Amerika’yı yok etme planı

04:0016/08/2018, Perşembe
G: 16/08/2018, Perşembe
Serdar Tuncer

Kapitalizm bir böcek olsaydı adı Amerika mı olurdu yoksa Amerika bir ülke olmasaydı adı namussuzluk mu olurdu?Uzun zamandır aklımı meşgul eden bu sorunun cevabını son bir haftada zihnimde netleştirdim: Amerika’nın ülke olması bir adının da namussuzluk olmasına mani olmadığı gibi, kapitalizmin böcek olmaması da adının namussuz Amerika olmasına engel değil!Lamı cimi kalmamış net bir savaşın orta yerindeyiz. ABD artık saldırmak için taşeron örgütlere, diplomatik dansözlüklere, mürâî tebessümlere ihtiyaç

Kapitalizm bir böcek olsaydı adı Amerika mı olurdu yoksa Amerika bir ülke olmasaydı adı namussuzluk mu olurdu?



Uzun zamandır aklımı meşgul eden bu sorunun cevabını son bir haftada zihnimde netleştirdim: Amerika’nın ülke olması bir adının da namussuzluk olmasına mani olmadığı gibi, kapitalizmin böcek olmaması da adının namussuz Amerika olmasına engel değil!

Lamı cimi kalmamış net bir savaşın orta yerindeyiz. ABD artık saldırmak için taşeron örgütlere, diplomatik dansözlüklere, mürâî tebessümlere ihtiyaç hissetmiyor. Bu durumu, Trump’ın yaklaşan seçimler öncesi topal ördek olmama arzusundan, evanjelik kitleye yaranmak için Brunson’ı istemesiyle izah etmek büyük aptallık olur. Yönetemedikleri, yön veremedikleri, söz geçiremedikleri; başına buyruk, hür, bağımsız, iddialı ve vesayetlerinden arınmış bir Türkiye’ye tahammülleri yok ve hiçbir zaman da olmayacak. Gezi süreciyle, 17-25 Aralık’la, 15 Temmuz’la yapamadıklarını bu defa ekonomik yaptırımlarla yapmaya çalışıyorlar ve belli ki bu arzularından vazgeçmeyecekler fakat Amerika’nın ne yaptığı ve neler yapacağından daha önemli bir şey var: Biz bu duruma karşı ne yapıyoruz, ne yapmalıyız? İki sene evvel yazdığım bir yazıyı Amerika, kapitalizm ve yaşadığımız günler ışığında okumanız için önemine binaen özetleyerek tekrar paylaşmak istiyorum. Yazı bittiğinde bunları yaparsak ABD yok mu olacak dememiniz için de ufak bir anekdotu arz edivermek isterim: Bir dostum Filistinli çocukların attığı taşla tanklara bir zarar veremeyeceğini söyleyen arkadaşına şöyle demişti: Evet belki attıkları taşla tanklar yok olmayacak ama onlar o taşı attıkları an var olacaklar!

“Eşya üzerindeki tasarruf hakkımıza dair hudut, şekil ve üslûbu, büyük bir ciddiyetle sorgulayıp Müslümanca bir okuyuş üzerinden yeniden tanımlamaya mecburuz. Kapitalizmin vahşi, sekülaritenin cazip, modernitenin ayartıcı davetine kendimizi tatmin yollu bir reaksiyon yahut vicdanımızı rahatlatmak için bir tavır olsun diye değil; Müslüman olduğumuz için, başka türlüsünü yapmaya hakkımız olmadığı için, yerlerin ve göklerin Rabbine kul olduğumuz için bunu yapmaya mecburuz.

Yaşadığımız çağa rengini veren zihin yapısı bize kendince doğru olanı cerbezeli sloganlar eşliğinde dayatıyor: “Her şeyin en iyisi senin olmalı! Gerçekten istersen sen de her şeye sahip olabilirsin! Sahip olduğun şeyler üzerinde istediğini yapma hakkına sahipsin!”

İlk bakışta gayet masum, tamamen bizi düşündüğü hissini veren bu çağrıya biraz dikkatle nazar ettiğinizde fark edeceksiniz ki, bizim için istiyor gibi yapıp aslında bizden bir şeyler istiyorlar. Bizim yaşamak için bir takım ihtiyaçlarımız var olduğu gibi, bu sistemin de var olmaya devam etmesi için bizim yapacağımız bazı şeylere ihtiyacı var. Biz tüketeceğiz ki o tükenmesin. Biz tükeneceğiz ki o var olmaya devam etsin. O cüssesini bizim kanımızı emerek büyütsün ki biz ona minnettar bir şekilde günden güne eriyip yok olalım.

Peki ne yapacağız?

Her şeyin en iyisi senin olmalı diyecek birileri. Biz önce içimize dönüp iyinin tarifini yapacağız. Kalb-i selîmin son modeli yeni çıkmış o arabadan ne kadar iyi olduğunu düşüneceğiz mesela. Her şeye sahip olabilirsin diyecekler, sahip olunacaklara dair bir öncelik listesi yapacağız. Kimimiz tezkiye olmuş bir nefsin, falan cep telefonunun filan modelinden, kimimiz de Ege’deki o yazlıktan daha öncelikli ihtiyaç olduğunu fark edeceğiz. Zengini bir daha tarif edeceğiz sonra. Çok şeye sahip olan mı daha zengin diye soracağız, az şeye ihtiyaç hisseden mi?

Sahip olduğun şeyler üzerinde istediğini yapma hakkına sahipsin diyedursun birileri, biz sahip olmak ne demek diye düşüneceğiz. Kendisi kendisinin olmayan kimsenin başka bir şeye sahipliği ne kadar gerçek olabilir ki diye düşüneceğiz. Emanete bir kapı aralanacak buradan. Emanet kelimesine, kudemânın yüklediği anlamı sil baştan hatırlayacağız. Emanet: Senin olmayan, sende durması için sana bir müddet için teslim edilen... Dağlara, taşlara teklif edilen ama onların kabul etmekten imtina ettiği, emanet... Münafığın üç alâmeti gelecek aklımıza. Emanete ve ihanete bir de buradan bakıp ‘hiç böyle düşünmemiştim’ diyeceğiz. Kendi öz canını bile emanet diye taşıması gereken insanın, sahip olduğu bir şeyden bahisle ‘benim’ diyebilmesine kahkahalarla güleceğiz.

Benim param, benim arabam, benim evim, benim, benim, benim... ‘Benim’le başlayan cümlelerle kavgamız olacak. ‘Veli, mevzuunu bulamaz ki ben desin’ diyen gönüllerle bir irtibatımız olacak. Bir şeye benim demekle o şeyin bize emanet olması arasındaki derin ve büyük farka dikkat kesileceğiz. Benim dediğimizin bize sahip olduğunu, bana emanet dediklerimize ise şimdilik kaydıyla aslında bizim sahip olduğumuzu fark edeceğiz. Bir şeyi alırken; ‘beğendim, para da benim, öyleyse ben bunu alırım, kim ne karışır’ demeyeceğiz. Bir şeyi almazken bu para bana emanet, beğendim ama almayacağım çünkü ihtiyacım yok diyeceğiz. ‘Mal seninse onun üzerinde istediğin gibi tasarruf hakkına sahip olabilirsin ama can sana emanetse senin malının üzerindeki tasarruf hak ve hududunu da emanetin hakiki sahibi belirler’ idrakine ereceğiz.

Oturup bu sahiplik ve emanet meselesi üzerinden bir Müslüman tarifi yapacağız. ‘Müslüman, faturasını kendisi ödemeyecek olsa bile suyu ihtiyacından fazla kullanamayan insandır’ diyeceğiz mesela. Yahut ‘parasını peşin ödemiş olsa bile bir otel odasında fazladan yanan lambanın kalbini huzursuz ettiği kimse Müslümandır’ diyeceğiz. ‘Giydiği elbisenin üzerinde, o elbiseyi dikebilmek için bir konfeksiyon atölyesinde gecesini gündüzüne katarak çalışan işçinin alın teri hakkı olduğunu bilen ve bu şuurla elbisesini kaldırıp bir kenara öylesine fırlatamayan insandır’ diye bahsedeceğiz Müslümandan. ‘Yarım bıraktığı çay bardağının hüzünlü bakışında Rize tepelerindeki hanım ablaların yorgunluğunu, çöpe attığı bir ekmeğin kaş çatışında kırış kırış alnıyla bir Anadolu çiftçisinin sitemini, ihtiyacı olmayan şeye verdiği her kuruşun üstünde Afrikalı bir bebeğin açlıktan kıvranış sancılarını seyredebilen adamdır’ diye tarif edeceğiz Müslümanı.

Ve evet, eşya üzerindeki tasarruf hakkımızı Müslümanca yorumlayıp yeniden tanımlayabildiğimiz gün kahrolsun kapitalizm diye bağırmamıza gerek kalmayacak. Biz Viyana önlerindeki yiğitlerin hüznünü telvesinden seyredeceğimiz bir kahveyi, zaman bize emanettir şuurlu bir mahcubiyetle yudumlarken dünyanın bütün Amerikaları kendiliğinden kahrolacak!”

#ABD