Bugün 23 Nisan

04:0023/04/2022, Cumartesi
G: 23/04/2022, Cumartesi
Yasin Aktay

Milli hakimiyetin tesisi yolunda Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 102. yıldönümü. Bunun üzerine bugün çok şey okuyacak çok şey duyacağızdır. Birçok ezber tekrarlanacak, birçok basit hakikat de bu ezberlerin altında gizlenecektir.Öncelikle hatırlanması gereken bir şey en önemli sonucu Osmanlı devletinin yenilmesi ve işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulmuş birçok devlet içinde hala meclis kurumunu açık tutan tek devletin Türkiye olmasıdır.Osmanlı’nın işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulan

Milli hakimiyetin tesisi yolunda Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 102. yıldönümü. Bunun üzerine bugün çok şey okuyacak çok şey duyacağızdır. Birçok ezber tekrarlanacak, birçok basit hakikat de bu ezberlerin altında gizlenecektir.

Öncelikle hatırlanması gereken bir şey en önemli sonucu Osmanlı devletinin yenilmesi ve işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulmuş birçok devlet içinde hala meclis kurumunu açık tutan tek devletin Türkiye olmasıdır.

Osmanlı’nın işgal edilmiş toprakları üzerinde kurulan ülkelerin hepsi işgalci güçlerle anlaşmalarla yöneticiliği tesis edilmiş diktatörlere veya ailelere devredilmiştir. Hiçbirinde bir meclis kurulmadığı gibi o ülkelerin birçoğunda hala işleyen bir meclis ve millet hakimiyeti mefhumundan eser bırakılmamıştır.
Çünkü o toprakların ve halkların hepsi kendilerini bir millete ait görmüştür. Millet hakimiyeti aynı zamanda Osmanlı milletine mensubiyetin de ifadesidir
ve yerine kurulan yeni devlet üzerinden yeni bir millet tanımı yapmak ve bu mevhum milletin hakimiyeti kavramını tesis etmek o kadar kolay olmamıştır.
Aradan geçen yüzyıl içinde laik-Arap milliyetçiliği üzerinden geliştirilmeye çalışılan tanımlar bile İslam’la başedilemediği için sorun yaratmaya devam etmiştir.
O yüzden bu toprakları
“milli hakimiyet”
veya
“halk iradesi”
gibi kavramlara dayalı kurumlarla kontrol etmek mümkün olmadığı için buralara reva görülen yönetimler diktatörlükler olmuştur. Arap Baharı sürecinde ayağa kalkan halkların “
halk istiyor”
sloganını merkeze almaları tesadüf olmadığı gibi bu halk isteğinin giderek bütün bu ülkeleri birbirine yakınlaştırması da
“kayıp bir milli hakimiyet mefhumuna”
olan hasreti de ifade etmiştir.
“Halk… istiyor”
şeklinde yankılanan sloganlar, “
isteyen, irade eden, kararına sahip”
bir halk özlemini yansıtıyordu.
Bu arada milli hakimiyet düsturuyla hareket etmiş olan TBMM’nin Türkiye’nin ilk meclis tecrübesi olmadığı
nı bugün hatırlatmak durumunda kalıyor olmamız da Türkiye’nin nasıl bir ideolojik tarihyazımına maruz kalmış olduğunu gösteriyor. Oysa Meclis-i Mebusanın Ankara’ya taşınmasıyla ortaya çıkmış bir Meclistir TBMM.
Dolayısıyla Hakimiyet-i milliye mefhumunun ilk doğduğu yer de değil.
Bu Meclisin çatısı altında Milli Mücadelenin yürütülmüş olduğu ve bugün içinde yaşadığımız devletin kurucu tartışmalarının yapıldığı, sonradan üstünün milli hakimiyet ilkesiyle pek de bağdaşmayacak şekilde örtüldüğü de bir gerçektir. 1. Meclis ile 2. Meclis arasında sadece bir kararla ortaya çıkan açık hakimiyet-i milliye farkı, sonradan ulusal egemenlik olarak ifade edilecek olan temsilin ne kadar söylemsel bir kurgu olabildiğini de gösteriyor.
“Hakimiyetin bilâ kayd-u şart millete ait olduğu”
ilkesine dayalı olarak kurulan 1. Meclis’te millet kavramı da vatan kavramı da istiklal kavramı da sonradan bu meclisle elde edilen meşruiyet üzerine inşa edilen yeni rejimde bambaşka anlamlara kavuştu.
Mesela 1. Mecliste başkanın hemen arkasındaki duvarda asılı olan
“Onların işleri aralarında Şûrâ iledir”
Ayeti Celilesinin 2. Meclisin toplanmasıyla birlikte apar topar kaldırılması,
milli hakimiyetin bir kararı değildi elbet.
Haddi zatında
2. Meclis’in oluşumu bile Milli Hakimiyetin işleyişinin bir sonucu değildi.
Yine Millî Mücadeleyi bizzat yönetmiş olan ve milleti temsil kabiliyeti oldukça yüksek olan bir Meclisin bir emrivakiyle feshedilme şekli ve gerekçeleri de ardından kurulan 2. Meclisin üyelerinin seçimi de neresinden bakarsanız Milli Hakimiyet kavramının daha başta nasıl bir yara almış olduğunu gösteriyor.

“Halka rağmen, halk için” hareket eden küçük bir grubun, millet adına hakimiyeti üstlenen bir zümrenin elinde başta Meclis’in etkinliğinin uzun süre askıya alındığı bir tarihi var TBMM’nin. Bundan sonra oluşturulan Meclisin üyelerinin hiçbiri halk tarafından belirlenmemiş, hepsi de Ankara’dan ve tamamen kurucu iradeye sadakat ölçüsüne göre seçilmiştir.

Kuşkusuz 1950 yılından itibaren bu iradenin biraz daha ve zamanla daha fazla yansımaya başladığından söz edebiliriz.
Hatta bütün darbelere ve askeri veya oligarşik müdahalelere rağmen Türkiye’de halk iradesinin, sömürge yaşamış, Osmanlı bakiyesi diğer ülkelere nazaran her zaman şeffaf ve denetlenebilir seçimler sayesinde tecelli etmiş olduğu bir gerçektir.
Bugün Türkiye demokrasisi en azından meclisin teşekkül süreci noktasında, halkın iradesinin tecellisi noktasında çok ciddi bir imkan ve avantaja sahiptir.
Temsilci demokrasinin genel sorunlarını bu avantajı azımsamak veya küçümsemek üzere zikretmeye bu bağlamda hiç gerek yoktur.

Bu yıldönümünde gerçekten de Meclis-i Mebusan’ın devamı olan ve kurtuluş mücadelesini yürüten, bağımsızlık ruhuna tutkuyla bağlı, İstiklal Marşını yazmış olan o meclise ne olduğu sorusu, bütün bir tarihyazımını belirleyecek bir sorudur elbet. Çok partili hayata geçildikten sonra sürekli o Mecliste tecelli eden millet iradesine kuşkuyla bakan, onu milletin şuursuzluğunun, kendini bilmezliğin, eğitimsizliğinin bir ifadesi olarak görüp üzerinde değişik yollarla vesayet kurmaya çalışan mihrakların uzun yıllar süren vesayetçi tecrübeleri de bu yüzyıllık TBMM tarihinin önemli olaylarıdır. Türkiye’de Mecliste tecelli eden iradeyi, demokratik temsil süreçlerini bir müsamere olarak görmek isteyen, etkisini o düzeyde tutmak isteyen bu vesayet unsurlarının belli bir etkinliği hiçbir zaman eksik olmamıştır.

TBMM’nin ekinliği bu mihraklara karşı da bir varlık kavgası vermek durumunda kalmıştır.
Hiç kuşkusuz 15 Temmuz’da yapılmak istenen darbenin önünde TBMM’de toplanan ve bir duruş sergileyen vekiller, TBMM’nin tarihinde ilk defa böylesi bir saldırıya maruz kalmasına da tanık olmuştur.

102 yıl önce, 1. Meclis olarak açılmış olan TBMM ne durumdaydı, millet için, demokrasi için, milletin egemenliği için ne anlam ifade ediyordu? Bugün üstlendiği rol ne? Bugünkü rolünü daha sağlıklı düşünmek için ilk meclis veya sonraki meclisler bir referans veya bir nümune-i emsal oluşturur mu, yoksa katedilen yolun geleceğe uzanan kısmında bir istikamet tayininde bir işlevi mi olur? Her halükârda hatırlamakta tartışılmaz bir fayda vardır.

#23 Nisan
#TBMM
#millet
#hakimiyet