Türkiye’de son yıllarda büyük bir hızla artan üniversiteleşmenin önemli bir sonucu da üniversitelerdeki uluslararasılaşmanın da paralel olarak artması. Açıkçası bu alan Türkiye’nin stratejik planlaması içinde çok önemli bir yer tutuyor, öyle de olması lazım. Bu konuda ortaya konulan politikalar kısa bir süre içinde Türkiye’yi uluslararası öğrenci alanında dünyanın önemli ülkeleriyle rekabet alanına da soktu. Yüksek öğretim neticede bütün dünyada aynı zamanda ekonomik bir sektör olarak görülüyor
Türkiye’de son yıllarda büyük bir hızla artan üniversiteleşmenin önemli bir sonucu da üniversitelerdeki uluslararasılaşmanın da paralel olarak artması. Açıkçası bu alan Türkiye’nin stratejik planlaması içinde çok önemli bir yer tutuyor, öyle de olması lazım.
Bu konuda ortaya konulan politikalar kısa bir süre içinde Türkiye’yi uluslararası öğrenci alanında dünyanın önemli ülkeleriyle rekabet alanına da soktu.
Yüksek öğretim neticede bütün dünyada aynı zamanda ekonomik bir sektör olarak görülüyor ve bu sektörde herkes payını artırmaya çalışır.
Bunun için bu alanda iddialı olanlar bu sektördeki payını artırabilmek için ülkelerini uluslararası öğrenciler için cazip hale getirmeye çalışmaktadır.
Bunun için yapılması gereken ilk şey tabii ki üniversitelerinin kapasitesini ve kalitesini artırmak ama aynı zamanda üniversitenin bulunduğu şehirleri de öğrenciler için yaşanabilir,
öğrenci-dostu ve bilhassa uluslararası öğrenci dostu
haline getirmeye çalışırlar.
Esasen uluslararası öğrenci kabulü bir üniversitenin evrensel misyonuna uygun hale gelmesi konusunda da önemli bir motivasyon ve zorlayıcı güç sağlar.
Zira uluslararası öğrenciler veya öğretim görevlileri bilginin evrensel havuzuna açılımı fiilen gerçekleştiren çok güçlü bir kanal oluşturur. Hayatı boyunca kendi vatandaşı dışında, kendi dilinden başka bir dil konuşan, farklı bir kültüre sahip bir insanla tanışmadan mezun olan öğrencilerde fiilen bir evrensellik eksiği oluşması kaçınılmaz.
İşin
ekonomik veya sektörel pay
meselesinde
Prof. Dr. Talip Küçükcan’ın
hazırlamış olduğu bir rapora göre küresel yükseköğretim ekonomisi 370 milyar dolarlık bir büyüklüğe sahip. ABD’nin sahip olduğu 1 milyon uluslararası öğrenciden geliri 40 milyar doları aşıyor. İngiltere ise üniversitelerindeki 600.000 uluslararası öğrenciden 25 milyar sterlin kazanıyor. Türkiye ise bu konuda son on yılda yaptığı ataklarla uluslararası öğrenci payını 300 binin üstüne çıkarabildi.
Bunun Türkiye’nin ürettiği yüksek öğretimin ihracatı anlamına geldiğini de söyleyebiliriz, ama çok daha önemlisi uluslararası öğrenciler aracılığıyla
1. Türkiye üniversitelerinin evrensele açılımı,
2. Başka ülkelerle kurulan kültürel temaslar aracılığıyla çok güçlü ve olabilecek en maliyetsiz kamu diplomasisi kanallarının işletilmesi,
3. Buradan yetişen insanların Türkiye’nin dünyanın her yanında önemli bir diplomatik, kültürel ve siyasi açılım imkanlarını sağlaması
(bu öğrencilerin tamamına yakını TÖMER aracılığıyla önce Türkçe öğrenmekte ve sonra eğitimlerini Türkçe olarak görmektedirler.
4. Özellikle Anadolu şehirlerimizin de bu vesileyle uluslararasılaşması ve öğrenci-veli trafiği aracılığıyla kendi ekonomilerinin de dışa açılmasının sağlanması
(Anadolu üniversitelerinde okuyan öğrenciler aynı zamanda kendi ülkeleriyle ticaret için birer misyon görevlisi gibi çalışabiliyorlar).
Bütün bu potansiyeller Türkiye’nin mevcut üretim, ihracat ve dışa dönük yumuşak sermayesinin işletilmesi açısından paha biçilmez değere sahip.
Bugün iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak daha güçlü, zengin ve etkin bir Türkiye için gidilmesi zorunlu olan bir yol.
Ne var ki uluslararası öğrencilere karşı bir süredir çok ciddi bir karşı hamlenin tam bir sabotaj olarak çalışmaya başladığı da görülüyor.
Zaten göçmen karşıtlığıyla başlayan ve iğrenç bir ırkçılık olarak tezahür eden kampanyalar uluslararası öğrencileri de hedef alıyor. Körü körüne bir göçmen karşıtlığının kendisi insanlık-dışı bir söylemle örtüşmesi dolayısıyla yeterince kötü.
Ama bu kötülüğün giderek kendini vuran, kendini zehirleyen bir etki yaptığı aslında bu örnekten daha iyi gösterilemez.
Göçmen karşıtlığı gerçekten göçmenin ülke ekonomisine veya günlük yaşam biçimlerine olumsuz etkileri tecrübe edildiği için ortaya çıkmıyor zaten. Çoğu bir kampanyaya, bir söyleme ayartılarak gelişiyor ve büyüyor.
Ama zaten kendi başına yeterince zararlı olan bu tavır giderek her uluslararası yatırımcıyı da her öğrenciyi de bir göçmen olarak görmeye uzanarak tam bir nefret söylemiyle gaflet ve dalalete dönüşüyor.
Serbestiyet’te “Şimdi de Uluslararası Öğrenciler Hedefte”
başlığı altında bu tehlikeli gelişmelere dikkat çeken
Türkiye’nin “iktisadi bakımdan sıkıntılı olduğu bir zamanında Türkiye’yi terk eden veya yatırımdan vazgeçip başka ülkelere gidenlerle beraber kayıpların kaç milyar dolar olduğuna dair rakamlar farklılık arz etse de hepsi de ağır bir ekonomik maliyete işaret ediyor” diyor. Ama bundan da daha önemlisi var diye de ekliyor: “insani, kültürel maliyetiyle Türkiye’nin bölgesel ve küresel konumu ve hedefleri açısından kaybettiklerinin daha katlanılabilir olduğunu düşünmemek gerek. Sonuçları bakımından bu saldırı ve suça davet kampanyalarının Türkiye’nin önünü kesip ona nasıl bir zarar vereceğini görmemek imkânsız.”
Göçmenlere karşı neresinden bakarsanız insanlık suçu kapsamına giren söylemleriyle
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan
’ın geçtiğimiz günlerde ilan ettiği yeni vaatleri yerel yönetimlerde
son seçimlerde önemli bir başarı kazanmış olan CHP’nin baş etmesi gereken yeni bir sınavı olmalı değil mi?
Özcan, Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde sayılarının iyice arttığından yakındığı (
hâlbuki şehrin üniversitesi adına gurur duyup daha da geliştirmek için rektörle işbirliği imkânları araştırması gerekirken
) uluslararası öğrencilere karşı alacağı tedbirleri sıralamış.
Özellikle Afrika’dan gelen öğrencilerin sayısındaki artışa karşı
“Bunlar öğrenci mi değil mi belli değil? Orada suça karışıp, karışmadıkları belli değil, kim oldukları belli değil”
diyerek alenen insanları Afrikalı öğrencilere karşı kışkırtan bu faşist kafa ne yazık ki bu şehrin taze seçilmiş bir belediye başkanı.
Normal bir ülkede bu söylemlerde bulunan biri insanları alenen aşağılamaktan, insanlara karşı şiddete, nefrete kışkırtmaktan dolayı yargılanmaktan kurtulamaz.
ABD’sinin, İngiltere’sinin, Almanya, Fransa’sının daha fazlasını çekmek için kıyasıya bir rekabet içinde olduğu Afrikalı öğrencileri tehlikeli düşmanlar olarak tarif edip onlara karşı alacağı tedbirler cümlesinden
“otobüs biletlerine astronomik bir zam yapacağız”
demeyi de ihmal etmemiş
.
Bu rezalet tavrın Türkiye’nin milli varlığına, ekonomik ve siyasi çıkarlarına ve hatta güvenliğine ciddi bir tehdit oluşturduğunu buradan savcılara duyuruyoruz.
Bu mu dur sizin üniversite politikanız?
Bu mudur üniversiteler için öngördüğünüz ufuk?
Bu mudur insanlık anlayışınız? Bu değilse, bu anlayışın Türkiye için içerdiği tehlikenin farkında mısınız?