Doğaya uyarak onu aşmak…

04:007/01/2021, Perşembe
G: 7/01/2021, Perşembe
Rasim Özdenören

Âdem evladının bir yanı beşer olarak doğa koşullarına uyum sağlamak üzere tertiplenmişken, bir yanı da insan olarak doğa koşullarını aşmaya uygun bir tertip üzere halk edilmiştir.Kişi, bu iki yanını dengede tutmanın üstesinden gelebilirse doğaya uygun bir yaşantı sürdüğü gibi onu aşmayı da başarır.Burada dengeyi muhafaza etmek ön koşul…Denge iki taraftan birinin aleyhinde tecelli ettiğinde zarar daima insanın mülahazat hanesine kaydedilir.Sel baskınlarında en çok dere yatağına inşa edilmiş binaların

Âdem evladının bir yanı beşer olarak doğa koşullarına uyum sağlamak üzere tertiplenmişken, bir yanı da insan olarak doğa koşullarını aşmaya uygun bir tertip üzere halk edilmiştir.

Kişi, bu iki yanını dengede tutmanın üstesinden gelebilirse doğaya uygun bir yaşantı sürdüğü gibi onu aşmayı da başarır.

Burada dengeyi muhafaza etmek ön koşul…

Denge iki taraftan birinin aleyhinde tecelli ettiğinde zarar daima insanın mülahazat hanesine kaydedilir.

Sel baskınlarında en çok dere yatağına inşa edilmiş binaların zarar gördüğünü müşahede ediyoruz. Sel, kendi yatağına kurulmuş olan binayı sürükleyip götürüyor. Tabii içindeki insanları ve hayvanları da önüne katarak…

Neden?

Nedeni basit…

Dere yatağına bina yapılacaksa sel bastığında ona dayanıklı bir inşaat tekniği kullanmak zorunlu… Düz araziye uygun bina malzemesiyle ve ona uygun mukavemet hesabıyla yapılan bina selin basıncına karşı koyamaz, yıkılır.

Eğer dere yatağında kurulmak üzere tasarlanan bina o tekniğe uygun yapılmamışsa doğanın şartları zamanı gelince kendi hesabının kapatır.

Bunun tersi de doğru: düz arazide inşa edilmek istenen bina, dere yatağına uygun malzeme ve teknik kullanılarak yapılmışsa, bu kez de inşaat malzemesi ve teknik israf edilmiş olur.

İnsanın varlık tarzı bu dengeyi gözetmek üzere tertiplenmiş bir mantığa uygunluk gösteriyor.

O, bir yandan bedeni ile doğa koşullarına uygun bir donanımı talep ederken, bir yandan da zihin gücüyle doğanın şartlarını aşma cehdiyle yaşam savaşımını sürdürüyor.

Soğuklarda sıkı giyinerek, sıcaklarda giysisini hafifleterek gövdesini korumayı başarıyor. Ona bu başarıyı armağan eden güç, onun zihinsel (ruhi) yapısında içkin bulunuyor.

Hayvanda hava koşullarına göre gövdesini örtmeyi öngörecek bir zihin melekesi mevcut değil. O ancak mağaraya veya toprağın altına sığınma gibi bir içgüdüyle hareket etmeye istidatlıdır. Vücudunu bir örtüye büründürerek kış soğuklarına karşı koymak onun yaradılış tarzını aşar…

İnsan tam da bu özelliği sayesinde bilimin ve sanatın yolunu açıyor.

Bilim ve sanat, doğanın verili koşullarını aşmaya matuf ve sadece insana özgü bir yetenektir…

Bilim de, sanat da doğanın verili koşullarını aşar… Ama bir yandan da o, kendinde içkin bir farklı doğa yasasına uymak zorundadır. İşte bu dengeyi kurabilen bilimsel buluşlar ve sanat yaratıları zamana karşı dayanıklılık sağlamayı başarır.

Ancak burada kullandığım bilime ve sanata uygun doğa yasasının, insanın çevresindeki doğa ile karıştırılmamasını salık veririm. Buradaki yasallık da insan zihninin öngördüğü bir doğallıktan neşet eder. Farkı kavramak isteyenlere örnek: Picasso’nun insan gövdesini allak bullak eden çizgileri sanatın doğa yasasına uygundur ama sıradan bir ressamın insanın doğal ölçülerine uygunluk gözeterek yaptığı çizim sanatın doğa yasasına aykırı düşebilir…

Bu farkı da ancak o farkı kavrayan göz fark eder…

Kent mimarisi de doğayı bir yandan aşarken bir yandan da ona uyumu ihmal etmeyen bir dengeyi gözeterek tertiplendiğinde yüzyıllara karşı dayanıklılık sağlar. Dere yatağına onun doğasına uygun malzeme ve teknikle yapılmamış binalar nasıl sel baskınıyla çöküp gidiyorsa, metropollerde de dereyi kanal içine almayıp caddeyi derenin üstüne kuran aklın binası, aynı akıbete hükümlüdür. Kentlerde sel baskınlarında görülen zararların tümünün illeti bu izansızlıktan çıkıyor…

Başarı, doğaya uygunluğu gözeterek onu aşma çabasında dengeyi tutturmakta gizli…

#Doğa