Korkunun iki türlü hali var; Pasiflik ve saldırganlık. Korku durumundaki her canlı, ya geri çekilir, sineye çeker, başına geleceği kabullenir ya da bütün gücüyle saldırır.
Peki neden İslam dünyasında korkunun belirtisi
olarak ortaya çıkarken, batıda korku
haline dönüşür?
Bu psikolojik ruh halinin altında yatan sebeplerin bir kısmı şunlar;
İslam dünyasını oluşturan
devletlerin halktan kopuk idarecileri
hak etmedikleri halde bulundukları konumlarını kaybetmemek için ve bu imtiyazları biraz da batıya yaslanarak elde ettikleri için pasif kalmayı tercih ediyorlar.
ABD, batı ve üvey evlatları İsrail’in saldırganlığı
da mevcut gücünden kaynaklanıyor.
Ve bu gücü sürekli saldırarak koruyacaklarına inanıyorlar.
Korkularının altında yatan en önemli şey de bugünkü durumlarını, güçlerini haksızlıkla hukuksuzlukla, zorbalıkla elde ettiklerinden kaynaklanan aşağılık ruh hali.
Hak etmedikleri bir güce sahip olduklarını biliyorlar.
Küreselleşen iş dünyasında da rekabeti savunuyor gözükmeleri aldatıcıdır.
Rekabete hiç tahammülleri yoktur,
yok ederek varlıklarını sürdürürler.
Çünkü zihinlerindeki felsefi düşünce şudur;
Büyük balık küçük balığı yer.
Batının tarihine bakın,
hiçbirinin bir arada yaşamak gibi bir tecrübeleri yoktur.
Tarih boyunca hep birbirlerini yemişlerdir.
Birbirlerini yemeyi bırakınca da bize
bugünkü medeniyetinin ve ekonomik gücünün altını kazın; zulüm, haksızlık, hukuksuzluk, masumların kanları ve gözyaşlarından başka bir şey bulamazsınız.
Rekabeti de bilmezler birlikte yaşamayı da.
Gerek İslam dünyası gerekse batıda Filistin’deki insani drama ve İsrail’in hukuksuzluğuna karşı her kesimden artan protestolar, dünyanın her yerinde halkların, bugünkü devletlerin yöneticileri gibi düşünmediklerini gösteriyor.
İngiltere’nin Başkenti Londra’da
Müslüman, Hristiyan, Yahudi, veya herhangi bir inanca sahip insanlardan oluşan 100 bin kişi sokağa çıkıp İsrail’i protesto ediyorsa, İsrail’in içindeki sağduyu sahibi önemli sayıdaki
Filistinlilere yapılan zulme karşı
çıkıyorsa bunun tek anlamı vardır; Halklar birlikte yaşamaktan yanalar. Bunun önündeki tek engel devletler.
de geleceğe dair sürekli yaptıkları kamuoyu araştırmalarıdır.
Batılı devletlerin uzun vadeli plan ve hedeflerini bu araştırmalar belirliyor.
Pew Araştırma Merkezinin yayımladığı araştırmaya göre;
2050 yılına dair yapılan demografik yorumlar, dünyadaki Müslüman nüfusun 2010’a göre yüzde73 artacağını öngörmektedir.
Bu oran, yüzde 35 olan dünya nüfus artış hızından oldukça büyüktür ve dünya çapında yaklaşık 2,8 milyar kişilik bir nüfusa denk gelmektedir.
Avrupa nüfusunu oluşturan 30 ülkenin toplam nüfusunun yüzde10’una denk gelen 25,8 milyon kişilik bölümünün Müslümanlardan oluşacağı tahmin edilmektedir.
Bu artış hem göçten, hem de
Müslüman nüfusun genç olmasından kaynaklanmaktadır.
Batılı devletler ve ABD’deki
suni olarak ürettiği
ile
tanımlaması ile kendi halkının
sürecini durdurabileceğini düşünüyor.
Terörü perde arkasından finanse etmelerinin sebebi de halkları kendi korkularına inandırmak istemeleri.
Oysa tarih bize öğretti ki,
“Korkunun ecele faydası yoktur”.
Korktukları şey gelip onları bulacak.
Ve birlikte yaşamak zorunda kalacaklar.
Covid19 salgınından sonra oluşacak yeni dünya düzeninde bilgi yoğunluklu ekonominin ihtiyacı olan eğitimli bir
eğitimli nitelikli insan olmadan, ekonomik kalkınmanın sağlanması mümkün olmayacak.
Tükenmişlik bunu bize dayatacak.
Geçmişin,
“doğal kaynakları kurutma ve sömürme üzerine kurulu”
ekonomileri de yerini
ekonomilere bırakacak ancak bu bırakma da aklın gereği olarak değil zorunlu olarak tercih edilecek.
Çünkü sömürecek doğal kaynak kalmayacak.
“Bir musibet bin nasihate bedeldir”
kuralı her zaman işler.
Global Eğitim İzleme Raporu’na
göre ise, dünyada ilkokul eğitimi yaşında olan 387 milyon çocuk okuma konusunda asgari başarıya dahi sahip değil.
Düşük ve orta gelir seviyesindeki ülkelerde yetişkinlerin çoğu en temel bilgisayar becerilerinden bile yoksun.
Yani dünyanın yarısından fazlası henüz
21’inci yüzyıla gelmiş değil.
Geri bırakılmış ülkelerin seçkinleri de geleceğe dair senaryo üretmek yerine mevcut pozisyonunun verdiği
imtiyazların hazzıyla ya da sarhoşluğuyla
aptalca bir tevekkül anlayışı içinde günü kurtarma telaşında.