Hikâye odur ki eski vakitlerden birinde bir ülkenin Sultanı, yönetim işlerinde
edeceği birine ihtiyaç duyar ve tellallarla ülkenin her tarafında bir danışman aradığını ilan eder.
Sultanın ilanına çok sayıda insan ilgi göstererek saraya gelirler.
Sultan hepsini avluya toplar ve şöyle der; “Size üç sorum var;
En güzel koku ne kokusudur.
Bu soruları doğru cevaplayanı ülkeyi daha iyi yönetmek için kendime danışman olarak alacağım. Bir aylık süreniz var, gidin memleketlerinize dönün, düşünün, taşının, araştırın ve bana cevaplarla gelin”.
Herkes dağılır ve memleketlerine dönerler.
için müracaat eden gençlerden biri eve gelir, kafasının karışıklığı ve dalgınlığı kayınbabasının dikkatini çeker ve sorar; “Hayırdır damat, kafan ne ile meşgul?”
Genç delikanlı, kayın babasının
devlet memuriyetinden emekli olduğu
için kendisine yardım edebileceğini düşünerek hikâyeyi anlatır ve sultanın cevap beklediği üç soruyu açıklar.
Kayınbaba; “Sen ne düşünüyorsun” der.
Genç; “Güzel sesli bir kuş, güzel kokulu bir çiçek ve mücevher cinsinden değerli maden düşünüyorum ama hangilerini seçeceğimi bilmiyorum” der.
Kayınpeder;
“Hayır senin dediklerin doğru olsaydı bu soruları size değil, musikiden, kokudan ve mücevherden anlayan birilerine sorardı.
Sultan sizi yönetim işlerinde yardımcı olmak için istiyor. Cevaplar da buna uygun olmalı” der.
Kayınbabasına hak veren genç; “Haklısın, peki sen ne düşünüyorsun” der.
Kayınbaba şöyle der; “Ben sana bu soruların cevabını vereceğim ama sen sultanın yanına gidince en arkaya geç, herkes cevabını verdikten sonra sen konuş” der.
Genç, tamam deyince
güngörmüş ihtiyar devlet tecrübesinin verdiği olgunlukla
Sultanın istediği cevapları şöyle sıralar; “En güzel ses
sesidir. Sultan bu sesi dinlediğinde
Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlar,
adaletten ayrıldığında göreceği cezayı aklına getirir ve devlet yönetiminde
olmaya çalışır.
En güzel koku
kokusudur. Ekmek bir ailenin temel yiyeceğidir. Ahali o kokuyu aldığı sürece halk da rahat olur, devlet işleri de düzenli yürür.
En değerli taş ne altın, ne gümüş ne yakut ne pırlantadır;
Değirmen taşı olmazsa buğdaylar una dönüşmez, un olmazsa ekmek olmaz, ekmek olmazsa halk aç kalır.
Halk aç kalırsa devlet de fakirleşir
ve düzen bozulur.
Bir ay sonra genç saraya gider, kayınbabasının dediği gibi herkes cevaplarını verdikten sonra o da cevapları sıralar.
Sultan genci dikkatlice süzdükten sonra;
“Cevapların doğru ama sanki sana ait değilmiş gibi duruyor. Kimden öğrendin bunları”
deyince genç kayınbabasının ismini verir.
Sultan; “Kayınbabanı danışman olarak seni de ona yardımcı olarak saraya alıyorum” der.
Bu hikâye, devlette işi ehline vermenin önemini vurgulamak için anlatılır.
aile ve aile eğitiminin önemine dikkat çekmek için de hikayelerde çokça kullanılır.
Bildiğiniz gibi değirmenin taşı
bir altta bir üstte olmak üzere ortası delikli iki taştan ibarettir.
Alt taş dönmezken üstteki taş döner, hareketlidir.
Delikten konan buğdaylar iki taşın arasına akar, üst taş dönerken, alt taş da sabit dururken, aradaki buğdaylar ezilerek una dönüşür.
Hikâye yoluyla
önemini anlatanlar değirmenin alttaki sabit duran taşını
, üstteki dönen hareketli taşı da
benzetirler.
Bu iki taşın arasında una dönüşen
buğday da yerine göre çocuğu, saygıyı, sevgiyi, serveti, karşılıklı anlayışı ve eğitimi
temsil eder.
Unun kalitesini önce buğdayın kalitesi belirler.
olgun insanlarsa aile sağlam olur.
Unun kalitesi iki değirmen taşının
düzenli ve uyumlu olmasına
bağlıdır.
İki taş birbiriyle uyumlu ise buğday iyi ezilir ve un kaliteli çıkar.
Taşlardan biri uyumlu değilse un kalitesi bozulur, araya taş kırıntıları girer, eğer ikisi de uyumlu değilse
Değirmeni döndüren
da
ya da
olarak tanımlarlar.
İki taşın arasına öğütülecek ya da dönüştürülecek bir şeyler konmazsa taşlar sürekli döneceği için
başlar.
Bu iki değirmen taşını
olarak da görmek mümkündür.
Buğday da o
milletin kültürel değerlerini
temsil eder.
Alt ve üstteki iki değirmen taşının
ile sağlıklı ve zengin toplumlar meydana gelirken birinin bozuk olması diğerini de bozar ve
toplum değersizleşir, devlet itibarsızlaşır.