyasetine de tabidir.
Siyaset bile bizatihi dost-düşman ilişkisi olarak gerçekleşir.
Müminler birbirlerinin dostudurlar, hepsinin velisi, yani mutlak dostu da Allah’tır.
Dostluğunu müminlik vasfına ve değerine uygun olarak kuranlar işin merkezine Allah’ı koymuşlardır zaten.
Dostluğun referansı, dayanağı ve ölçüsü en mutlak Ötekiliğiyle Allah olduğuna göre, beklentinin ufku da hiçbir muğlaklığa yer bırakmayacak kadar açık olur. Allah’ın yarattığı kullar olarak O’nun öğrettiğinden başka bilgimiz, O’nun verdiğinden başka ufkumuz ve kudretimiz yoktur.
Kendimiz hatadan masun olmadığımıza göre mümin olsa bile dost da hatadan masun değildir ve elbette her dediğinde keramet aranacak, bir sır keşfedilecek bir gizem kaynağı değildir.
Allah’tan dolayı dost edindiklerimizi Allah yerine koyacak değiliz. Ancak bir beşer olduğunu mutlaka bildiğimiz dosttan bir tanrıdan bekleyeceğimiz şeyleri görmediğimizde hayal kırıklığına uğrayacak da değiliz.
Tam da bu noktada, dosttan beklentilerimize dair listeyi ne kadar peşin koyarsak ve ne kadar bu listeyi detaylandırırsak dostu o kadar çok öldürmüş oluruz.
Çünkü ayrıntılarıyla tanımladığımız ve beklentilerimizle kısıtladığımız dost artık kendi varlığı, kendi şahsiyeti ve kendi sözü olan biri değildir.
Dost dediğimiz insan yerine bizim beklentilerimiz geçtiği ölçüde, onun şu veya bu durumda bize ne söyleyeceği, nasıl bir tavır ve harekette bulunacağına biz karar verdiğimizde artık bir dosttan değil, kendimize mal etmiş olduğumuz, kendimiz kıldığımız, kendi varlığımızda erittiğimiz bir şahsiyet yoksunluğuna talip olmuşuz demektir.
Bu durumda dosttan duymayı arzu ettiğimiz şey bizim kendi iç sesimizdir. Dosta atfedilecek şey elbette hiçbir zaman kayıtsız şartsız bir kusursuzluk olamayacağına göre, dosta ne kadar açık olunacaktır? Dostla mesafeler nasıl kurulacaktır?
“Dost öyle yapmaz”, “dosttan bu beklenmez”, “bu dostluğa sığmaz”
cümlelerimizin elbette hepsi değilse bile birçoğu dostu kendimiz kılmaya, dostun kendiliğini yok etmeye dönük tutumlardır.
“Dost acı söyler” sözüyle aslında dosta genişçe bir varoluş alanı tanınmıştır. Bu alandan sızıp acı veren saldırılarını dostluğun tolerans alanını kullanarak istismar edenler de olabilir elbet. Acı sözün bir dosttan mı, kapıdan sızmaya çalışan bir istismarcıdan mı geldiğini dostluğun hakkını veren insan ayırt etmekte zorlanmaz.
Dostu kendine benzeterek öldürmek gibi bir yanlışa düşmediği gibi her acı sözün dostluktan gelmeyeceğini de bilir.
Ancak her iki bilgi onu bir dostun nasihatine kapatmaz. Nasihat insanın bu dünyada ihtiyaç duyduğu en gerçek gıdadır ve dinin de kalbidir, özü de samimiyettir.