Gerçekte insanlar arasında bir
yoktur ama rekabet vardır. İlerlemek ve gelişmek için de rekabet şarttır.
Zayıfın haklarını çalarak büyüyen, güçsüzü ezerek ilerleyen değil, bitki, hayvan ve insan t
üm canlıların haklarına saygı gösteren
ve birlikte yaşamayı amaç edinen bir rekabet anlayışından bahsediyoruz.
Yani bireysel ve toplumsal menfaatlerin çatışmadığı bir rekabetten.
Bugünkü kapitalist sistemde rekabet dediğimiz şey de zaten rekabet değildir.
Ünlü Biyolog
’in doğadaki yaşam için öne sürdüğü daha sonra da insanların kendilerine hayat felsefesi yaptıkları, “
Büyük balık küçük balığı yutar, güçlüler ayakta kalır, zayıflar yok olmaya mahkumdur
” tarzındaki anlayışa sahip olan sözde vahşi hayat tarzının ekonomik ve siyasi ilişkilerdeki masumlaştırılmış ve meşrulaştırılmış halidir.
diye isimlendirilen doğada bile böyle vahşi rekabet yoktur, rekabetin arkasında gizlenmiş inanılmaz bir dayanışma vardır.
Londra’da kurulu Sîret Vakfı
tarafından hazırlanan (İnkilab yayınlarında çıkan ve Yeni Şafak gazetesinin okuyucularına hediye ettiği) Sîret ansiklopedisinin birinci cildinin ekonomi bölümünde insanla toplum arasındaki ekonomik ilişkilerin nasıl olması gerektiği sorusunun cevabı şöyle veriliyor;
“İnsanın ekonomik problemini çözmek isteyenler ya kişisel hakları korumada ileri gittiler ve toplumun ortak yararlarını ihmal ettiler (
kapitalist sistemde olduğu gibi
), ya da kişinin haklarına tümüyle zarar verdiler (
komünist sistemde olduğu gibi
).
İslam, toplumun menfaatlerine zarar vermeyen kişisel özgürlüğe saygı duyar.
Kişisel haklar ve toplum hakları arasında doğru ve adil bir denge kurar.
Gerçekte, İslâm bize, ekonomik prensiplerle, kişisel özgürlük ve toplum menfaatleri arasında hiçbir uyuşmazlık olmayacak şekilde toplumsal yapıyı organize etmeyi sağlar.
Kötü yanlarını bir tarafa bırakarak,
avantajlarını bir araya getirir.
Cemiyette sermaye büyümesinde veya yatırım hızında azalma korkusu olmaksızın, tüm bir iş ve hizmet fırsatı oluşturur.” (sayfa 271)
“
yeryüzündeki her şeyin yaratıcısı ve sahibidir.
Her şeyi bütün insanlık için yaratmıştır.
Bu ilahi mirastaki payını almak için çaba sarfetmesi, her bireyin doğuştan kazandığı hakkıdır ve hiç kimse, bu konuda rengi, inancı veya ırkı dolayısıyla fazladan hak iddia edemez.
Bu hak hiç kimsenin elinden
alınamaz veya kimseye diğerlerine göre
hakkı verilemez.
Bütün vatandaşlarının maişetlerini (
) elde etmede eşit fırsatlar ve adil bir imkana sahip olduklarından emin olmak devletin görevidir.
Kişinin hayatını kazanması için
gibi etkinlikler kanun içinde kaldığı ve yasak olan bir işi kapsamadığı sürece devlet tarafından emniyet ve garanti altına alınmıştır. (sayfa 272).
“İslam ne bütün
ayıp ve günah sayarak insanın sadece manevi gelişmesini önermiş, ne de kişinin manevi ve ahlaki yanını hiçe sayarak bütün dikkatleri maddi şeylerin kazanılmasına hasretmiştir. Hayatın her alanında
bir hareket seyrini benimsemiştir.” (sayfa 274).
Büyük küçük her türlü menfaati merkezine alan ve insanları da bu tarz düşünen bir canlıya (
) dönüştüren küresel ekonomik ve siyasal sistemin içinde de insan kalmak mümkündür.
Düzenin bozuk olduğunu bahane ederek bozulan insanlar, adaletsiz düzenin sürmesi için düzenin çarklarına su taşıyanlar ancak kendilerini kandırırlar.
İslam yaşanabilir bir dindir.
Zengin fakir, erkek kadın, kral ya da çoban herkesin hayatını kolaylaştırır, onu
hale dönüştürür.
Onu yaşanamaz hale getiren ya da öyleymiş gibi gösteren biziz.
İnsan yalnızca ekonomik menfaatlerini düşünen ve yalnızca çıkarlarına göre hayatını kuran bir canlı değildir.
Hayvanlar da öyle değildir.
Vahşi olan insanın
merkez yaparak kurduğu adaletsiz düzendir.
Bir tavuk civcivlerini korumak için köpeğe saldırır ve ölümü göze alır.
Birçok hayvan türlerinde görebileceğimiz bu davranışı birçok insanda da görebilirsiniz.
İnsan insan kalabildiğinde canlıların en değerlisidir, kalamadığında da en değersizi.
Yalnızca güçlülerin işine gelen bu haksız, adaletsiz ekonomik sistemde bizi
dönüştürmek isteyenlere inat, her ortamda insan kalmak mümkündür.