Benzer hikayeler için çok çalışmak lazım

04:0023/09/2018, Pazar
G: 23/09/2018, Pazar
Yaşar Süngü

Bir gün dilencinin biri Hz. Ali (ra)’nin önünde durup bir şeyler istedi.Hz. Ali, oğulları Hasan ve Hüseyin’e “–Annenize gidin ve evdeki altı dirhemi alıp getirin!” dedi.Hz. Hasan ve Hüseyin (ra) gittiler ve altı dirhemi getirdiler.Hz. Ali de bu dirhemleri dilenciye verdi.Hâlbuki Hz. Fâtıma (ranhâ) onunla un alacaktı.Hz. Ali (ra) akşam üstü eve dönerken yanına devesini satmak isteyen bir kimse geldi:“–Parasını sonra verirsin” diyerek devesini Hz. Ali’ye yüz kırk dirheme sattı ve hayvanı kapıya bağlayıp

Bir gün dilencinin biri Hz. Ali (ra)’nin önünde durup bir şeyler istedi.

Hz. Ali, oğulları Hasan ve Hüseyin’e “–Annenize gidin ve evdeki altı dirhemi alıp getirin!” dedi.



Hz. Hasan ve Hüseyin (ra) gittiler ve altı dirhemi getirdiler.

Hz. Ali de bu dirhemleri dilenciye verdi.

Hâlbuki Hz. Fâtıma (ranhâ) onunla un alacaktı.

Hz. Ali (ra) akşam üstü eve dönerken yanına devesini satmak isteyen bir kimse geldi:

“–Parasını sonra verirsin” diyerek devesini Hz. Ali’ye yüz kırk dirheme sattı ve hayvanı kapıya bağlayıp gitti.

Kısa bir süre sonra bir başka kimse çıkageldi ve deveyi iki yüz dirheme satın aldı.

Parasını da hemen ödeyip gitti.

Hz. Ali (ra), yüz kırk dirhemi deveyi satın aldığı kimseye verdi, arta kalan altmış dirhemi de Hz. Fâtıma’ya teslim etti ve şöyle dedi:

“–Bu, Allâh’ın “Her kim bir iyilik yaparsa ona, o yaptığı iyiliğin on katı vardır” (el-En’âm, 160) buyurarak bize vaad ettiği ihsânıdır. Biz o altı dirhemi verdik. Allâh Teâlâ da on misliyle mukâbelede bulundu!..”

**

Hikâye edilmiştir ki, bir hükümdara hiçbir benzeri görülmemiş, mücevherlerle kaplı, fîrûze bir kadeh gönderilmişti.

Hükümdar buna çok sevindi ve yanındaki hikmet ehli bir zâta dedi ki: Bunun hakkında ne düşüyorsun?

O da şöyle cevap verdi: Onu çabuk gelecek bir musîbet olarak görüyorum.

Hükümdar sordu: Bu nasıl olur?

O zât da cevap verdi: Kırıldığı zaman tamir edilmesi mümkün değildir. Çalındığı zaman da ona muhtaç olursun.

Aradan zaman geçti, gerçekten bir gün kadeh ansızın kırıldı ve hükümdar tahammül edilmez bir hüzne düştü.

Sonra dedi ki: Hakîm doğru söylemiş.

**

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, bir yolculuğu esnasında mola vererek bir ağaç altında yemek yemiş, sonra yoluna devam etmişti.

Epey bir müddet sonra torbasının üzerinde dolaşan bir karınca gördüğünde çok üzüldü.

Onu vatanından ayırmış olmanın derin hüznü içerisinde derhal geri döndü ve yemek yediği mekâna varıp o karıncayı yerine bıraktı.

**

Birgün Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri ilâç yaparken rastladığı bir hekime sordu: -Ey hekim! Sende benim hastalığıma da ilâç var mı?”..

Hekim: -Hastalığın nedir?” diye sordu.

Bâyezîd Hazretleri söyledi: Günah hastalığı…”.

Hekim: -Ben günah hastalığının ilâcını bilmem” dedi.

O esnâda orada bulunan meczûb bir genç söze karıştı;-“Baba, senin hastalığının ilâcını ben biliyorum.” dedi.

Bâyezîd Hazretleri:-“Söyle ey delikanlı!” dedi.

Halkın meczûb gördüğü genç, günah hastalığının ilâcını şöyle târif etti:

“–On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfar yaprağı al! Bunları kalb havanına koy! Tevhîd tokmağı ile döv! İnsaf eleğinden geçir! Gözyaşlarıyla yoğur! Aşk ve nedâmet fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş kaşık al; hastalığından eser kalmaz!..”

Bunları dinleyen Bâyezîd-i Bistâmî, içini çekti ve şöyle dert yandı: -“Senin gibi âriflere mecnûn diyerek kendilerini akıllı sananlara eyvahlar olsun!..”.

**

Dergâhtaki bir sohbet esnâsında bir sarhoş çıkagelir.

Dervişler onu inciterek dışarı çıkarmak isterler.

Mevlânâ şöyle der:

“–Şarabı o içmiş, ama siz sarhoş olmuşsunuz!”.

**

Osmanlı’da hayvanların korunması insanların vicdanına bırakılmamıştı.

Hayvanlara haddinden fazla yük taşıtmak yasaktı.

Yasağı ihlal edenler ciddiyetle takip edilir ve anında cezalandırılırdı.

İstanbul’daki iskelelerde kullanılan yük hayvanları, sadece sabahtan ikindiye kadar çalıştırılır, Cuma günleri ise dinlendirildi.

Bir defasında, şehri teftiş eden bir şehremini, yani belediye başkanı, sırtında ekmek küfeleri olduğu hâlde bir ağaca bağlı bir katır görünce sahibini kahvehaneden çağırtıp katırın sırtındaki küfeleri adamın sırtına yükletmiş, ibret-i âlem olsun diye de adamı aynı ağaca bağlatmış.

Kânûnî Sultan Süleyman Hân’ın, “Süleymaniye Câmii” yapılırken, inşaatta çalıştırılan at, merkep ve katırlar için dinlenme ve çayırda otlatma saatlerine dâir çıkarmış olduğu fermanlar hala duruyor.

Yine Osmanlı’da top çeken büyükbaş hayvanlar yaşlanınca kasaplara satılmayıp; bilâkis ölene kadar iyi bakılmaları temin edilirdi.

Yani savaşta kullanılan bu hayvanlara asker muamelesi yapılır ve emeklilik hayatı yaşatılırdı.

**

Ekonomide yeni hikayeler oluşturmak için önce insani hikayelere ihtiyacımız var.

Ancak bu hikayeler sosyal medyada eski hikayeleri paylaşarak oluşmaz.

Güncelleşmiş benzer hikayeler yaşayarak oluşur.

Paylaşmak deyince akla sosyal medyada bir şeyler paylaşmak geliyorsa artık, yol uzun demektir.

#Hz. Ali
#Hikaye
#Hoşgörü