Bir İslam Dünyası var mıdır?

04:009/03/2024, Cumartesi
G: 9/03/2024, Cumartesi
Yasin Aktay

BAKÜ Bu soruyu İslamofobi üzerine bir konferans dolayısıyla bulunduğum Bakü’den sorup yazıyoruz. Bugünkü dünyada yaklaşık 2 milyar nüfusa sahip Müslümanlardan bahsederken bir “dünya”dan bahsediyoruz: İslam Dünyası. İslam’ın bir dünyaya sahip olması keyfiyeti bir yandan ortak bir inanca, düşünceye, asgari bir müşterek kültüre ve dine sahip olmayı ifade ediyor. 2 milyar insanın ne kadarı kendini bu dünyaya, yani geriye kalan 6 milyondan farklı, ayrı ve özel bir dünyaya ait hissediyor? Bir yandan da


BAKÜ

Bu soruyu İslamofobi üzerine bir konferans dolayısıyla bulunduğum Bakü’den sorup yazıyoruz. Bugünkü dünyada yaklaşık 2 milyar nüfusa sahip Müslümanlardan bahsederken bir “dünya”dan bahsediyoruz:
İslam Dünyası.
İslam’ın bir dünyaya sahip olması keyfiyeti bir yandan ortak bir inanca, düşünceye, asgari bir müşterek kültüre ve dine sahip olmayı ifade ediyor. 2 milyar insanın ne kadarı kendini bu dünyaya, yani geriye kalan 6 milyondan farklı, ayrı ve özel bir dünyaya ait hissediyor?
Bir yandan da medeniyet dediğimiz şey bütün maddiliğiyle ve bu maddiliğin kendini hissettirdiği araçlarıyla, kanallarıyla, dilleriyle, gündelik hayat alışkanlıklarıyla bütün dünyayı bambaşka bir şekilde birbirine bağlamış, bütün insanlarda bambaşka bir dünya algısı üretmiş durumda.
Ancak aynı büyük dünya içinde insanlar birçok şeyi farklı hissediyor, farklı algılıyor ve farklı tecrübe ediyor.
Bu aynı dünyanın içinde insanlar mensubiyetlerini tahsis etmek üzere farklı alt dünyalar kuruyorlar.
Bu alt dünyalar kendi dostlukları ve düşmanlıklarıyla belirleniyor. Bu dostluklarla-düşmanlıklarla dünyaların sınırları belirleniyor, kimsenin kimsenin dünyasına destursuz girmesine izin verilmiyor.
2 milyar Müslüman kendileri ne kadar istese de Haçlı ve Siyonist dünyanın sorunsuz sakinleri haline gelemiyor kendi dünya kökenlerini isteseler de unutamıyorlar.
Çünkü her gün onlara nereden olduklarını hatırlatan düşmanlıklarla karşı karşıya kalıyorlar. Bugün mustarip olduğumuz
İslamofobi
konusu zannettiğimiz gibi bugüne ait bir mevzu da değildir.
İslam nefreti başka dünyaların kendi savunma hatlarında ürettikleri algı biçimleriyle ilgilidir.
Müslüman dünya ile ilgili kendi dünyalarının kuruluş anlatılarının bir parçası olarak devreye girer. Algılar bu dünyada teşekkül etmiş bedenlerin bir tepkisidir.
Bugün Müslümanların 2 milyarlık nüfuslarıyla bir dünya oluşturdukları halde bir siyasal bedenlerinin olmayışı en önemli gerçekleridir. Bunu söylemek 100 yıl önce Müslümanların durumlarının mükemmel olduğunu söylemek anlamına gelmez elbet.
100 yıl önce de onun öncesinde de Müslümanlar dünyada bir siyasal birlik olma konusunda hiç sorunsuz bir ortam içinde yaşamıyorlardı.
Halifeliğin tarihinden bahsettiğimizde de çok nadiren İslam Birliğinin zamanın bütün Müslümanlarını içine alacak şekilde tesis edilebilmiş olduğundan bahsedilebilir.
Daha Abbasi halifeliğinin bütün tarihinde
Endülüs’te
kendisini hala
Emevi hilafetine mensup hisseden
bir yapı vardır.
Selahaddin Eyyubi
zamanında da, sonradan Hilafeti Memluklulardan alıp
İslam birliğini 400 yıllığına tesis eden Yavuz’
un zamanında da Hilafet bir birliği temsil etmekten uzaktı. Ancak bu birliğin tesis edilmesiyle neler başarılmış olduğu da müteakip tarihten mevsuktur.
Bugün 2 milyar İslam dünyasının en önemli zafiyetinin bu birliği tesis edecek bir siyasal iradeden yoksunluk olduğunu söylüyoruz.
Bu birlik olsaydı bugün Gazze’de Siyonist katil İsrail’in Müslümanları bu kadar vahşice katletmesine hiçbir İslam ülkesi seyirci kalmazdı elbet. Burada aranan şey Hilafetin kabaca ve anakronik bir yeniden ihyası veya tesisi değil, var olan 2 milyar Müslümanın Müslümanlara yönelen bir tehdidi Müslüman olarak üzerine alınıp tepkisini ortaya koyabileceği bir Müslüman birliktir.
Bu birliğin tesisinde bizden başkalarının daha kusurlu olduğunu söyleyerek elbette kimse bir sorumluluktan kaçamaz.
SDE Vakfı Başkanı Sinan Tavukçu
sağ olsun Kurtuluş Savaşı’na doğru giderken Türkiye’de bu birliği tesis etmek üzere ortaya konulmuş birçok girişimi özet bir belgesel tadında ortaya koymuş. Sadece bir girişimden bahsetmek gerekirse 1919 Kasım-Aralık aylarında, Sivas’ta üç oturum halinde bir İslam Kongresi düzenlenir.
“İlk oturumu 11 Kasım 1919 tarihinde, Sivas’ın Zara ilçesinde yapılan ve icra heyetine
Mustafa Kemal Paşa’
nın da seçildiği bu İslam Kongresi hakkında maalesef yerel kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamaktadır. İngiliz istihbaratı tarafından yakından izlenen bu konferansın raporları İngiliz devlet arşivlerinde araştırmacıların incelemesine açılmıştır.
Sivas İslam Kongresi’ni düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti,
1.Dünya Savaşı’nın galibi İtilaf Devletlerinin sömürgesi altında bulunan Müslüman ülkeleri istiklallerine kavuşturmak için, bu ülkelerde İslam ihtilali organize etmeyi planlayan örgütlerden birisiydi. Kongreyi düzenleyen
Muvahhidin Cemiyeti’nin 18 maddelik Nizamnamesi
yer almıştır. Gizli olarak kurulan ve katı bir disiplini olduğu anlaşılan bu cemiyetin nizamnamesi aşağıda özetlenmiştir.
Nizamnamenin ilk maddesinde, medeniyetin gelişmesine rağmen fanatizmin hala dünyada hüküm sürdüğü, bu nedenle dinin yönlendirdiği her türlü saldırıya karşı koymak için dinden istifade edilmesi gerektiği belirtildikten sonra 
Cemiyetin gayesi; tüm dünya Müslümanlarını Hilafet’in etrafında toplamak ve otonomilerini, bölgesel ve kültürel bağımsızlıklarını nazar-ı dikkate almak kaydıyla, aralarında dayanışma birliği sağlamak olarak açıklanmıştır. Muvahhidin Cemiyeti
batılı devletlerin İslam ülkelerini işgal etmesini Hıristiyan fanatizminin sonucu olarak görüyordu. Bu bakış açısı o sırada milli mücadeleyi yürütmekte olan kadro tarafından da benimsenmişti. Nitekim, 11 Kasım 1919 tarihinde gerçekleştirilen ilk toplantının açılış konuşmasını yapan
Bekir Sami Bey
konuşmasında, Hıristiyanlığın fanatik saldırılarına karşı koyabilmek için İslam’a sarılmak zorunda olduğumuzu, bundan dolayıdır ki programını okumuş olduğu Cemiyetin kurulmuş olduğunu ifade etmiştir.
Nizamnameye göre, Kur’an-ı Kerim’in muayyen ayetlerine uygun olarak tüm Müslümanlar prensip olarak kardeşlerini kurtarmaya ve onlara yardım etmeye koşacaklardır.
Bu sebeple her Müslüman, Cemiyetin tabii üyesidir. Cemiyet prensiplerine muhalefette bulunmayan gayr-i Müslimler cemiyetin koruması altında tam bir emniyet içerisinde olacaklardır.
Nizamnamede, fiilen bağımsız bulunmayan veya yabancı kuvvetlerin sömürgesi yahut otoritesi altında bulunan Müslüman halkların, Avrupa devletlerince de benimsenmiş olan milli prensiplere uygun olarak, bağımsızlıklarını elde etmelerine gayret etmek cemiyetin başta gelen vazifesi olarak açıklanmıştır. Bu ülkelerin bağımsızlığının elde edilmesini müteakip her ülkeden gelecek temsilcilerin katılımı ile oluşacak ve hilafet merkezinde veya ona yakın herhangi bir beldede toplanacak olan
Muvahhidin Cemiyeti Meclisi
’nce varılan kararlara uygun olarak “ittihad-ı İslam” (Batılıların adlandırmasıyla Panislamizm) uygulamaya konulacaktır.”
Bizzat
Mustafa Kemal’in
aktif olarak katılmış olduğu bu cemiyetin çalışmalarına dair
Tavukçu’nun
anlatımı devam ediyor. Birçok sonuç çıkarılabilir ama bizim konumuz açısından şu çok açık: Hilafet kaldırılmamış olsa da onun nasıl bir hal alacağına dair, ne tür işlevleri yerine getireceğine dair bütün İslam dünyasında çok ciddi arayışlar vardı. Muhtemelen Hilafet kaldırılmamış olsaydı da artık eski halde kalmamış oluyor, değişen ve gelişen, tabii ki o konjonktürde güç kaybetmiş İslam dünyasının şartlarına göre güncellenmiş bir kurum olmak üzere yol alıyordu.
Bugün kimse yüz yıl önce kaldığımız yerden devam edilmesini öneremez. Ama İslam dünyasının bugünkü acizliğinin bir birlik ve inisiyatif sorunu olduğunu da kimse göz ardı edemez.
#Aktüel
#İslam
#İslamofobi
#Yasin Aktay