Din bir tatlı huzur verir mi?

04:0027/07/2022, Çarşamba
G: 27/07/2022, Çarşamba
Yasin Aktay

Dini alanda yaşadığımız rahatsızlıklar var. Bu rahatsızlıkların bir kısmı dindar insanları bir anlamsızlık, kaos veyasekülerleşmedurumu diye endişelendiriyorken dine mesafeli kesimleri de dini tartışmaların alıp başını gidiyor olması dolayısıyla başka türlü kaygılandırıyor. Aslında tipik bir modern toplum görüntüsü ve dinsel özgürlüklerin bu tür görüntüler ortaya çıkarması her zaman sıradan bir durum.Dini çoğulculuğun sağlıklı bir ortamda arttığı bir zeminde dinler arasındaki tartışmalar insanları

Dini alanda yaşadığımız rahatsızlıklar var. Bu rahatsızlıkların bir kısmı dindar insanları bir anlamsızlık, kaos veya
sekülerleşme
durumu diye endişelendiriyorken dine mesafeli kesimleri de dini tartışmaların alıp başını gidiyor olması dolayısıyla başka türlü kaygılandırıyor. Aslında tipik bir modern toplum görüntüsü ve dinsel özgürlüklerin bu tür görüntüler ortaya çıkarması her zaman sıradan bir durum.
Dini çoğulculuğun sağlıklı bir ortamda arttığı bir zeminde dinler arasındaki tartışmalar insanları dinden uzaklaştırmaz,
aksine bu tartışmalar sayesinden bütün dinlerin kendilerini ifade kalitesinde ciddi bir yükseliş gözlemlenebilir. Tabii ki dinin hakikat içeriğinin ne kadar geçerli olup olmadığı herkesin kendi kararındadır. Dindar insanların bütün hakikat algılarıyla başka dinlerin hakikat algısıyla karşılaşırken yaşadıkları tecrübe farklı olabilir ama bu karşılaşmalar gündelik hayatın rutini haline geldiğinde belli bir kanıksamayı ve gözardı etmeyi de beraberinde getirmesi kaçınılmaz olur.
Belli bir dine inanmanın veya o dinin iddialarını dillendirmenin hiçbir bedelinin olmadığı, herkesin bütün inançlarını son marjına kadar mümkün gördüğü durumda inançların ne kadar sahih bir şekilde yaşanabileceği sorgulanacak hale gelir.
Bütün toplumun Hıristiyan olduğu bir zeminde, yani İsa ve Havarilerinin yaşadığı sıkıntılardan uzak bir ortamda Hıristiyanlığın bir zahmetsiz bir burjuva dinine dönüşmüş olmasından
Søren Kierkegaard
’ın duyduğu kaygı dönüp topluma huzur bozucu bir meydan okumaya dönüşmez mi?

Din, elbette yaşadığımız hayatın bir onaylaması değil, böyle gelmiş böyle gitmekte olan insani ilişkilerimizin, sosyal düzenimizin sorunsuz bir tutkalı olarak ilanihaye hissedilmez. Rutinleşen insani ilişkilerimizde yaşanan tortulaşmaları harekete geçirir ve bu andan itibaren kendisine yapışmış muhafazakâr işlevini kaybeder.

Aslında dinin bu rahatsız edici, huzur bozucu işlevi hep var olmuştur ama bu hep unutuluyor, unutulmak isteniyor.
Dindarlar dine güzellemeler adına huzurun adresi olarak düşünmek istediklerinden, siyasetçiler de zaten dinden beklentilerini iktidarı ve idareyi kolaylaştıracak işleviyle beraber düşündüğünden bu boyutu unutmak ister.
Necdet Subaşı’nın “din yorgunluğu”
diye tabir ettiği bir rahatsızlık tipi de var. Fazla dinle meşgul olmaktan mı oluyor, dine farklı anlamlar ve beklentiler yüklemekten mi, din adına beraber yürüyen insanların yaşadıkları bıktırıcı ihtilaflardan mı, hakikat duygusunu aşındıran, anlamsızlaştıran kavgalardan mı?
Bu konuda düşünceleri kışkırtacak, rutin algıların huzurunu bozacak, kendisi zihni yoracak bir ifade olduğu açık.

Din ile ne toplumsal ne de zihinsel huzur arasında elbette zorunlu bir ilişki yok. İlişki var da, bu ilişki huzurdan ne anlaşıldığından da bağımsız değil elbet.

Dinin toplumda huzur vaatleriyle sarılıp sarmalanmasıyla alınıp satılan bir metaya dönüştürülmesinin insanları yormaması mümkün müdür?
Dinin bir piyasa metaına dönüşmesi elbette dinin tabiatıyla bağdaşmıyor, ancak dini iddialar arasında bir tartışmanın böyle bir alan kapma mücadelesi olarak gerçekleşmesi de işin tabiatından.
En kötüsü, belli bir dini grubun veya görüşün devlet gücünü yanına alarak diğer dini gruplarla hiçbir tartışmaya girmeye gerek duymaksızın bertaraf etme yoluna gitmesidir.
Abartılı ve indirgemeci, basitleştirici söylemlerle, ödül peşindeki muhbir işgüzarlıklarıyla buluşan bir dini söylemin hiçbir saygınlığı da kalmaz.

Bu, dini bir piyasa gibi algılayan bir tamahkarlığın dinde tekelci bir girişimi olarak aslında kendi dini anlayışına da uzun vadede hizmet etmez. Ama çoğu durumda zaten bu tekelci girişimde bulunanların kendi din anlayışları lehine bile pek uzun vadeli bir stratejik vizyonu yoktur. Zaten bu yola tevessül etmeleri kendi dini anlayışlarına, argümanlarına, delillerine, samimiyetlerine güvenmemeleridir.

Samimi olanların aslında din davasında hiçbir kayıpları olmayacağı için böyle bir telaşa kapılmalarına da gerek yoktur. Din Allah’ın dinidir. Dine samimiyetle inanan insana düşen dini apaçık bir biçimde hiçbir telaşa kapılmaksızın tebliğ etmektir.
İnsanların bu tebliğe ve çağrıya cevap verip vermemeleri tamamen kendilerine kalmıştır.
Dinde zorlama da yoktur kandırma da yoktur.
Kur’an’ın muhtelif yerlerinde Allah kendi resulüne defalarca söylüyor: (mealen)
“İnanmıyorlar diye kendini harap edeceksin, sana düşen tebliğden başkası değil, hidayet Allah’tandır”

Son tahlilde dünyanın sekülerleşmesi veya dinden uzaklaşması tamamen insanların kendi tercihleridir ve bu tercihten dolayı inanan insanın kendini harap etmesini gerektirecek bir durum yoktur.

Elbette Müslüman hakikat bildiği herşeyi insanlara anlatacaktır, ancak bunu yaparken bir Müslümanın vakarıyla hiç bağdaşmayacak yollara tevessül etmesine asla gerek yoktur.
İnsanların inanıp inanmamasının maddi olarak bir Müslümana bir getirisi olmamalı. O yüzden Kur’an’da kıssaları anlatılan bütün peygamberlerin en önemli vasıfları, anlattıkları dolayısıyla, insanları çağırdıkları hakikat dolayısıyla
“asla bir ücret, bir mükafat, bir çıkar talep etmemeleri”
dir.
Aslında hakikate çağırdığını iddia eden bütün hareketlere karşı
en önemli test sorusu
da bu olmalıdır:
Davet ettikleri dini hareket dolayısıyla, bu hareket sayesinde bir çıkar elde ediyorlar mı? Bu dini hareket bir ekonomik kazanç kapısına dönüşüyor mu?

Davet ettikleri insanların harekete katılımı kime nasıl bir güç, nasıl bir ücret, nasıl bir çıkar temin ediyor?

Bir çıkar peşinde koşmayan insanların, bir piyasa kapma endişesi olmayanların, din tartışmasında bu kadar çok tamahkar davranmaları, dinin vakarıyla, iddialarıyla, hakikatiyle hiç bağdaşmayan bir telaşla, gayretkeşlikle kin ve nefret söylemlerine başvurmaları neden olabilir?

#din
#Necdet Subaşı
#Müslüman