Âkif’in ufku

04:003/01/2024, Çarşamba
G: 3/01/2024, Çarşamba
Taha Kılınç

Kosova’ya ne zaman yolum düşse, programımı mümkün olduğunca zorlarım ve İpek şehrine mutlaka uzanmaya çalışırım. İpek, –bugünkü adıyla Pec–, Üsküp-Prizren-İşkodra üçgeninin kuzeybatı kenarına yerleşmiş klâsik bir Osmanlı beldesidir. Kuzey Arnavutluk Alpleri’nin eteklerinde, Bistriça nehrinin bereketiyle dolan İpek, çarşıları ve camileriyle, adeta yüzyılların ötesinden günümüze ışınlanmış gibidir. Balkanlarda belki bu tasviri karşılayan onlarca şehir bulunabilir. Ancak İpek’i benim için derinleştiren


Kosova’ya ne zaman yolum düşse, programımı mümkün olduğunca zorlarım ve İpek şehrine mutlaka uzanmaya çalışırım. İpek, –bugünkü adıyla Pec–, Üsküp-Prizren-İşkodra üçgeninin kuzeybatı kenarına yerleşmiş klâsik bir Osmanlı beldesidir. Kuzey Arnavutluk Alpleri’nin eteklerinde, Bistriça nehrinin bereketiyle dolan İpek, çarşıları ve camileriyle, adeta yüzyılların ötesinden günümüze ışınlanmış gibidir. Balkanlarda belki bu tasviri karşılayan onlarca şehir bulunabilir. Ancak İpek’i benim için derinleştiren şey, Mehmed Âkif’in babası Tâhir Efendi’nin doğum yeri olmasıdır. Temizliğe aşırı itinası sebebiyle “Temiz” unvanını alan Tâhir Efendi, gençlik yıllarında ilim talebi için Dersaâdet’e gitmiş, hayatını da imparatorluk başkentinde tamamlamıştı.

İstanbul’da, Buhara’dan Tokat’a, oradan da Âsitâne’ye yerleşen Özbek asıllı bir ailenin kızı Emine Şerife Hanım’la evlenen Temiz Tâhir Efendi’nin bu izdivacından 1873’te Âkif dünyaya gelecekti. İpek’e her gidişimde, Âkif’in baba tarafından tevarüs ettiği prensipleri, yalçın dağlar misali çelik mizacını ve Balkanlarla İstanbul’un birbirinden hiç kopmayan irtibatını daha iyi keşfederim. Kosova’yla Buhara’nın İstanbul kabında yoğrulmasından Âkif gibi bir karakterin tarih sahnesine çıkması da kesinlikle tesadüf değil.

Cumartesi akşam, Büyükşehir Belediyesi’nin davetiyle gittiğim Erzurum’da, Âkif’i anlatmaya tam bu noktadan başladım. Âkif’i, kalbine ve aklına suni sınırlar çizdirmeyen saf bir ümmetçi olarak hatırlamak, ülkece içinden geçmekte olduğumuz dönemde bilhassa anlamlıydı. İstiklâl Marşı’nda herhangi bir ırkın adını anmayan, İslâm’ın evrensel sembolleri hilâl ve yıldıza atıflar yapan Âkif’in kaleme aldığı metin, İslâm coğrafyasında birçok ülkenin rahatlıkla kabul edebileceği ve “millî marş” olarak benimseyebileceği bir derinliğe sahipti. Hele, Arnavut bir babanın oğlunun ciğerinden kopan şu mısralar, İslâm ümmetine hangi pencereden bakmamız gerektiğini net biçimde gösteriyordu: “Türk Arap’sız yaşamaz / Kim ki

‘yaşar’ der, delidir / Arab’ın Türk ise / Hem sağ gözü, hem sağ elidir.”

Peki, Âkif bu mısraları günümüzde yazmış olsaydı, sosyal medyada varlıklarını sürdüren birtakım faşist ve içi boş kafalar tarafından “Arap sevici” şeklinde dışlanır mıydı? Maalesef evet. Oysa Âkif’in bize önerdiği ufuk, İslâm coğrafyasının Batılı sömürgeci sırtlanlar eliyle paramparça edilmesinin önündeki yegâne engeli ve en sağlam reçeteyi oluşturuyor.

Türkiye’de gittikçe yaygınlaşan ve alt yaşlara doğru inen bir İslâm düşmanlığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Düpedüz kindarlıktan milliyetçilik kisvesine bürünmüş İslâmsız bir Müslüman karşıtlığına, farklı tonlara şahitlik ettiğimiz bir cephe bu. İslâm’ın bütün şiarlarını “Arap ürünü” olarak etiketleyip, buradan yeni bir karışım çıkarmaya çalışıyorlar. İşin kötü tarafı, söz konusu söylemler, 15-30 yaş arası gençliğin duygu ve düşünce dünyasını şekillendirmeye başlıyor. Sadece İslâmsız Türk milliyetçiliği değil yeni trend; Kürtleri temsil iddiasındaki siyasî ve sosyal hareketler de Kürtleri İslâm’dan ve Müslüman kimliğinden soymak için sistemli bir çalışma yürütüyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan pratik bir örnek mesela: Taziye mesajında “Yıldızlar yoldaşı olsun” cümlesini sarf eden milletvekili, bunu hangi Müslüman Kürt’ten duymuş?

Müthiş bir cehalet ve bağnazlık eşliğinde ilerleyen söz konusu İslâm düşmanlığı, mensuplarını sadece iç savaş için kullanışlı aparatlara dönüştürmüyor, aynı zamanda Batılılara karşı da savunmasız hale getiriyor. Batı’nın şuuraltında, İslam coğrafyasındaki Müslüman halklar, tamamen İslâm’la iç içe geçmiştir. İslâmsız Türklük de uydursanız, İslâmsız Kürtlük de uydursanız, dışarıdan bakanların bizde gördüğü ilk kimlik İslâm ve Müslümanlıktır. Yüzyıllardan beri devam eden mücadeleler eşliğinde, Batılı zihin son derece nettir: Kendini “beyaz” bile ilân etse, Türk’e de Kürt’e de Müslüman olarak bakar. Kimliğinden soyunan ve kendisine sözde yeni bir bağlam bulmaya çalışan faşistlerin görmediği nokta burası.

Her şeye rağmen, ümmeti ve milliyetler üstü kardeşlik kimliğini savunmaya devam edeceğiz. Yerel kültürleri ve ırkları reddetmeden, İslâm coğrafyasını, ümmet şemsiyesi altında ortak hedefe yürüyen / yürümesi gereken canlı bir organizma olarak düşüneceğiz. Birbirimizi tanıyacağız ve tanıdıkça

daha çok seveceğiz. Tanıyacağız ve tanıdıkça, işbirliği imkânlarının

ne kadar fazla olduğunu göreceğiz.

#Aktüel
#Toplum
#Taha Kılınç