Daha ne isterlerdi acaba?

04:002/07/2022, Cumartesi
G: 2/07/2022, Cumartesi
Yasin Aktay

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı Türkiye’nin ortaya koyduğu tavrın anlamı ve nihayeti için baştan beri“Türkiye tükürdüğünü yalayacak”tezine yatırım yapanlar oldu. Erdoğan’ın her yaptığına karşı “olağan yatırımcılar”bunlar. Geçmişte birçok konuda fikir, tavır ve siyaset değiştirmiş olmasına atıf yaparak, şimdi de aynı şey olacak ve Türkiye ABD’nin emir eri gibi davranıp bütün tezlerinden vazgeçecek diye beklediler.Beklemek ne kelime bunu umdular.Aslında geçmişte atıf yaptıkları bütün


İsveç ve Finlandiya
’nın NATO üyeliğine karşı Türkiye’nin ortaya koyduğu tavrın anlamı ve nihayeti için baştan beri
“Türkiye tükürdüğünü yalayacak”
tezine yatırım yapanlar oldu. Erdoğan’ın her yaptığına karşı “
olağan yatırımcılar”
bunlar. Geçmişte birçok konuda fikir, tavır ve siyaset değiştirmiş olmasına atıf yaparak, şimdi de aynı şey olacak ve Türkiye ABD’nin emir eri gibi davranıp bütün tezlerinden vazgeçecek diye beklediler.
Beklemek ne kelime bunu umdular.
Aslında geçmişte atıf yaptıkları bütün olaylar uluslararası siyasette emsalsiz bir tecrübe kazanmış usta bir siyasetçinin hamleleri.
Sonucuna veya olayın tamamına bakmadan bir yerinden alıp okumanın dar görüşlülüğüne bu usta siyasetçiyi de oyuncu etmek istiyorlar.
S
iyaset, hele uluslararası siyaset, olabildiğince pragmatik olmayı gerektiriyor. Gerçi hiç hoşuma gitmiyor bu sözü söylemek,
zira Türkiye’nin bu dönemki dış politikası ilkesiz bir pragmatizm üzerine değil, değerleri de mutlaka gözeten bir yaklaşıma dayandı hep.
Aksi taktirde bizim de eleştirdiğimiz, hatta düşman bildiklerimizden hiçbir farkımız olmazdı.
Hani bugünlerde sık sık hatırlıyoruz da bilge Kral
Aliya İzzetbegoviç
’ten
“savaşı düşmanınıza yenildiğinizde değil, ona benzediğinizde kaybedersiniz”.
Bu müthiş sözle bütün bir Türkiye tarihini bile yeniden okuyabilirsiniz ya, şimdi konumuza dönelim.
Türkiye ilkeleri gözetirken de hiçbir zaman çıkarlarından feragat etmedi. Hatta izlediği ilkeli değerler siyaseti sayesinde ciddi çıkarlar da elde etti.
Ebette ilkeyi gözetenin hedefi basit çıkar olmaz, ama ilkeli davranmaya ilahi takdirin verdiği bir ödül muhakkak ki oluyor. Bunun kazanımlarını uluslararası siyaset analizlerine dahil etmek kolay değil tabi ama sonuçları ortadadır.
Erdoğan’ın Başbakan ve Başkan olarak liderlikte 20. yılı ve bu süre içinde dünya tarihleri yazılıyor. NATO zirvesinde kendisinden daha kıdemli bir lider yok.
Her ülkenin liderleri defalarca değişmiş ama kendisi yirmi yıldır Türkiye’yi temsil eden lider. Değişen sadece liderler değil, siyasetler, sosyolojiler değişiyor, ama Erdoğan’dan hiçbir konuda değişmemesi bekleniyor.
Bu neresinden bakarsanız siyasette tuhaf bir beklenti ve her şeyden önce siyasetin aleyhine işleyen, siyasal eylemi alttan alta aşındıran, tüketen bir zihniyete dayanıyor.
Tabi altında derin bir felsefe olmaması işin iyi tarafı, ama daha da kötü tarafı hiçbir konunun hiçbir derinlikte ele alınamayacak kadar gündelik siyasal oportünizm uğruna harcanması.
Oysa herşey gün gibi ortada. Erdoğan hiçbir kaydı şartta bu iki ülkenin üyeliğine razı olmayacağını değil, şartlarına uyulmadıkça razı olmayacağını söyledi.
Nitekim NATO’ya yeni üyelerle ilgili çektiği rest ve bu restin sonucunda aldığı sonuçla belki liderlik tarihinin en büyük zaferlerinden birini elde etmiş oldu.
Neresinden bakarsanız Türkiye’nin dış politikasında, Türkiye’nin dünya siyasetinde etkinlik ortaya koyma yolunda büyük bir adım.
Daha önceleri
belki ittifakın en cılız hatta ezik üyesi olan Türkiye, üyelikten mütevellit haklarını sonuna kadar dile getirip kullanan bir aktör olarak ilk defa bu kadar temayüz etme fırsatı bulmuş oldu.

Finlandiya ile İsveç gibi iki Avrupa ülkesinin şimdiye kadar Türkiye aleyhine gösterdikleri faaliyetleri yüzlerine vurarak hesabını sordu. Aslında böyle yapmakla sadece onlardan hesap sormuş olmadı, aynı işi yapmakta olan ve halen NATO üyesi bulunan diğer ülkelere de yaptıklarının yanlışlığını en açık şekilde itiraf ettirmiş oldu.

Bu hamlesiyle Türkiye birçok kazanım elde etti, ama bence en önemli iki noktanın altını çizmek gerekiyor.
Birincisi,
Türkiye zannedildiği gibi sadece Finlandiya ve İsveç’e diyeceğini demedi. Aslında onlara bütün söylediklerini aynı zamanda bütün NATO üyelerine de söylemiş oldu. Tabiri caizse
“İsveç, Finlandiya, size söylüyorum ey ABD, Fransa ve Almanya siz duyun”
demiş oldu. Zira Suriye’de PYD ve JPG’yi doğrudan, oradan PKK’yı dolaylı olarak destekleyen bunlar ve şimdiye kadar Türkiye’nin hiçbir uyarısını bu kadar yakından ciddiye almak durumunda kalmamışlardı, kaldılar. Bundan sonra ne yapacaklarını tahmin etmek zor değil elbet.
Ama bu noktada bile Türkiye NATO ittifakının tutarlılığını, işlevlerini, işe yararlılığını gündeme getirmiş oldu. Kendi üyelerine karşı her türlü komplonun ve terör faaliyetlerinin içinde olan bir ittifakın yeri geldiğinde üyelerini kime karşı nasıl koruyacağı sorusu artık NATO’nun en önemli sorusudur.
Halihazırda NATO aslında üyelik için teşvik ve tahrik ettiği Ukrayna’yı bile koruyabilmiş değil.
İkincisi
ise, yıllardır AB tarafından üyeliğe alınıp alınmaması konusunda Avrupa ülkelerinin denetimine açık olan ve bunun ıstırabını milletçe çeken
Türkiye bu vesileyle iki Avrupa ülkesi üzerinden bütün Avrupa ülkelerini denetleme pozisyonu yakalamış oldu.
İsveç ve Finlandiya Türkiye’nin mutabık olduğu anlaşmaya göre elbette henüz üyeliğe alınmış değil. Üyeliğe alınma prosedürü gereği faaliyetleri, verdiği sözler ve taahhütlere uygun davranıp davranmayacakları Türkiye tarafından denetlenmiş olacak. Şartlara uymadıkları taktirde Türkiye’nin veto hakkı ve yetkisi mahfuz. Kim ne derse desin, bu en az iki yüz yıldır ilişkiler tarihi açısından bir ilk.
Erdoğan’ın yine büyük konuşup sözünü yuttuğunu söyleyenleri kendi temennilerinden bırakalım da,
Türkiye’nin Madrid’de bir şey elde etmediğini söyleyenler daha ne isterlerdi acaba?
#Finlandiya
#Türkiye
#Madrid
#İsveç