Geçen haftaki yazımızda “Neden Böyle Oldu” başlığıyla bir yazı kaleme almış ve Sayın Erdoğan’a verilen oylarla parlamento seçimlerinde AK Parti’ye verilen oylar arasındaki 10 puanlık farkın nereden doğduğunu sahadaki gözlemlerimiz ışığında tahlil etmeye çalışmıştık.
Bu farkı doğuran sebepleri özetle; AK Parti devleti algısı, AK Parti cemaati algısı, AK Partili olmazsan olmaz düşüncesi, torpil, rüşvet iltimas ve nemalanma iddiaları başlıkları altında irdelemeye çalışmıştık. Söz verdiğimiz üzere kaldığımız yerden devam ederek bir kaç hususu daha dost nazarıyla hatırlatıp işin MHP’ye bakan yönünü ele almaya çalışalım.
Geçen haftaki yazımıza verilen tepkilerden bahsederek başlamayalım söze. Ne sosyal medyada yapılan yorumlarda ne gönderilen e-postalarda ne de yazıyı yorumlamak için açılan telefonlarda bir tek kişi bile çıkıp da; “Bu yazdığın böyle değil, aslında şöyle” diyerek itiraz etmedi. Bu ilginç çünkü yorum yapanlar ekseriyetle AK Parti’ye gönül vermiş kimseler, bizzat görüştüklerimin bir kısmı ise AK Parti içinde görev yapan kişilerdi. Üstelik “neden şu konuya değinmedin”, “ama bak böyle bir mesele daha var, bahsetmemişsin” diyenlerin haddi hesabı yok. Buradan anladığım şudur: İnsanımız, ülkenin geldiği noktadan memnun ama tereddütlü, gidişattan endişeli ama itimat içinde, geleceğe dair umutlu ama kaygılı. Memnuniyeti, itimadı ve umudu geriye dönük AK Parti’den bilen Anadolu irfanı; geleceğe dair tereddüt, endişe ve kaygıyı da AK Parti’nin hesabına yazıyor.
Özün özü halinde 7 Haziran seçimlerinden önce bir AK Parti kurmayı dostumuz ile görüşmemizde sarf ettiğim cümleler el’an geçerli ve % 10’luk farkı izah sadedinde ipucu veren bir kanaate bürünmüş durumda. O dostum, bu seçimde ne yapacaksın diye tebessümle karışık sorduğu vakit, demiştim ki: “Siz, size oy vermeyelim diye uğraşıyorsunuz ama biz sizi dinlemeyeceğiz, yine size oy vereceğiz.” Mesele buncağızdan ibarettir.
Peki, neden böyle?
Cevap aramaya üstte özetlediğimiz başlıklara devam mahiyetinde başlamanın vaktidir.
Türkiye’nin son beş yılda yaşadıkları malum. Atlatılan badirelerin haddi hesabı yok. 15 Temmuz, bedeli çok ağır ödenmiş muhteşem bir yeniden doğuş tablosu. Yaşanan bunca hengâme ve OHAL içinde birtakım yanlışların, mağduriyetlerin olması devlet açısından baktığınız vakit; arzu edilmese bile kaçınılmaz hale gelebiliyor. Düşünsenize daha geçen hafta, Adil Öksüz’ü arayan ekibin başındaki polis müdürü ve komiser FETÖ’den tutuklandı. At izi ve it izi halen net bir şekilde ayrılabilmiş değil. Kurunun yanında yaşın da yanması, bu kargaşada devlet tarafından baktığınızda ne kadar normal görünürse görünsün, mağduriyetleri yaşayanların penceresinden seyrettiğinizde ortaya çıkan gözyaşı, acı ve hüzün adalete güveni ciddi bir şekilde zedeliyor. Burada insandan söz ediyoruz. Mağdurlar derken istatistik bir bilgiden değil, insandan bahsediyoruz. Anne babası, evladı, eşi dostu ile insandan... İtibarı, emeği, ömründen çalınan yılları, yediği hain damgası ile insandan…. Kendisini yaşattığımız vakit devletin yaşayacağına inandığımız insandan söz ediyoruz burada. Bir yıl içeride sebepsiz yere tutulup sonrasında salıverilen bir Özel Harekât yiğidi şöyle demişti: “Abi ben ömrümün 20 yılını bu devlete vermişim, dağlarda geçmiş ömrüm. Bir yıl dediğin ne ki, feda olsun devletime!”
İddianameyi hazırlayan savcının, tutuklayan hâkimin, salıverirsem FETÖ’cü damgası yerim endişesiyle hayatını kararttığı her insandan, bu yiğidin bakışıyla olayı değerlendirmesini bekleyemezsiniz. Nitekim hiç de öyle olmuyor. İtibarını nasıl kurtaracağını, hain olmadığını en yakınlarına bile nasıl ispat edeceğini, içeride geçen zamanların acısıyla devletine nasıl küsmeden hizmet edebileceğini düşünmekten, berat edişine sevinemeyen o kadar çok insan var ki! Hal böyle olunca adalet sadece mağdurlar tarafından sorgulanmıyor güzel ülkemde. Herkes her an bir iftiranın kurbanı olabileceğinin farkında. Mağdurların gönlü nasıl alınır bilemem ama yeni mağduriyetlerin önüne geçilmesi şart! Bazı işgüzarların devletin muhtelif kurumlarındaki tarikat ve cemaat erbabı ehliyet ve liyakat sahibi zevatı fırsattan istifade ile bir bahane bulup tasfiye etme gayretinin de acilen önüne geçmenin bir yolu ne yapıp edip bulunmalı! Unutmayalım ki FETÖ, giderayak diğer tarikat ve cemaatlere dönüp “bir gün sizin de başınıza aynı şeyler gelecek” diye tehditle karışık kendisine yandaş bulma gayretinin içine düşmüştü. Bugün bu manada mağdur edilen her hakiki tasavvuf ve eli yüzü düzgün cemaat ehli FETÖ’cü namussuzların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.
Reis Bey’i fakir sofrasına bağdaş kurup çorbaya kaşık sallarken görünce hamd eden insanımız; Reis Bey’i temsil iddiasında ve konumundaki insanların benzer sofra ve ortamlarda boy gösterip fotoğraflarını sosyal medyadan paylaşmasını sahici ve samimi bulmuyor. Neden? Aynı kişiyle bir işi düştüğü için görüşmek zorunda kalan, bir sebeple yakından tanıyan, korumalığını yapan, hatta teşkilat içinde kendisiyle teşrik-i mesaisi olan insanlar bile o fotoğraftaki kişiyle, tanıdıkları kişinin aynı olmadığının farkında. Samimiyet, samimiyet, samimiyet... Merhum Fethi Ağabey cümlesiyle söyleyelim: “Mahzun, mazlum, masum ve yetmiş iki bin evliya dölü olan bu mukaddes Anadolu insanı, kendisine samimiyetle hizmet edenle, samimiyet taklidi yaparak tahakküm etmeye çalışanı birbirinden ayırmakta hiç zorluk çekmiyor.” Zira samimiyet, (şükür ki) taklit edilebilen bir şey değil! Bir arkadaş demişti ki: 15 Temmuz sabahı Külliye’nin önündeki yola park eden otomobillerle, 16 Temmuz akşamı orayı dolduran otomobillerin marka farkı devlet için kimin canını vereceğiyle, canı için devleti kimin kullandığının tefrik tablosu gibiydi! Anlayana az bile!
Meseleyi bitiremeden yazının sonuna geldik yine. Üstelik Türkmen Bey’i ve MHP mevzuuna da hiç giremedik. Haftaya başlı başına bir MHP yazısı yazmak borcunda olduğumu ifade ederek yazıyı şöylece noktalayayım: Eleştirmenin kolay, yapmanın zor olduğunu biliyorum. Kaht-ı rical derdinin ta Hz. Ömer döneminde başlayıp kıyamete kadar artarak devam edeceğinin farkındayım. Türkiye’nin yeryüzü için ne ifade ettiğinin hem dostun hem de düşmanın malumu olduğunu gayet müdrikim.
Bunca yokluk içinde var olmanın yolu nereden geçer sorusuna verebilecek tek bir cevabım var: Yeni Türkiye’yi muhafaza için Reis Bey’in bir dediğini iki etmeyecek sadık kurmaylara; arzu ettiğimiz manada bir cihan devleti yapabilmek içinse doğru bildiği şey uğrunda Reis Bey’e muhalefet edebilecek ehliyet ve liyakat sahibi kadrolara ihtiyacımız var.
Hem sadakat dediğiniz şey bu değilse nedir ki?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.