Çarşamba günkü yazıda “okumanın fıtratına ve okuma eylemine has bazı kaidelere” dair hasbihal ettik. Şimdi gelelim, “Peki ne okuyalım?” sorusunun cevaplarına…
Türkiye’de yaşayan, Türkiye’den İslâm dünyasını seyreden ve Türkiye’yi önemseyen her Müslümanın, diğer okumalarının yanında, kendisini bilhassa şu beş türde, ömrü boyunca disiplinli, ısrarlı ve istikrarlı bir okuma programıyla beslemesi gerektiği kanaatindeyim.
İçinde yaşadığımız coğrafyanın dinamiklerini, İslâm’ı derinlemesine anlamadan kavramak ve algılamak mümkün değildir. İslâm inancı, tarihi ve kültürü her şeye öylesine sinmiştir ki, kritik kodları çözmek ancak İslâm’ı bilmekten geçer. Türkiye, Ortadoğu ve İslâm dünyasının geneliyle alakalı yorumlarında, öngörülerinde veya tepkilerinde sürekli yanılanlara bakınız, hepsinde aynı eksikliği göreceksiniz: İnancıyla, tarihiyle, kültürüyle ve ürettiği insan tipiyle, İslâm’ı kavrayamamış olmak. Kur’ân ve onunla birlikte hadis külliyatı başta olmak üzere, İslâm okumaları hiç bırakılmadan devam ettirilmelidir.
Bir sosyal bilim olarak, tarihin bence en pratik tanımı şudur: Bugünü anlamak ve geleceğe hazırlanmak için, geçmişe ayna tutmak. Belli kurallar dâhilinde, tarihin kendine has bir akışı ve şaşmayan döngüleri bulunduğundan, geçmişte yaşananlar dikkatle okunduğunda, bugün için ışığa, yarın için de net bir yol haritasına dönüşecektir.
Burada elbette “Hangi tarih kitabı?” sorusunun cevabına girmeyeceğim. Herkes kendi meşrebine göre bir çizgi tutturabilir. Ancak hangi metin veya kalem okunursa okunsun, bir tarih kaynağı: Hamasetten ve aşırı doz duygusallıktan arınmış olmalı. Anlatımın sebep-sonuç zincirinde kopukluklar bulunmamalı. Sadece “karşı taraf”ı veya “düşman”ı suçlayan bir üslup yerine, özeleştirilere ve muhasebelere de yer vermeli.
Bizler, adına “ümmet” dediğimiz bir bütünün parçasıyız, bir vücudun organları gibi birbirimizin sızısını hissederiz ve bir binanın tuğlaları gibi her bir parçamız da vazgeçilmezdir. İslâm coğrafyasını bu tanım çerçevesinde algıladığımızda, bu geniş ve derin okyanusu daha yakından tanımak ve anlamak için sürekli okumalar yapmak gerektiği ortaya çıkar. Fakat şunu da söylemek durumundayım: Maalesef Türkiye’de İslâm coğrafyasına dair “yerli ve millî” literatür hâlâ çok zayıf. Son yıllarda giderek yoğunlaşan çalışmalara rağmen, kat etmemiz gereken nice mesafeler var.
İslâm coğrafyası okumaları bâbında şu noktaya da işaret etmek istiyorum: Okuma listelerinde bolca yer alan 1960’ların Mısır’ına, 1970’lerin Pakistan’ına, 1980’lerin Afganistan’ına veya 1990’ların Kafkasya’sına dair -çoğu tercüme- kitapları 2024’ün Türkiye’sine aktarırken, gençlerimizi “yabancı örnekleri bire bir kopyalamak” tuzağından korumak durumundayız. Başka coğrafyaları okurken, “evrensel ümmet bilincimiz”e katkı için okur, derslerimizi çıkarır, bazı başlıkların altını çizer, sonra kendi yerli örnekliğimizi beslemek için yolumuza devam ederiz.
Benim yetiştiğim çevrede, “Bunca ciddi sorumluluk arasında, Müslümanın hikâye ve roman okumaya vakti mi var?” telkinleri çok yoğundu. Yıllarca edebiyat ve dil zevkinden nasip almamış kişilerin yazdığı “ciddi” dava kitaplarını okuduk, birbirinden berbat tercümeler arasında yolumuzu bulmaya çalıştık.
Genel okumalarımız içinde edebiyat okumalarının da mutlaka yer almasının başlıca iki sebebi var: Hep “dava” kitapları okunmaz, insanın zihnini ve kalbini hafifletmeye, hayal gücünü olgunlaştırmaya ve dimağını dinlendirmeye ihtiyacı vardır. Ve edebiyat metinleri, dili en güzel şekilde kullanmaya ve derdimizi / davamızı anlatırken kitlelerde tesir bırakmaya yarar.
Herhangi bir alanda konuşan veya yazan kişinin, aynı sahada yapılan çalışmaları takip edip etmediği, yani kendisini güncelleyip güncellemediği kolayca anlaşılır. Dolayısıyla toplumsal hayatta hangi rolü oynarsak oynayalım, meslekî açıdan kendimizi olgunlaştırma hedefinden bir an bile vazgeçmemek gerekiyor. “Ben artık oldum” diyen, hâlâ hamdır ve koruktur. “Oldum” diyen, mutlaka büyük bir hataya sürüklenecek ve ibret konusu olacaktır. İnsanoğlunun yazgısında, kendinden emin olduğu noktalarda ayaklarının hep sürçmesi sırrı vardır.
***
Önemine ve güncelliğine binaen, “İslâm coğrafyasına dair okumalar ve bilgilenmeler” başlığını biraz daha açmak istiyorum. Nasipse, 20 Mart Çarşamba günü, “Ramazan takvimi - III” başlığıyla bu köşede.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.