Bir davanın kalesi

04:0010/10/2024, Perşembe
G: 9/10/2024, Çarşamba
Taha Kılınç

Yahudilerin ana dili İbranicenin modern dönemde bir iletişim ve günlük konuşma dili haline getiriliş sürecini anlattığım “Dil ve İşgal” kitabımın araştırmalarını yaparken, bir nokta özellikle dikkatimi çekmişti: Önceleri arkaik bir din dili olan İbranice, 1881’de Kudüs’e yerleşen Belaruslu Yahudi dilbilimci Eliezer Ben-Yehuda’nın başını çektiği yoğun bir gayretle diriltilmişti. Ben- Yehuda ve arkadaşları, sokaklarında herkesin ayrı bir dilde konuştuğu Kudüs’te İbranice çalışmaları yaparken, bilhassa

Yahudilerin ana dili İbranicenin modern dönemde bir iletişim ve günlük konuşma dili haline getiriliş sürecini anlattığım “Dil ve İşgal” kitabımın araştırmalarını yaparken, bir nokta özellikle dikkatimi çekmişti:

Önceleri arkaik bir din dili olan İbranice, 1881’de Kudüs’e yerleşen Belaruslu Yahudi dilbilimci Eliezer Ben-Yehuda’nın başını çektiği yoğun bir gayretle diriltilmişti. Ben- Yehuda ve arkadaşları, sokaklarında herkesin ayrı bir dilde konuştuğu Kudüs’te İbranice çalışmaları yaparken, bilhassa gazetelerden faydalanmışlardı. Üst üste çıkardıkları gazetelerle, yeni türettikleri İbranice kelimeleri halka duyurmuş, herkesin iştirak ettiği tartışmaları ve polemikleri gazeteler kanalıyla yürütmüş, dünyanın gündemini Filistin’e taşırken yine gazeteleri kullanmışlardı. Ben-Yehuda’nın kendisi Kudüs’te çıkardığı gazetelerde hem yazılar yazmış hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun taşra ve merkez yönetimine yazıları vasıtasıyla ulaşmıştı. Gazete, böylece sıradan bir iletişim vasıtasının çok ötesinde, kamuoyu oluşturma ameliyesinin en hayatî araçlarından birine dönüşmüştü. Gazete, Ben- Yehuda ve arkadaşları için, kendi davalarını savundukları ve köklerini pekiştirdikleri sağlam birer kaleydi. “Yahudiler, basın-yayın, medya, görsel sanatlar ve sinema sektöründe neden köşe başlarını tutmuş durumdalar?” sorusunun cevabı da galiba burada gizli. Bilhassa Siyonizm’in bütün dünyayı kanser hücreleri gibi sarmasında ve Siyonist tezlerin her ülkenin kılcal damarlarına kadar yayılmasında, medyanın öncü kuvvetleri olarak gazetelerin oynadığı çok kritik bir rol var. Bu aynı zamanda, Müslümanlar olarak, mücadeleyi neresinden ele alıp nasıl yürüteceğimizin de ipuçlarını barındıran bir nokta.

Internet ilk yaygınlaşmaya başladığında, “gazetelerin artık öldüğü” şeklinde yorumlar yapılıyordu. Oysa bugün geldiğimiz aşamada, gazeteler hâlâ ciddiyetle ve dikkatle kulak verilen mecralar. Manşetler, hâlâ gündemi belirlemede büyük rol oynuyor. Köşe yazarları ve köşe yazıları, görselliğin onca ilerlediği bir zamanda, hâlâ insanların zihin dünyalarını şekillendiriyor. Bu durumun sebebini muhtemelen, “kâğıdın sırrı”nda aramak gerekecek. Kâğıda basılan herhangi bir metin, ekranda görülen her şeyden daha tesirli. Ve kâğıdın tesiri hiç kaybolmayacak.

***

İlk köşe yazımın yayınlandığı 15 Ekim 2016 Cumartesi gününden bu yana, her çarşamba ve cumartesi günü, İslâm coğrafyasının farklı köşelerinden izlenim ve değerlendirmelerle okurların karşısına çıkıyorum. Bir köşe yazarı için en güzel ödül, yazdıklarına kıymet veren dikkatli okurlarının olması. Her yazımdan sonra arayan, soru soran, eleştiri ve tenkitlerini paylaşan, fikirleriyle ufkumu açan nice değerli okurum var. Hem de her yaştan.

Şunu net bir biçimde söyleyebilirim: Yeni Şafak’ta yazıyor oluşum, sözümün gücünü artıran çok önemli bir unsur. Başka bir mecrada fikirlerimi dile getiriyor olsaydım, yazdıklarıma böylesine kulak verilir miydi, emin değilim doğrusu. Çünkü Yeni Şafak, “bir davanın kalesi” olarak görülüyor okurları tarafından. Muarızları bile böyle görüyor, onu böyle okuyor. Yeni Şafak’ta çıkan her bir yazının ve başlığa çekilen her yorumun, kendine has anlamları ve bağlamları var. Yeni Şafak sadece kendisini temsil etmiyor. Geniş bir coğrafyanın içinden, o coğrafyanın tamamını gözeterek ve bir anlamlar silsilesini beraberinde götürerek yürüyor. Yeni Şafak’ta yazıyor olmak, bu anlamda, insanın omuzlarına ağır ve çok mühim bir vazife yüklüyor. Sadece size verilen bir köşeyi doldurmuyorsunuz. Aynı zamanda bir misyonun temsiline omuz veriyorsunuz. Söylediklerinizi dikkate alan insanların samimiyeti, sizi daha ciddi ve sıkı çalışmaya zorluyor. Ben şahsen, her köşe yazımı uzun uzun okuyarak, saha tecrübelerimi teorik bilgilerle kıyaslayarak, okurlarımın zihninde sürekli yeni pencereler açma çabasıyla kaleme almaya çalışıyorum. Gazeteme ve bana duyulan güveni boşa çıkarmamak gibi bir mücadelem var kendi içimde. Bu, Yeni Şafak’ta yazıyor olmanın ve Yeni Şafak’ın kaliteli okur kitlesinin bana kazandırdığı bir ihtimam. Hem gazeteme hem de okurlarıma minnet borçluyum.

***

Yayın hayatına başlamasının otuzuncu yılında, Yeni Şafak’ımıza nice seneler diliyorum. İstikamet üzere ve bereketle…

#Yeni Şafak
#30. yıl
#Taha Kılınç