Bir Zamanlar Kıbrıs’ı unutmamak ve unutturmamak için

04:0019/04/2021, Pazartesi
G: 19/04/2021, Pazartesi
Yasin Aktay

Kıbrıs meselesinde Türkiye’yi uzlaşmaya yanaşmayan tutumu dolayısıyla eleştiren AB ve Rum kesiminin 1974 öncesi yaşananları gözardı eden yaklaşımı bundan sonra o yaşananların asla tekrarlamayacağını mı garanti ediyor? Keşke öyle bir garantisi olabilseydi olsaydı ve gerçekten de o yaşananların bir toplumun tarihinde çok istisnai bir anlık bir akıl tutulmasının sonucu olduğu hissi verilebilseydi. Oysa bu yaşananların her zaman daha vahim bir şekilde yaşanabileceğine dair çok açık alametler var.Ne

Kıbrıs meselesinde Türkiye’yi uzlaşmaya yanaşmayan tutumu dolayısıyla eleştiren AB ve Rum kesiminin 1974 öncesi yaşananları gözardı eden yaklaşımı bundan sonra o yaşananların asla tekrarlamayacağını mı garanti ediyor? Keşke öyle bir garantisi olabilseydi olsaydı ve gerçekten de o yaşananların bir toplumun tarihinde çok istisnai bir anlık bir akıl tutulmasının sonucu olduğu hissi verilebilseydi. Oysa bu yaşananların her zaman daha vahim bir şekilde yaşanabileceğine dair çok açık alametler var.

Ne yazık ki 1974 öncesi dönemde Türk toplumuna yönelik uygulanan soykırım girişimleri bizzat Avrupalı, sözümona barış garantörü, hak ve özgürlüklerin gözeticisi aktörlerin desteğiyle oluyordu. Kıbrıs’ta olanın istisna olmadığını aslında yirmi yıl kadar sonra, “Avrupa’nın ortasında,” yani Aliya’nın da deyimiyle “hem de yirminci yüzyılın son çeyreğinde” gösteriyordu. BM adına Hollandalı komutan, Srebrenitsa’nın BM korumasında olduğu gerekçesiyle Müslüman Boşnakların silahlarını toplayıp onları Sırp soykırımcılarına karşı tamamen savunmasız bırakmıştı.

1974 öncesi beraber yaşayan Türk ve Rum kesimleri arasında barışı korumakla görevli Avrupalı misyonlar da Rumların katliamlarını kolaylaştırmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. O yüzden Barış Harekâtı bir zorunluluk olarak doğmuştu ve bugün bu çıkarmayla Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu durumu bir “işgal” olarak niteleyenlerin sözlerini kazıdığınızda altında sadece başarılamamış bir soykırımın ukdesini görmüş oluyoruz.

Kıbrıs Rum kesimini Birliğe alarak Türkiye’ye karşı açık tarafını belli eden AB’nin bugün Ada’da Türkiye tarafından talep ettiği çözüm yaklaşımının aslında ne anlama geldiğini Türkiye nasıl gözardı edebilir ve ne uğruna? Aslında sadece Kıbrıs politikasına bakıldığında bile AB’nin Türkiye’nin katılım politikasına karşı yaklaşımının ardındaki gerçek niyeti ortaya çıkıyor.

Bu yüzden 1974 öncesini unutturmamak, unutanlara da daha iyi, daha çarpıcı bir şekilde hatırlatmak gerekiyor. Bu açıdan TRT’nin “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisi yaşananları tekrar gündeme getirmesi açısından çok önemli bir proje. Türkiye’nin çıkarma yaptığı 1974’ten önceki dönemde yaşananları belgeseli aşan bir drama mantığıyla olabildiğince sürükleyici ve çarpıcı bir dille anlatmaya çalışıyor dizi. Doğrusu her bir bölümü bir solukta da izleniyor. Ancak bir solukta izlenmesi dizinin içeriğinin sorunsuz olduğu anlamına gelmiyor.

Öncelikle kabul edelim ki, bir yakın dönem dizisi yapmak zannedildiğinden hem çok zordur, ama aynı zamanda bu zorlukları telafi edecek işi daha kolay kılacak daha büyük imkanlar da vardır. Dönemin yaşayan tanıklarının veya bu tanıklardan bizzat olayları duymuş olanların hala canlı olması fiktif bir drama üretimini çok zorlaştırır. Gerçek şahısları temsil edecek sanatçıların benzetilmesi ciddi bir zorluktur. Daha yakın zamanda ölmüş, herkesin tanıdığı bir kişiliği rolle ikame etmek ne yapılırsa yapılsın gerçekleşemeyecek bir iddiadır. Hele şahsiyet bir toplumun lideri, bir kurtuluş hareketinin baş aktörlerinden biri ise. Bir de üstüne olayların detayları herkes tarafından bir şekilde biliniyorsa, bunun takibi sadece tanıklıkları birkaç ağızdan iyi dinlemektir. Zira olaylar tek bir ağızdan alındığında mutlaka sorunlar çıkar. Çünkü hiçbir yaşanmış olayın tek bir anlatımı olmuyor.

Nitekim Haber Kıbrıs gazetesinden konuştuğum değerli dostum Bir Zamanlar Kıbrıs dizisine ilk başta Kıbrıs gerçeklerimiz konusunda bir televizyon klasiğine sahip olma şansı olarak yaklaştıklarından, ama dizide yapılan bazı bariz yanlışların ciddi hayal kırıklıkları yarattığından bahsediyor. 1960’lı yılları da yaşayan Kıbrıslı gazeteci Ahmet Tolgay’dan aktararak dizinin bir tarih belgeseli olmadığını bunun nihayetinde bir drama da olduğunu takdir ettiklerini ancak drama özgürlüğünün tarihi olayları ve tarihi karakterleri yanlış yansıtmayı içermemesi gerektiğini söylüyor.

Mesela dizide terörist Samson’a Lefkoşa sokaklarında Rauf Denktaş’ı kovalatmak, onu ve hareketin diğer liderlerinden Fazıl Küçük’ü o kadar zayıf ve ağlak bir tipleme olarak kurmak bir kurgu tercihi mi bir tarihi belgeselliğe mi dayanıyor? İkincisiyse eğer, onlar savaşın en zor şartlarında bile dirayetlerini ellerinden bırakmayan etraflarına moral dağıtan kişilikleriyle hatırlanıyorlar. Ayrıca Denktaş’ın sürekli boynunda asılı fotoğraf makinasıyla canlandırılması da muhtemelen onun sonradan edinmiş olduğu bir hobisini bütün geçmişine yakıştıran bir dikkatsizlik sonucu olsa gerek. Gerçekten de basit bir araştırma Denkaş’ın fotoğrafçılık hobisini oğlunu kaybettikten sonra bir teselli olarak benimsemiş olduğuna dair beyanlarına rast gelir. Bunu kendi kızı Ender Denktaş Vangöl de biraz daha sert bir sitemle ifade ediyor.

Aslında hem Tümerkan hem de Tolgay dizide yapılan bazı bariz hatalara da değiniyorlar. Mesela Kanlı Noel’de yıkılan Cumhuriyetin devlet hastanesinde tutsak edilen kamu görevlisi doktor ve hemşirelerimizin keplerinde “Kızılay” simgesi yoktu. Ankara ile temasta gösterilen kadın doktor “Mesude” değil, “Ayten Berkalp” idi. Kumsal katliamı dramının önemli figürü Tabip Binbaşı Nihat İlhan Adiloğlu kliniğinde çalışmıyordu. İngiliz Yüksek Komiserliği askeri bir karargâh değil, diplomatik bir kurumdu, yüksek komiser de yüksek rütbeli subay değil, bir diplomat idi. O dönem Atina’da olan Grivas yerel olayların tam göbeğinde AKRİTAS’ın uygulayıcısı değildi. Ayrıca o “general” değil “albay” rütbesi taşıyordu. Yaralılarımızı Ankara’ya götürmek üzere Lefkoşa Uluslararası Havaalanından kalkan uçağı, Denktaş ile Dr. Küçük oraya kadar gidip uğurlamış değildir.

Tabii bir de Ankara’dan gönderilen müfettişe atfedilen süper kahraman rolü. Bu rol Kıbrıs mücahitlerini de hiçbir şeyi beceremeyen, tüfek bile tutamaz bir acziyet içinde resmetmeyi de gerektiriyor. Belki televizyon izleyicisi için böyle bir heroizmin bir karşılığı olabilir, ama Kıbrıs gerçeklerimiz konusunda hem bir televizyon klasiğine sahip olma hem de bu gerçekleri bütün dünyaya anlatma şansını yakalamışken bu şans “Türk’ün Türk’e propagandası”na müşteri bir izleyici uğruna heba edilmiş olmuyor mu?

#Kıbrıs
#Propaganda
#Türkiye
#AKRİTAS