15 Temmuz 1996 gününü halkımızın bir darbeye maruz kalışının ibretlik günü olarak mı yoksa böylesi bir darbeden kurtuluşun zafer günü olarak mı görmek gerekiyor? İlk etapta biraz saçma gelebilir bu ikilem. Neticede böyle bir darbeye maruz kalmamış olsa bu halk ondan kurtulmak için o şanlı direnişi ortaya koymaz, neticesinde Türkiye’nin tarihine böylesi bir şanlı zafer de yazılmazdı. Tabi böyle bakınca bu zafer dolayısıyla gizliden gizliye darbe girişiminde bulunanların sonu hayra bağlanan bir işe girişmiş olduklarını da söylemiş oluruz.
15 Temmuz’dan hemen sonra değil belki ama kısa bir süre sonra devreye giren komplo teorileri biraz da darbecileri aklamak için bu tarz seküler-teolojik nedenselliklere çok bel bağladılar. Çünkü neticesinde darbeye karşı harekete geçen kurtarıcı güç galip geldiğine göre, darbeciyi de darbeye bu kurtarıcı güç ayartmış olmalıydı. “Kontrollü darbe” söylentileri darbe cürmünden aklanma telaşı içindeki darbeciler için çok cazip geldi ve ona dört elle sarıldılar. İlk etapta kötü bir şaka gibi cılız bir söylemdi bu, zamanla aşırı tekrarlanmak suretiyle birçok yerde 15 Temmuz’un ardındaki ihaneti hafifletici, direnişin ve darbeden kurtuluş hikayesinin asaletini sulandırıcı bir etki yapmaya başladı.
Darbe zaten kendi başına büyük bir komplodur. Darbenin haklılığına ikna edebilmek için gerçekliğin çok iyi çarpıtılması gerekiyor, iyi bahaneler oluşturabilmek, yoktan var edebilmek gerekiyor, tabi bütün bunlardan önce de darbeyi kotarabilecek kadar farklı silahlı, silahsız, medyatik, siyasi, istihbari, ulusal ve uluslararası hatta halk düzeyinde kimseye çaktırmadan iyi örgütlenmiş olmak gerekiyor. Bu gizli-esoterik yapılanmanınkendisi zaten başlı başına gerçekliğin olağanüstü bir tahrifini, illüzyonist bir karartmayı gerektiriyor.
Teşebbüsleri suçüstü yakalanmış darbecilerin ilk andaki suskunluk ve teslimiyetlerinin, savunma acizliklerinin hemen ardından bırakınız savunmayı saldırıya bile geçerek darbe cürmünün bütün failliğini darbeyi bastıran güçlere yüklemeye çalışmaları ve bu hikayelerine bayağı bir alıcı bulabiliyor olmaları 15 Temmuz’a yol açan tehlikenin hala geçmemiş olduğunu gösteriyor.
Burada paradoks gibi görünen nokta darbeye karşı savunmanın başka türlü yapamayacağı bir mücadeleye belki de ancak darbe sayesinde girişebilmiş olması. Darbecilerin 50 yıldır içine sızdıkları ve neredeyse tamamen kendilerine mal etmeye ramak kalmış devletten başka türlü ayıklanmaları gerçekten mümkün olamazdı. Ancak her şey bıçak sırtındaydı, darbe gerçekleşmiş olsa bugün Türkiye çok daha farklı bir yerde olurdu.
Darbeyi sıradan bir darbeden ayıran en önemli boyutu bunun basitçe ülke içindeki bir iktidar değişikliğinden ibaret olmaması, bilakis tam bir işgal girişimi olmasıydı. Darbe gecesi TBMM’nin mescidinden bağlandığım Aljazeera’ya sanırım bunun bir teşebbüs olarak kalacağından ve halk tarafından reddedileceğinden ilk bahseden kişi olmuştum. O konuşmamda bunun basitçe bir darbe olarak geçiştirilemeyeceğini bunun Türkiye üzerine hesapları olan bazı ülkelerin işgal girişimi olduğunu anlatmıştım. Türkiye Güneydoğusunda PKK terör örgütü kazdığı çukurlarla harekete geçirdiği kitlelerini bu işgalin yardımcı kuvvetleri gibi öne sürüyordu.
O gece, Allah muhafaza darbe gerçekleşmiş olsa ilk göreceğimiz şey Suriye’de epey zamandır başlatılmış olan ve ABD tarafından da tonlarca silahla desteklenen güçlerle Türkiye’deki uzantılarının birleşeceği bir yolla Türkiye’nin Güneydoğu’sunun kontrolden tamamen çıkmasıydı. Türkiye topraklarının ne kadarı bu bünyeden kopmuş olacaktı Allah bilir. Aslında 30 yıldır Türkiye’nin bütün terörle mücadelesini dağlarla taşlarla mücadeleye indirgeyen ve boşa çıkaran, bir arpa boyu yol aldırmayan ihanet de bu oluşumun parçasıydı. Nitekim 15 Temmuz’dan sonra yaşanan tasfiyelerle ordu içindeki ihanet kadrolarından kurtulan TSK kısa süre içinde 30 yıl boyunca alınamayan mesafeyi alabildi. 6 yıl içinde bugün terörün neredeyse sıfırlandığı bir seviyeye gelmişken Suriye içinde de yapılan askeri operasyonlarla Kuzey Kıbrıs’ın neredeyse üç katı büyüklüğünde bir bölge Türkiye’nin kontrolü altına girmiş oldu. Dağlık Karabağ’da 30 yıldır süren Ermeni işgalini sonlandıran savaşta Azerbaycan’a TSK’nın verdiği destek belirleyici oldu.
Libya ve Doğu Akdeniz’de de yine TSK’nın varlığı caydırıcı ve sonuç alıcı güç olarak kendini hissettirdi.
Bunlar bir bakıma 15 Temmuz’un darbecilerce hiç istenmeyen sonuçları. Neye himmet neye hizmet, neye niyet neye kısmet!
Darbe teşebbüsünün yol açtığı yeni mücadele zemininde tasfiye edilen ihanet Türkiye’ye birçok alanda devrim niteliğinde adımlar atma fırsatı verdi. Bu fırsatlara bakarak darbenin bir komplo olduğunu söyleyenler tabii ki basitçe nedensellik ilişkilerini ve daha önemlisi ilahi hesabı göz ardı etmiş oluyorlar.
Darbenin kendisi elbette bir komploydu ve bir komplo olarak ancak aynı türden başka bir komplo ile bertaraf edilebileceğini hesap ediyor. Oysa komploya karşı sadece dik durarak da karşı konulabilir, ancak işin sonucunda ortaya çıkan seyr-ü sefer olayı bambaşka bir ilahi kaderle bütünleştirir. Cahiller de ona kul komplosu der oysa Allah’ı tuzak kuranların en hayırlısı olduğu hakikatinden başkası değildir tecelli eden.
Bununla birlikte darbeden 6 yıl sonra ortaya çok daha güçlü bir Türkiye çıkmış olsa da Türkiye’nin her zaman milli güvenliğine tehdit oluşturacak ezoterik hınç kültürünün daha da birikmiş olduğu bir noktadayız. Ne yazık ki FETÖ ile mücadelede işin sosyolojisi, psikolojisi ve siyaset bilimi yeterince değerlendirilmedi. Belki hareketin aşırı yaygınlığı ve elemanlarına yüklediği esoterik, sırcı, gizlilikçi kimlik ve kültür dolayısıyla kendisine bulaşan herkesi güvenilmez kılması, mücadelede daha ince bir yaklaşımı engelledi. Ancak böyle yapmakla belki 15 Temmuz’da uyanabilecek belli bir sempatizan kitlenin örgütün kucağına tamamen itilmesine de yol açtı. Böylece FETÖ ile mücadele sürecinin FETÖ’yu daha da güçlendirme ihtimali de bir bakıma gerçek oldu. Halen 10-15 yıl önceki bazı zayıf bağlantılar üzerinden, şimdi o yapılanma ile hiçbir bağlantısı kalmamış bazı insanlara davalar açıldığı görülüyor. Bütün bu yaklaşımların FETÖ’ye insan kaynağı oluşturduğu nasıl görülmez?
Oysa zamanla FETÖ ile zaten zayıf olan bağlarını gerçekten koparmış ama gördüğü mağduriyetler dolayısıyla toplumla da hoşnutsuzluğu oluşmuş bir kesim de ortaya çıkmış oldu.
Daha sağlıklı bir beden siyaseti ve beden bütünlüğü için bu aşamada daha sosyolojik bir gözün de devreye alınmasında fayda vardır.
Neticede 15 Temmuz tıpkı 28 Şubat gibi mutlak kötülük arayışıydı ama o kötülükten çok hayırlar sadır oldu. Bunu anlamayıp işi “kontrollü darbe” veya karşı komplo ile açıklayanlar belli ki zihinsel sıradüzenini kaybetmişler. Oysa anlaşılmayan şey ilahi sünnetin hep böyle işlediğidir: Şer bildiğinizde ola ki bir hayır vardır. Siz nereden bileceksiniz?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.