15 Temmuz münasebetiyle “korku ve iktidar” ve “darbeler ve cemaatler”

04:0015/07/2024, Pazartesi
G: 15/07/2024, Pazartesi
Yasin Aktay

Bugün 15 Temmuz, günlerden bir gün, ama Türkiye’nin tarihine, nevi şahsına münhasır bir darbeyle özdeşleşerek yazılmış olan bir gün. 8 sene önce Boğaziçi Köprüsünün girişinin tanklar tarafından kapatılmış olduğu duyurulduğunda bile ilk anda çok az kimse bunun bir darbe teşebbüsü olduğunu aklına getirebildi. Daha birkaç gün öncesine kadar Türkiye’de darbeden bahsedenin aklını peynir ekmekle yemiş olması gerektiğinin konuşulduğu bir atmosfer vardı çünkü. Kim diyordu bu devirde darbenin olmayacağını?


Bugün 15 Temmuz, günlerden bir gün, ama Türkiye’nin tarihine, nevi şahsına münhasır bir darbeyle özdeşleşerek yazılmış olan bir gün. 8 sene önce Boğaziçi Köprüsünün girişinin tanklar tarafından kapatılmış olduğu duyurulduğunda bile ilk anda çok az kimse bunun bir darbe teşebbüsü olduğunu aklına getirebildi. Daha birkaç gün öncesine kadar Türkiye’de darbeden bahsedenin aklını peynir ekmekle yemiş olması gerektiğinin konuşulduğu bir atmosfer vardı çünkü.

Kim diyordu bu devirde darbenin olmayacağını?
Tabii ki darbeyi veya tehdidini gerçek anlamda hisseden, hatta yaşayan kesimler değil, bilakis onların bu konudaki uyarılarını bir tür paranoya olarak görenler diyordu bunu.
Hatta darbe bahsini iktidarın muhaliflerini susturmak için uydurduğu ve kullandığı bir korku edebiyatından ibaret görenler de oluyordu
. Ne de olsa
korku ve iktidar
arasında da enteresan bir denklem vardır. Tarih boyunca iktidarı elde tutmak için muhtemel veya muhayyel düşmanlar uydurmak veya muhaliflerine sahip olduklarından daha büyük bir güç vehmedip, taşıdıkları potansiyele dair kitleleri korkutup onlara karşı şimdiden hukuk dışı önlemler almayı meşrulaştırmak şeklinde bir iktidar yolu vardır.
Türkiye demokrasisinin gelişimi yıllarca muhayyel komünizm, bölücülük veya irtica korkuları üzerinden geciktirilmedi mi?
Nitekim 15 Temmuz darbesine giden yolda gelen öncü darbeler yargı kisvesi altında, yolsuzlukla mücadele hassasiyetinin çok sinsice kullanılması yoluyla gelmişti.
Demokrasinin en güçlü işaretlerinden biri olan sokak gösterileri, protestolar yoluyla gerekçeler, zeminler, hatta kendine göre argümanlar biriktirmişti.
17-25 Aralık’tan sonra, o zamana kadar AK Parti’yi sürekli F Tipi yapılanmaya karşı uyarmakta olan CHP ve bir sürü muhalif, sırf iktidara karşı yargı gücünü yanına alabildiği için hepsi birden FETÖ’nün yanında saf tutmadılar mı?
Darbeci-sinsi bir paralel yapılanmanın televizyonlarına el konuluyor diye basın susturuluyor, diktatörlüğe gidiyoruz diye yaygara koparan CHP’li Kemalistlerdi.
Düne kadar F Tipini cumhuriyete, laikliğe ve Kemalizm’e en büyük tehdit olarak gören Kemalistlerin 17-25 Aralık (2013) ile 15 Temmuz (2016) arasında eşsiz bir dayanışmasına tanık olduk. Konu basitçe “düşmanımın düşmanı dostumdur” kuralınca eski düşmanların birden dost olması mıydı?
Yoksa ittifakın çok daha derin kökleri vardı da bu ittifak yeri geldiği için artık alenileştirilmesi mi gerekmişti?
Bugünlerde aynı Kemalist çevrelerin FETÖ’cü darbecilerin İslami iddiaları veya boyutları dolayısıyla bütün İslami cemaatlerin potansiyel olarak Türkiye için teşkil ettikleri tehditlere yaptıkları aşırı vurgulara şahit oluyoruz.
FETÖ’nün cemaatleşerek, cemaat kültürünü kendi cuntacı-darbeci yapılanması için bir zemin olarak kullanmış olduğundan hareketle bütün cemaat teşekküllerinin potansiyel darbeciler olarak hedef gösterilmesinin anlamı nedir?
15 Temmuz aslında birçok şer gibi içinde kimsenin göremediği hayırlı gelişmeleri barındıran bir kötülüktü.
Türkiye’nin ve İslam dünyasının topyekûn bir
tahrif edilmiş din hegemonyası tehdidinden kurtulmuş
olması az bir hayır değildir. Bütün dünyada Türkiye Cumhuriyeti’nin sunduğu imkanlar sayesinde büyük bir avantaj elde etmiş olan yapı, kendisini
İslam’ın tek temsilcisi olarak
takdim etme noktasına gelmişti. Başka ülkelerin, kültürlerin veya halkların yaşadığı İslami tecrübeleri veya yorumları neredeyse kriminalize ve demonize edip kendini İslam’ın tek temsilcisi gibi lanse eden yapı aslında
bir yanda da İslam’ı tam da Batılı emperyalistlerin işine gelecek bir şekilde tahrif etmiş de oluyordu.
15 Temmuz bu
muharref İslam tehlikesinden
bütün İslam dünyasını kurtarmış oldu. Türkiye’nin adım adım bu yapı üzerinden işgal planı da bu başarısız darbe teşebbüsü veya bu teşebbüse karşı halkın sergilediği kahramanca duruş sayesinde sekteye uğramış oldu.
Ancak bu hayırlı gelişmelerin yanısıra şöyle bir kötü sonucu da oldu. İnsanları her türlü İslami cemaat yapısına karşı soğutan onlara kuşkuyla bakmasına yol açan bir hava da oluştu. Bu hava
yeni bir
sekülerleşme
dalgası da yaratırken cemaatleşme kültürüne de büyük bir sekte vurmuş oldu.
Ne yazık ki 15 Temmuz sonrası FETÖ ile mücadele konusunda kapsamlı, etki analizleri yapılmış dikkatli bir program uygulanamadı
. FETÖ’nün 50 yıldır dayandığı bütün sosyolojik, siyasi, ulusal ve uluslararası zeminler ve şebekeler gözönünde bulundurulmadı. Darbecilere karşı acil bir karşı-koyma refleksi vardı ama bu refleksin kısa bir süre içinde ürettiği yeni vesayetler ve ekonomiler görülemedi.
FETÖ üzerinden İslami cemaatlere karşı üretilen kuşku ve korku söylemi Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin başından beri adeta bir siyasi habitus haline gelmiş olan
bütün darbelerin arkasında Kemalistlerin olduğu
veya hepsinin, nihayetinde kendilerini Kemalist bir söylemle meşrulaştırabildikleri gerçeğini gözlerden kaçırmaya çalıştılar.
Oysa durum çok aşikardır: Türkiye’de şimdiye kadar bütün darbeler Kemalist bir vesayet motivasyonuyla yapıldı. 27 Mayıs, 9-12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ve aralarda denenmiş sayısız teşebbüsün hiçbirinin arkasında hiçbir zaman bir İslami cemaat olmamıştır.
17-25 Aralık yargı darbesi ile bütün Kemalistlerin nasıl hemen bir dayanışma içinde olduklarını da gördük. Baştan beri beraber miydiler, darbeyi görünce bir hasretle hemen koşup sarıldılar mı? Bu ayrı bir soru. Bu olay da dahil olmak üzere bizi ilgilendiren gerçek bütün bu darbe teşebbüslerini yapan cuntaların Kemalist bir kültür ve ideoloji temelinde oluşmuş cemaatlere mensup olduğuydu.
Kemalist cemaatler ile Mason cemaatlerin veya sol cemaatlerin
nasıl iç içe olduklarına ve hep birlikte darbeciliği nasıl bir alışkanlık haline getirmiş olduklarına değinmiyoruz bile.
Bugün ise bu alakayı gündeme getirenlerin nedense darbeye kategorik olarak karşı olduklarına dair bir işaret yok
. Bu söylemlerinin ardında, bilakis yine Müslüman halka karşı darbeci heveslerini beslemekten başka bir şey okunmuyor. Kayseri’de yaşadığımız infial senaryosunda, mesela, geçmiş darbe müteşebbislerinin ayak seslerini duyamadık mı?
15 Temmuz’un 8. Yılında geldiğimiz bambaşka, yeni bir nokta yok. Darbecilik istidadı, insanlarda bu mal ve iktidar tamahkarlığı var olduğu sürece tamamen bitecek gibi görünmüyor.

Ona karşı güçlü bir teyakkuz içinde olmak gerekiyor ve her darbe veya teşebbüsü bir imtihan olarak gelip hepimizi sınava tabi tutar.

#15 Temmuz
#FETÖ
#Yasin Aktay